Trump’ın gümrük vergileri, dolara karşı küresel bir alternatifin gerekliliğini gündeme getiriyor

Prof. Dr. Obiyathulla Ismath Bacha.
Prof. Dr. Obiyathulla Ismath Bacha.

Henüz 1965 yılında bile, dönemin Fransa Maliye Bakanı Valery Giscard d’Estaing, ABD’nin dolar aracılığıyla uluslararası finans sistemi üzerindeki hakimiyetinden doğan büyük avantajları eleştirerek, bunu kendi deyimiyle “aşırı ayrıcalık” olarak nitelendirmişti. Altın paritesine dayalı, sabit döviz kuru sistemi olan Bretton Woods, o dönemde hala yürürlükte olup, doları 35 dolar/ons oranında tamamen altına çevrilebilen bir rezerv para birimi olarak kabul etmişti. Bu sistemde ülkeler rezervlerini altın ya da dolar olarak tutabiliyor, ABD ise İkinci Dünya Savaşı sonrası yükselen ekonomik gücüyle doları küresel finansın merkezine yerleştiriyordu. Ne var ki, 1970’lerin ortalarında Bretton Woods sisteminin çökmesi ve doların altınla bağlantısının kesilerek yalnızca itibari para haline gelmesi bile, doların küresel üstünlüğünü sarsmamış görünüyor. Nitekim bugün bile dünya ticaretinin yüzde 70 ila yüzde 80’i hala dolar üzerinden gerçekleşmekte ve ABD bu “aşırı ayrıcalığın” tadını çıkarmaya devam etmektedir. Dünyanın geri kalanı, doların sağladığı istikrar, şeffaflık ve döviz serbestliği karşılığında ABD’nin böyle bir avantaja tek başına sahip olmasına razı olmuş, hal böyle olunca da dolar bugüne kadar tarafsız bir uluslararası değişim aracı olarak kabul edilegelmiştir. Ancak Washington yönetiminin son dönemdeki öfke nöbetleri, uzun süredir devam eden bu düzeni tehdit etmekte ve dolara olan küresel bağımlılığın sorgulanmasını gerektirmektedir.

Doların küresel egemenliği, ABD’ye “aşırı ayrıcalığını” çeşitli avantajlar sağlayarak sunmaktadır. Bu avantajlar üç ana başlık altında toplanabilir. İlk olarak, dünya genelindeki ülkelerin sınır ötesi işlemlerini kolaylaştırmak amacıyla dolara sahip olma zorunluluğundan kaynaklanan sürekli bir talep söz konusudur. Bu talep, ülkelerin büyümesiyle ve küresel ticaretin artmasıyla birlikte gittikçe daha fazla artmakta, bu da doların değerini, ABD’nin ekonomik durumu zayıf olsa dahi korumasını sağlamaktadır. İkinci avantaj, merkez bankalarının rezerv para birimi olarak doları tercih etmeleri ve ABD hazine bonolarına yatırım yapmak suretiyle ellerinde dolar rezervi bulundurmalarıdır. Bu durum, ABD hazine bonolarına olan yüksek talep sayesinde getirilerin düşmesine yol açarak ABD hükümetinin faiz maliyetlerini önemli ölçüde azaltmaktadır. Bu aynı zamanda ABD’nin mevcut hazine bonolarının vadesi doldukça yeni hazine bonoları ihraç ederek borçlanmaya devam edebileceği anlamı taşımaktadır. ABD’de GSYİH’nin yüzde 120’sine tekabül eden 36 trilyon dolarlık bir borçla, faiz maliyetindeki toplam tasarrufların yüz milyarlarca doları bulması beklenmektedir. Üçüncü ve belki de en önemli avantaj, senyorajdan elde edilen kazançlardır. Nitekim ellerinde nakit olarak dolar bulunduran yabancılar, ABD’ye neredeyse faizsiz bir finansman sağlamakta ve dolar varlıklarının artmasıyla senyorajdan elde edilen kazanç da doğru orantılı olarak artmaktadır. Bazı araştırmalar, bu kazancı GSYİH’nin yaklaşık yüzde 0,5’i olarak hesaplamıştır. ABD’nin 30 trilyon dolarlık GSYİH’si göz önüne alındığında, bunlar sürekli olarak tahakkuk eden muazzam kazançlardır.

Tüm bu avantajlardan daha önemli olan şey, doların pozisyonunun ABD’yi, en azından bugüne kadar, piyasa disiplini karşısında neredeyse bağışık hale getirmiş olmasıdır. Başka herhangi bir ülke ABD’nin yaptığı gibi kazandığından daha fazlasını harcıyor olsaydı, para birimini hızla devalüe etmek, harcamalarını ciddi şekilde kısmak, vergileri artırmak ve bunun sonucunda ortaya çıkan enflasyon ve resesyon gibi zorluklarla karşı karşıya kalmak zorunda kalırdı. Ancak, dünyanın geri kalanının ihtiyaç duyduğu dolar karşılığında ABD’ye sağladığı ucuz finansman, ABD’nin yalnızca savurgan alışkanlıklarını sürdürmesine olanak tanımakla kalmamış, aynı zamanda doları adeta bir silaha dönüştürmesine ve kuralları kendi lehine değiştirmesine de imkan vermiştir. Nitekim doların sağladığı ayrıcalıklar olmasaydı, Trump’ın pek çok ültimatomu etkisiz kalırdı.

