Yapay zekâ çağında gücün yeni tanımı: Veri

Veri, dijital dünyanın temel bileşeni olmaktan çıkıp küresel ekonomilerin yönünü belirleyen stratejik bir enstrümana dönüştü. Finansal karar süreçlerinden tüketici alışkanlıklarına, kamu politikalarından teknolojik inovasyona kadar pek çok alanda etkisini artıran veri, artık yalnızca bir araç değil; doğrudan karar mekanizmalarının merkezinde yer alıyor. Özellikle yapay zekânın yükselişiyle birlikte, veriye sahip olmak kadar onu anlamlandırmak, işleyebilmek ve yönetebilmek de küresel rekabette belirleyici hâle geliyor.
Bu yeni düzende, büyük teknoloji şirketleri verinin gücünü çoktan keşfetmiş durumda. Ancak günümüzde bu alan yalnızca birkaç dev oyuncunun tekelinde değil; veriye erişim ve üretim kabiliyeti olan her ülke, kurum ve birey için fırsatlar sunuyor. Öte yandan veri madenciliği, etik, gizlilik ve sürdürülebilirlik gibi çok boyutlu meseleleri de beraberinde getiriyor. Dosya çalışmamızda, veri ekonomisinin bugünkü gücünü ve gelecekte yaratacağı dönüşümü, yapay zekâ ile kesişen noktalarını ve Türkiye'nin bu alandaki konumunu ele alıyoruz. Görüşüne başvurduğumuz Anatolia.Asia Danışmanlık Kurucusu Ömer Wilson, yapay zekâ sistemlerinin enerji ve su kaynakları üzerindeki etkisinden sentetik veriye, bireysel veri mahremiyetinden Türkiye’nin bölgesel veri üssü olma potansiyeline kadar çarpıcı tespitlerde bulunuyor.
Veri gücünün görünmeyen bedeli: Enerji ve su

Yapay zekâ ve büyük veri teknolojileri, günümüz ekonomisinin en yüksek katma değerli alanlarını oluştururken; bu sistemlerin işleyişini mümkün kılan altyapı yükü ise yeterince konuşulmayan bir başlık olmaya devam ediyor. Büyük dil modelleri, makine öğrenimi ve otomasyon sistemleriyle birlikte veri merkezlerinin muazzam ölçekte enerji ve su tüketmeye başlaması, verinin ekonomik boyutunun ötesine geçerek çevresel ve jeopolitik bir meseleye dönüşmesine neden oluyor.
Bugün teknoloji fuarlarında artık doğrudan “veri” değil, verinin enerjiye olan bağımlılığı tartışılıyor. Yapay zekânın büyüme hızı, veri merkezlerinin enerji ihtiyacını da katlayarak artırıyor. Artık 30-40 megavat gibi eskiden büyük kabul edilen seviyeler küçük görülüyor. Yerine 1 gigavatlık kampüsler konuşuluyor. Bu ölçek, bir ülkenin (örneğin Portekiz’in) toplam enerji tüketiminin yüzde 10’una denk geliyor. Avrupa’da bu büyüklükte beş-altı merkez planlanırken, Güney Kore’de 2-3 gigavat düzeyine ulaşan projeler gündemde.
Anatolia.Asia Danışmanlık Kurucusu Ömer Wilson, yapay zekâ sistemlerinin geleceğine ilişkin değerlendirmelerinde özellikle enerji ve su ihtiyacını iki temel sorun alanı olarak öne çıkarıyor. Su kullanımı, veri merkezlerinde soğutma sistemlerinin en kritik bileşenlerinden biri hâline gelmiş durumda. “Liquid cooling” yani sıvı soğutma teknolojileri, GPU gibi yüksek performanslı çiplerin yalnızca suyla soğutulabildiği sistemleri ifade ediyor. Wilson, Portekiz’deki örnekten yola çıkarak bu merkezlerde doğrudan deniz suyunun kullanıldığını, su sıkıntısının önümüzdeki yıllarda daha da derinleşeceğini vurguluyor.
Bu büyüyen altyapı ihtiyacı sadece büyük teknoloji firmalarının değil, ülkelerin de ajandasını belirliyor. Çünkü yapay zekâ sistemlerinin fiziksel karşılığı, yalnızca dijital alanda değil; enerji, su ve mekânsal planlama gibi altyapısal alanlarda da ciddi baskı yaratıyor.
- Her evde, her fabrikada kullanılacak yapay zekâ destekli robotik sistemlerin yaygınlaşması, her bireyin ve her işletmenin dolaylı olarak yüksek enerji ve su tüketimine bağlı hâle gelmesi anlamına geliyor.
