Osmanlı’da sadaka taşı var mıydı?

Osmanlı dünyasında sosyal dayanışma, toplumsal yapının temel taşlarından biri olarak kabul edilmekteydi. Bu bağlamda, ihtiyaç sahiplerine yardım etmenin zarafeti ve gizliliği üzerine kurulmuş çeşitli uygulamalar geliştirilmiş, bu uygulamalardan biri de "sadaka taşı" olarak bilinen yardımlaşma araçları olmuştur. Sadaka taşı, tarihsel kaynaklarda ve popüler anlatılarda, genellikle Osmanlı dönemi şehirlerinde önemli unsurlarından biri olarak yer almaktadır. Bu taşlar, çoğunlukla cami avlularında, türbelerin ya da tekkelerin girişlerinde veya hazirelerin (mezarlıkların) bir köşesinde konumlandırılmıştır. Biçimsel olarak sütun gövdesini andıran bu taşların üst kısmında, fazla derin olmayan ve "zıvana deliği" olarak adlandırılan küçük bir çukur yer alır. Bu çukur, sadaka bırakılması amacıyla özel olarak tasarlanmış olup fonksiyonel bir amaca hizmet ettiği söylenir.
Sadaka taşları, sadece "sadaka taşı" olarak değil; aynı zamanda halk arasında "zekât taşı", "fukara taşı", "hacet taşı" gibi farklı adlarla da anılmıştır. Bu isimlendirme çeşitliliği, taşların işlevsel yönünün yanı sıra halk arasındaki kabulünü ve kültürel anlamını da yansıtmaktadır. Anlatılanlara göre, maddi durumu iyi olan kişiler, kimseye göstermeden ve genellikle gece karanlığını tercih ederek bu taşlara sadakalarını bırakırlardı. İhtiyaç sahibi kişiler ise toplum önünde mahcup olmamak adına bu taşlardan sadece ihtiyaçları kadarını alır, fazlasına el uzatmazlardı. Böylece, yardımı veren kişi gösterişten ve riyadan uzak kalırken, alan kişi de dilenme gibi bir durumla karşı karşıya kalmadan onurunu koruyarak ihtiyacını karşılayabilmekteydi. Bu yönüyle sadaka taşları, Osmanlı toplumunda hem verenin hem de alanın izzetini gözeten bir sosyal yardımlaşma biçiminin tezahürü olarak kabul edilirdi.
Sadaka taşlarının Osmanlı toplumsal yapısındaki yerini anlamlandırmak ve meşruiyet zemini oluşturmak amacıyla, bu uygulamanın İslami kaynaklar, özellikle de Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şerifler çerçevesinde açıklanmaya çalışıldığı görülmektedir. Sadaka verme biçimleriyle ilgili ilahi emir ve önerilerin, toplumsal hayata nasıl yansıdığına dair önemli bir örnek teşkil eden sadaka taşları, yalnızca mimari ya da sosyolojik bir olgu olarak değil, aynı zamanda dini referanslarla da anlam kazanmaktadır.
Kur’an-ı Kerim’in Bakara Sûresi’nde yer alan bazı ayetler, sadaka taşlarının ortaya çıkışına kaynaklık ettiği düşünülen temel ilkelere işaret etmektedir. Özellikle 271. ayette, "Sadakaları açıkça verirseniz ne güzel! Ama onları gizlice verir ve yoksullara ulaştırırsanız bu sizin için daha hayırlıdır..." şeklindeki ilahi beyan, sadakanın gizli bir şekilde verilmesinin, gösterişten uzak, samimi ve ahlaki bir davranış olarak kabul edildiğini ortaya koymaktadır. Bu ayet, sadakanın mümkün olduğunca sessiz ve mahrem biçimde verilmesini teşvik etmekte, verenin riya ve kibirden; alanın ise mahcubiyet ve utançtan korunmasını amaçlamaktadır.
Bakara Sûresi’nin 273. ayeti ise, toplumda görünürde ihtiyaç sahibi gibi durmayan ancak gerçekte muhtaç olan bireylerin varlığına dikkat çeker. Ayette, "Sadakalar, kendilerini Allah yoluna adamış, yeryüzünde kazanç peşinde koşamayan yoksullara aittir. Bilmediklerinden dolayı onları zengin sanırsın; fakat sen onları simalarından tanırsın. Onlar, insanlardan yüzsüzce bir şey istemezler..." denilmektedir. Bu ayet, toplumsal hayatta muhtaç olduğu hâlde mahcubiyetinden ötürü yardım istemeyen kimselerin varlığına işaret etmekte ve bu kimselere yönelik özel bir hassasiyetin geliştirilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. İşte sadaka taşlarının varlığını kabul edenler, bu ayetleri referans alarak, söz konusu kişilere yardım eli uzatmak amacıyla böyle bir uygulamanın geliştirildiğini ileri sürmektedir.
Sadakanın gizli verilmesi, İslam ahlakı açısından yalnızca yardımın maddi boyutunu değil, aynı zamanda manevî boyutunu da kapsayan bir hassasiyetin tezahürüdür. Bu yaklaşım, yardımın şova dönüştürülmeden, sadakayı alan kişinin izzet-i nefsini zedelemeden yapılması gerektiğini ifade eder. Aynı zamanda, başkalarının kıskançlık duygularını tetiklememek ve toplumda sosyal gerginlik yaratmamak gibi daha geniş toplumsal yararları da gözetir.
Bu anlayış, sadaka verme ahlakına ilişkin hadisleriyle de desteklenmiştir. Nitekim Hz. Peygamberimiz (sav) “Sağ elin verdiğini sol el bilmemelidir” buyurarak sadakanın gizli verilmesini ve bu yolla yardımın riya ve gösterişten arındırılmasını öğütlemiştir.

Sadaka taşlarıyla ilgili halk anlatıları ve geleneksel yorumlar, bu yapıların yalnızca bireysel yardımlaşmayı değil, aynı zamanda olağanüstü durumlarda toplumsal sağduyunun bir tezahürü olarak da işlev gördüğünü ileri sürmektedir. Bu bağlamda, özellikle bulaşıcı hastalık dönemlerinde, hastalarla doğrudan temasın sakıncalı olduğu durumlarda sadaka taşlarının aracı bir mekanizma olarak kullanıldığına dair rivayetler mevcuttur. Bu anlatılara göre, bulaşıcı hastalıklara yakalanan bireylerin ihtiyaç duyduğu maddi yardımlar, doğrudan temas kurulmaksızın sadaka taşları aracılığıyla kendilerine ulaştırılmış. Böylece hem yardım ihtiyacı karşılanmakta hem de hastalığın yayılma riski en aza indirilmeye çalışılmış.
Ayrıca, sadaka taşlarının kullanımının sadece lokal düzeyde kalmadığı, zaman zaman farklı semtlerdeki yoksulların da ihtiyaçlarını karşılamak üzere başka mahallelerde bulunan sadaka taşlarına yöneldiği ifade edilmektedir. Bu durum, sadaka taşlarının yalnızca belirli bir çevreye değil, genel toplumsal yarara hizmet eden, kapsayıcı bir sosyal yardımlaşma aracı olarak görüldüğüne işaret etmektedir. Sadakaya ihtiyaç duyan bireyler, kendi semtlerindeki taşlarda yeterli yardım bulamadıklarında, komşu mahallelerdeki sadaka taşlarına giderek ihtiyaçları kadar yardım almış.