Gençler arasında giderek yaygınlaşan “ev genci” olgusu artık basit bir sosyolojik tanımın ötesine geçiyor. Birçok genç, “nasıl olsa zamanla düzelir” diyerek yıllarını aile evinde geçiriyor. Ancak bu bekleyiş çoğu zaman bir dönüşüme değil, bir durağanlığa dönüşüyor. Üniversite bitiyor, diplomalar duvara asılıyor ama hayat bir türlü başlamıyor.
Uzmanlara göre bu durum, sadece ekonomik değil; psikolojik ve toplumsal bir mesele. Çünkü her geçen yıl, o “kaçan tren” biraz daha uzaklaşıyor. Kendi alanında çalışmayı, “doğru zamanı” bekleyen gençler, bir süre sonra hem mesleklerinden hem de kendilerinden uzaklaşmaya başlıyor. Hayat deneyimi edinemedikçe özgüven kaybı artıyor, aileye bağımlılık ise derinleşiyor.
Evde kalmak bir konfor alanı gibi görünse de aslında sessizce kabullenilmiş bir yoksulluğa dönüşüyor. Çünkü gelir yok, üretim yok, aidiyet hissi yok. Ailelerin bütçesi tükenirken, gençler de kendi yaşamlarının sorumluluğunu üstlenmekten uzaklaşıyor.
Sosyologlara göre bu tablo, sadece bireysel değil toplumsal bir alarm. Zira “ev gençleri” artık bir istisna değil, yeni bir kuşağın gerçeği. Her geçen yıl biraz daha geç kalıyor, biraz daha yabancılaşıyorlar.