Yeni küresel satranç: Nadir elementler

küresel güç dengeleri, petrol ve doğalgazdan nadir toprak elementlerine kayıyor. Elektrikli araçlardan savunma sanayiine kadar kritik sektörlerin bağımlı olduğu bu stratejik hammaddeler için ülkeler arasında yeni bir rekabet başladı. Çin, bu alanda tartışmasız bir liderken, ABD ve Avrupa, tedarik zincirinde bağımsızlık kazanmak için harekete geçti. Türkiye ise Beylikova’da keşfedilen 694 milyon tonluk rezerviyle bu rekabette yeni bir güç merkezi olma potansiyeli taşıyor. Peki, ülkeler arasındaki bu görünmez savaş nasıl sonuçlanacak?
Petrol ve doğalgaz, yüzyıllardır küresel ekonomi ve jeopolitik dengeleri belirleyen en kritik unsurlar arasında yer aldı. Ancak 21. yüzyılda, teknolojinin yön verdiği yeni bir ekonomik düzen şekillenirken, nadir toprak elementleri (NTE) giderek daha stratejik bir konuma yükseliyor. Elektrikli araçlardan yenilenebilir enerji teknolojilerine, yarı iletkenlerden savunma sanayiine kadar geniş bir kullanım alanına sahip olan bu kritik hammaddeler, büyük güçler arasında yeni bir rekabet alanı yaratıyor.
Bugün dünya NTE üretiminin yaklaşık yüzde 69,77’si Çin tarafından gerçekleştiriliyor ve küresel rafinasyon kapasitesinin yüzde 90’ı Çin’in kontrolünde bulunuyor. Bu tekelleşme, tedarik güvenliği açısından risk oluştururken, ABD ve Avrupa Birliği gibi aktörler Çin’e bağımlılığı azaltma yönünde yeni madencilik projeleri ve tedarik zinciri politikaları geliştiriyor. Aynı zamanda, küresel iklim kriziyle birlikte Grönland gibi bölgelerde buzulların altında yatan nadir toprak rezervleri yeni bir tartışma konusu haline geliyor.
Türkiye ise bu rekabet ortamında yeni bir güç merkezi olma potansiyeline sahip. Eskişehir Beylikova’da keşfedilen 694 milyon tonluk devasa rezerv, Türkiye’yi Çin’in ardından dünyanın en büyük ikinci NTE kaynağına sahip ülke konumuna taşıyor. Ancak bu büyük avantajın ekonomik ve stratejik bir değere dönüşebilmesi için sadece madencilik faaliyetleri yeterli değil; işleme, rafinasyon ve ileri teknoloji üretimi gibi süreçlerde de güçlü bir ekosistem oluşturulması gerekiyor.

NTE rezervleri ve Çin’in küresel hakimiyeti
İstanbul Teknik Üniversitesi Maden Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Kumral,
dünya genelinde 130 milyon ton civarında olduğu tahmin edilen NTE rezervlerinin belirli ülkelerde yoğunlaştığını belirterek, “2024 itibarıyla Çin 44 milyon ton ile en büyük rezerve sahip ülke konumunda. Onu Vietnam, Brezilya, Rusya, Hindistan ve Avustralya takip ediyor

dedi. Ancak Kumral’a göre, yalnızca rezerv büyüklüğü değil, rafinasyon ve tedarik zinciri hâkimiyeti de bu pazardaki belirleyici unsurlar arasında yer alıyor. “Çin, küresel NTE üretiminin yaklaşık yüzde 60-70’ini sağlarken, işleme kapasitesinin yüzde 90’ını kontrol ediyor” ifadelerini kullandı.
Millî İstihbarat Akademisi’nden Dr. Celal Erbay da Çin’in bu alandaki üstünlüğünün sadece büyük rezervlere dayanmadığını belirterek, “Pekin, yıllardır devlet destekli yatırımlarla madencilik ve rafinasyon teknolojilerine büyük ölçekli kaynak aktardı. Düşük maliyetli iş gücü, esnek çevresel düzenlemeler ve teşviklerle küresel pazarda baskın bir aktör hâline geldi” dedi. Çin’in jeopolitik anlamda da NTE’leri bir koz olarak kullanabildiğini vurgulayan Erbay, “2010 yılında Japonya ile yaşanan Diaoyu/Senkaku Adaları krizinde, Çin’in NTE ihracatını kısıtlaması, bu hammaddelerin yalnızca ekonomik değil, jeopolitik bir silah olarak da değerlendirilebileceğini gösterdi” ifadelerini kullandı.