ABD ve Çin sahneyi paylaşıyor

Veri ekonomisinde avantajı elinde bulunduran ülkeler, yalnızca teknolojik olarak değil; stratejik, ticari ve siyasi anlamda da yeni dönemin kurucu aktörleri hâline geliyor. Ancak bu güç dengesi, sahip olunan teknoloji kadar, veriye erişim, onu işleyebilme ve onu saklayabilme kapasitesiyle de şekilleniyor. Wilson’a göre bugün veri ekonomisinde öne çıkan iki büyük küresel blok bulunuyor: ABD ve Çin. Amerikan teknoloji devleri Meta, Microsoft, Apple gibi şirketler veriye dünya genelinden erişebilme yeteneğiyle bu yarışta avantajlı konumda. Çin ise farklı bir model izliyor. Kendi içinde devasa bir kullanıcı kitlesine sahip olduğu için, ulus içi veri zenginliğiyle bu alanda ciddi bir atılım gerçekleştirmiş durumda. Her iki model de büyük veriyle beslenen yapay zekâ sistemlerinin büyümesini mümkün kılıyor.
Ancak Wilson, bu veri yarışının sürdürülebilirliğinin sorgulanmaya başlandığı bir döneme girildiğini belirtiyor. Gerçek veriye erişim hâlâ mümkün, fakat zaman alıcı, yüksek maliyetli ve enerji bakımından yıpratıcı bir süreç.
Bu nedenle sentetik veri ve dijital ikizler gibi alternatif veri üretim yöntemleri giderek öne çıkıyor.
Türkiye bu denklemde nerede duruyor?

Wilson’a göre Türkiye henüz bu yarışa tam olarak girmiş değil, fakat bölgesel avantajları ve sahip olduğu potansiyel ile sıçrama yapabilecek ülkelerden biri. Yaklaşık 85 milyonluk genç ve aktif bir nüfusa sahip olan Türkiye, sosyal medya ve dijital platform kullanımında Avrupa’nın en üst sıralarında yer alıyor. Bu da Türkiye’yi doğal bir veri üretim alanı hâline getiriyor.
Daha önemlisi ise Türkiye’nin henüz büyük veri merkezlerine ev sahipliği yapmıyor oluşu. Bu durum, aslında önemli bir fırsat penceresi sunuyor. Wilson’a göre, Londra, Paris, Frankfurt, New York, Hong Kong gibi birinci kuşak veri merkezi şehirleri artık enerji kısıtlamalarıyla karşı karşıya. Bu merkezler yeni veri kampüslerini taşıyamayacak noktaya geldi. Buna karşın Türkiye, coğrafi konumu, yenilenebilir enerji potansiyeli ve üç kıtanın kesişiminde oluşuyla, veri merkezlerinin yeni adresi olabilecek güçlü bir aday.
- Veri merkezlerinin Türkiye’ye gelmesi ise yalnızca teknik değil, ekonomik ve stratejik bir kırılma noktası anlamına geliyor. Çünkü bu merkezler yalnızca veriyi depolamaz; etraflarında yapay zekâ odaklı bir dijital ekonomi ekosistemi inşa ederler. Yani veri gelir, ama beraberinde istihdam, yatırım, teknoloji transferi ve rekabet gücü de gelir.
Gerçek verinin yerini kim alacak?
Yapay zekânın bugün geldiği noktada artık veri yalnızca bir araç değil, doğrudan üretim girdisi haline gelmiş durumda. Özellikle büyük dil modelleri (LLM – Large Language Models) gibi sistemlerin eğitilebilmesi için devasa boyutta, nitelikli ve çeşitli veriye ihtiyaç duyuluyor. Bu ihtiyaç, veri üretiminde ve depolamasında yepyeni yöntemlerin gelişmesini zorunlu kılıyor. Wilson’a göre, bugüne kadar yapay zekâda atılım yapan ülkeler ve şirketler bu başarısını büyük ölçüde veriye doğrudan erişim avantajına borçlu. ABD merkezli teknoloji devleri örneğin Meta, Microsoft, Apple dünya çapında kullanıcı verilerine ulaşabiliyor. Çin ise kendi devasa iç pazarından besleniyor. Her iki model de yapay zekânın veri açlığını besleyebilecek altyapıya sahip.
Ancak bu veri temelli kalkınma modeli artık sorgulanıyor. Wilson’ın vurguladığı gibi, veriye erişmek hâlâ mümkün ama bu süreç giderek daha fazla enerji tüketiyor, daha maliyetli hale geliyor ve daha fazla regülasyona takılıyor. Bu nedenle büyük teknoloji şirketleri, geleneksel veri toplama yollarının sürdürülebilirliğini sorgulamaya başladı.