Şimdi sorulan soru ise, yıllarca süren eleştirilere rağmen doların hala neden bu kadar baskın olduğudur. Cevap oldukça basit: Çünkü başka bir alternatif yok. Euro, bir zamanlar potansiyel rakip olarak görülmüş olsa da, dolar ile rekabet edecek büyüklük ve likiditeye sahip değildir. Avrupa’nın borç ve büyüme sorunları bu durumu daha da zorlaştırmaktadır. Öte yandan Çin’in Renminbi’si ise sermaye kontrolleri gibi düzenleyici kısıtlamalar ve şeffaflık sorunları gibi ciddi engellerle karşı karşıya. Japon Yeni veya İngiliz Sterlini gibi diğer para birimleri ise dolar ile gerçek anlamda rekabet edebilecek güce sahip değildir. Ayrıca, birçok ülke uluslararası alanda para birimlerinin kullanılmasını, iç ekonomik politikaları üzerindeki olası etkileri nedeniyle istememektedir. Tüm bunlardan dolayı dolar hakim pozisyonunu hala sürdürmektedir. Dolayısıyla doların sağladığı bu büyük ayrıcalıkların ve gücün zayıflama olasılığı karşısında son derece tedirgin olan Trump, dolardan uzaklaşmaya çalışan her ülkeyi yüksek gümrük vergileriyle tehdit etmektedir.

Gümrük vergileri bir yana, dünyanın dolara bir alternatif ihtiyacı olduğu aşikardır. Ancak bu alternatif, sadece doların yerine Renminbi, Yen veya Euro gibi başka bir para biriminin geçirilmesiyle sağlanamaz. Zira böylesi bir durum aynı hakimiyet sorunlarını er ya da geç tekrar gündeme getirecektir. Gerçekten işlevsel ve adil bir uluslararası para birimi oluşturulabilmesi için birkaç temel kriterin karşılanması gerekir. İlk olarak, bu para birimi herhangi bir ülkenin kontrolüne tabi olmamalı ve tek bir ülkenin para birimine bağlı olmamalıdır. Bunun yerine, BRICS gibi bir grup ülke tarafından başlatılan ve benimsenen ulusüstü bir para birimi olmalıdır. İkinci olarak, güvenilirlik ve şeffaflık sağlamak amacıyla, Keynes’in önerdiği, sanal bir para birimi olan ve bir ulusüstü merkez bankası (örneğin Avrupa Merkez Bankası gibi) tarafından yönetilen Bancor fikri dikkate alınmalıdır. Ayrıca, Euro’dan önce kullanılan ve üye ülkelerin GSYİH’sine göre ağırlıklandırılan Avrupa Para Birimi (ECU) modelini de göz önünde bulundurmak gerekir. ECU, 12 üye ülkenin GSYİH ile ağırlıklandırılmış toplam ekonomik gücünü yansıtan bir sanal para birimi olarak işlev görüyordu. BRICS gibi çok çeşitli bir yapıya sahip bir grup için, Euro gibi tek bir ortak para biriminin ekonomik olarak hem uygulanabilir hem de mantıklı olmadığı unutulmamalıdır. Ayrıca, para politikası bağımsızlığının kaybı, katılık ve iç ekonomik ihtiyaçların döviz kuru istikrarına feda edilmesi gibi durumlar, siyasi açıdan da kabul edilebilir değildir. Daha uygulanabilir bir alternatif, ECU benzeri sanal veya istatistiksel bir para birimine dayanan bir hedef bölge alanı (Target Zone Area - TZA) olabilir. Avrupa’nın hedef bölge alanı sisteminde, her bir katılımcı para birimi, ECU’ya sabit bir kur üzerinden bağlanmıştı. Ancak sabit kur rejiminin getirdiği politika kısıtlamalarından kaçınmak için, para birimlerinin belirli bir bant içinde dalgalanmasına izin verilmişti. Bu bant başlangıçta ±yüzde 2,25 olarak belirlenmiş, zamanla yüzde 6’ya ve bazı durumlarda ise yüzde 15’e kadar genişletilmişti. Esnek bantlar sayesinde, katılımcı ülkeler, ekonomik ve siyasi egemenliklerinden ödün vermeden döviz kuru düzenlemelerinin sağladığı istikrardan faydalanmışlardı. Katılımcı ülkelerin belirli yakınsama kriterlerini karşılaması gerekse de, sistem ülkelerin iç ihtiyaçlarını yeterince karşılayabilecek şekilde esnek tutulabilir. Ayrıca, bu istatistiksel para birimi yalnızca katılımcı para birimleri için bir çıpa görevi görüp oynaklığı azaltmakla kalmaz, aynı zamanda, tıpkı ECU’da olduğu gibi, ticaretin faturalandırma ve ödeme birimi olarak ve devlet tahvili ihraçlarında değer birimi olarak da kullanılabilir. En önemlisi, bu sistem, katılımcı ülkelere ABD dolarına olan bağımlılıktan ve onun artan hakimiyetinden uzaklaşma imkanı sağlayacaktır.

Tarih, bir para biriminin gücünü, onu ihraç eden ülkenin uluslararası itibarından aldığını göstermiştir. Dolayısıyla Trump’ın tehditleri, öfke nöbetleri ve keyfi tutumları, ülkesinin itibarını kaçınılmaz şekilde zedelemektedir. Şu anda doları ayakta tutan tek şey, geçerli bir alternatifin bulunmamasıdır. Ülkelerin ticaret hadlerini ve ekonomik refahını belirleyen para birimleri, tek bir bireyin kaprislerine bırakılamayacak kadar ciddi bir konudur.