Alternatif tedarik kaynaklar
Çin’in küresel NTE tedarikindeki hâkimiyeti, büyük ekonomileri alternatif kaynaklar yaratmaya zorluyor. Kumral, başta ABD, Avrupa Birliği, Japonya ve Avustralya olmak üzere birçok ülkenin, Çin’e olan bağımlılığı azaltmak için farklı projeler geliştirdiğini belirterek,
ABD, Kaliforniya’daki Mountain Pass madeni gibi yerel kaynaklarını yeniden işletmeye açarak tedarik zincirini çeşitlendirmeye çalışıyor

dedi. Avustralya merkezli Lynas Corporation gibi firmalar ise Malezya’da rafinasyon tesisleri kurarak Çin dışındaki alternatifleri güçlendirmeye odaklanıyor.
Avrupa Birliği ise Kritik Hammaddeler Stratejisi kapsamında NTE madenciliğine yatırım yaparken, Japonya ve Güney Kore geri dönüşüm teknolojilerine yönelerek elektronik atıklardan NTE kazanımı için yeni yöntemler geliştiriyor. “Honda ve Toyota gibi otomotiv devleri, elektrikli araç motorlarında kullanılan mıknatısları geri dönüştürerek tedarik zinciri güvenliğini sağlamaya çalışıyor” diyen Kumral, bu tür sürdürülebilir çözümlerin uzun vadede Çin’in pazardaki hâkimiyetini kırabileceğini belirtti.
Çin’in üstünlüğü kısa vadede sarsılabilir mi?
Çin’in sektördeki üstünlüğünü kısa vadede kırmanın oldukça zor olduğunu belirten Erbay’a göre, “Çin, yalnızca hammadde üretimiyle değil, işleme teknolojileri, Ar-Ge yatırımları ve lojistik altyapısıyla tam entegre bir ekosistem oluşturdu. Diğer ülkeler yeni madencilik projeleri geliştirse bile, bu elementlerin işlenmesi ve teknolojiye dönüştürülmesi için uzun vadeli büyük yatırımlara ihtiyaç duyulacak” dedi.
ABD ve Japonya’nın Avustralya ile stratejik iş birlikleri kurarak bağımlılığı azaltmaya çalıştığını hatırlatan Erbay, “Ancak madencilik ve rafinasyon süreçlerinin çevresel maliyetleri oldukça yüksek. Bu da Çin dışındaki üretim kapasitesinin artmasını zorlaştırıyor” değerlendirmesinde bulundu. Öte yandan, Çin’in dönemsel ihracat kısıtlamaları ve fiyat manipülasyonları, küresel piyasada belirsizliği artırıyor.
Grönland’daki gizli hesap: ABD neden harekete geçti?
ABD’nin Grönland’daki NTE’ne olan ilgisi, yalnızca ekonomik bir fırsat değil, aynı zamanda stratejik güvenlik hedefleriyle de yakından ilişkili. Erbay, “ABD, Çin’e olan bağımlılığını azaltarak NTE tedarik zincirinde çeşitliliği artırmak istiyor” diyerek, bu kaynağa erişim konusunun Washington için hayati bir mesele olduğunu belirtti.
Küresel ısınmanın etkisiyle Grönland’daki buzulların erimesi, madencilik sahalarına erişimi kolaylaştırırken, ABD’nin de bu alandaki yatırım planlarını hızlandırmasına yol açtı. Erbay, “Washington, NTE’leri yalnızca endüstriyel bir hammadde değil, stratejik bir güvenlik unsuru olarak da görüyor” diyerek ABD’nin bu alandaki hamlelerinin yalnızca ekonomik rekabetten ibaret olmadığını vurguladı.

Yeni rezervler, yeni tehditleri de beraberinde getiriyor
ABD’nin Grönland’daki madencilik faaliyetlerine ilgisinin artması, Danimarka ve Grönland yerel yönetimleri için kritik bir denge ihtiyacını ortaya çıkarıyor. Bir yanda çevresel riskler ve yerel toplulukların endişeleri, diğer yanda ise bölgeye sağlanacak ekonomik kazançlar yer alıyor.
Grönland, devasa NTE rezervleriyle madencilik şirketlerinin dikkatini çekse de, bölgede yapılacak madencilik faaliyetlerinin çevresel riskleri tartışmaları da beraberinde getiriyor. Özellikle buzullar altında izole halde bulunan mikroorganizmaların, küresel ısınma ve madencilik faaliyetleri nedeniyle serbest kalabileceği ve potansiyel biyolojik tehditler oluşturabileceği endişesi bilim dünyasında farklı yaklaşımlarla ele alınıyor. Kumral,
Buzullar, ekstrem koşullarda mikroorganizmaları koruyan doğal rezervuarlar olarak işlev görür. Ancak, küresel ısınma ve madencilik bu hassas ekosistemleri bozarak bilinmeyen patojenlerin yayılma riskini artırabilir
dedi.
Tibet Platosu’nda yapılan araştırmalara göre, 15 bin yıllık buz çekirdeklerinde modern bilim tarafından daha önce tanımlanmamış 33 farklı virüs keşfedildiğini hatırlatan Kumral, Sibirya’da çözülen permafrosttan ortaya çıkan Bacillus anthracis gibi patojenlerin insan enfeksiyonlarına yol açtığını vurguladı.