Verinin kopyasıyla geleceği kodlamak
Sentetik veri, gerçek dünyadan toplanmış bilgilerin yapay zekâ tarafından benzetilerek yeniden üretilmesiyle oluşturuluyor. Bu veriler, tıpkı simülasyonlar gibi çalışıyor. Gerçeğe oldukça yakın, ama kişisel veri içermeyen, düzenlenebilir, sınıflandırılabilir ve hatta denetlenebilir. Wilson bu dönüşümü “dijital ikizler” ifadesiyle anlatıyor. Artık gerçek kullanıcı davranışlarını kopyalayan, ancak yasal ve etik açıdan çok daha güvenli bir veri alternatifi var.
Sentetik verinin yükselişi, yalnızca veri miktarını artırmakla kalmıyor, aynı zamanda yapay zekânın daha hızlı, daha kontrollü ve daha düşük maliyetli şekilde eğitilmesini mümkün kılıyor. Bu sayede küçük oyuncuların da oyuna dahil olması kolaylaşıyor.
Türkiye açısından bu gelişmeler önemli fırsatlar barındırıyor. Zira sentetik veri altyapıları, henüz tam oturmamış ekosistemlerde çok daha esnek kurulabiliyor. Eğer Türkiye bu alandaki stratejik yatırımları erkenden yönlendirirse, yalnızca veri merkezi barındıran bir ülke değil; veri üreten, işleyen ve simüle eden bir teknoloji aktörü haline gelebilir.
Ürüne para vermiyorsan, ürün sensin!
Veri ekonomisinin büyümesi sadece teknolojik değil, aynı zamanda etik ve toplumsal sınırları zorlayan bir dönüşüm yaratıyor. Kullanıcı verilerinin dijital platformlar tarafından sürekli toplanması, artık neredeyse fark edilmeyen bir alışkanlığa dönüşmüş durumda. Ancak bu görünmeyen veri aktarımı, bireysel gizliliği büyük ölçüde belirsizleştiriyor.
Kullanıcıların veri üzerindeki kontrolünü zamanla kaybettiğine dikkat çeken Wilson, “Gündelik hayatta alışkanlık hâline geldiği için artık çok sorgulanmıyor” diyerek, eskiden kullanıcıların veri paylaşımı konusunda daha bilinçli ve temkinli davrandığını hatırlatıyor. Ancak zamanla dijitalleşmenin günlük yaşama entegre olmasıyla birlikte bu refleksin zayıfladığını ifade eden Wilson, kontrolün büyük ölçüde kullanıcıların elinden çıktığını belirtiyor.
Kullanıcılara ücretsiz olarak sunulan dijital hizmetlerin aslında farklı bir bedel barındırdığına vurgu yapan Wilson, “İnsanlar anlamıyor… Ücretsiz sistemi kullandığınızda, aslında ücretin kendisi sizsiniz” diyor. Ona göre, kullanıcılar platformlara para ödemese de kişisel verilerini sistematik biçimde devrediyor; bu da doğrudan ekonomik değere dönüşüyor.
Paralı sistemlerle ücretsiz sistemler arasındaki farkı çoğu kullanıcının kavrayamadığını ifade eden Wilson, “Paralı sisteme geçtiğinizde, orada verilerinizi kullanmayacağız diye yazıyorlar. Ama bu farkı herkes anlamıyor” sözleriyle konunun hâlâ yeterince anlaşılmadığını ortaya koyuyor.
Wilson, bu tabloyu çarpıcı bir örnekle pekiştiriyor: “Eskiden çok güzel bir söz vardı; eğer bir ürünü kullanıyor ama para ödemiyorsanız, emin olun ki ürün sizsiniz.” Ona göre Instagram, Gmail, TikTok ve X gibi platformlar bu yapının en görünür örnekleri. Verinin, şirketler için bir kaynak değil doğrudan “ürün” olduğunu hatırlatıyor.
Ancak Wilson, bu sürecin tamamen çaresiz bir tablo çizmediğini de belirtiyor. Yapay zekânın kullanıcıların elini yeniden güçlendirebileceğini düşünen Avrupa’daki ‘unutulma hakkı’ uygulamalarına dikkat çeken Wilson, “Yapay zekâ biraz daha insanların eline güç verecek. Belki insanlar, ‘Benim verimi nerede ve nasıl kullanıyorsunuz?’ diye daha güçlü sorular sormaya başlayacak” diyor.
Her ne kadar internetin yapısı gereği “bir kere paylaşılan verinin tamamen silinmesi” kolay olmasa da Wilson, kullanıcıların daha fazla bilinçlenmesiyle birlikte veri kontrolünü geri alma yönünde bir eğilimin güçleneceğini düşünüyor.