Kaliforniya Güneşinden iPad Ekranına: David Hockney

David Hockney
David Hockney

David Hockney yalnızca bir ressam değil, görmenin anlamını sorgulayan ve görsel algıyı yeniden tanımlayan bir sanatçıdır. İngiltere'nin sanayi kentlerinden başlayan yolculuğu, onu Kaliforniya'nın havuzlarından dijital ekranlara, klasik perspektiften çoklu bakışlara taşıdı. Tablolarında sadece manzara ya da insanlar değil; zamanın akışı, sesin hissi ve geçmişin izleri de vardır. Bu yüzden Hockney’nin resimlerine bakmak, sadece görmek değil, hissetmek ve düşünmektir.

Gri Kentlerden Mavi Havuzlara

David Hockney, 1937’de İngiltere’nin sanayi kentlerinden Bradford’da, işçi sınıfı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası Kenneth muhasebeciydi, annesi Laura ise sessiz ama destekleyici bir ev hanımı. Mütevazı bir evde büyüdü, fakat küçük yaşlardan itibaren resme olan ilgisi dikkat çekiciydi. Ailesi, bu tutkusunu hep teşvik etti.

Eğitim gördüğü Bradford Grammar School’da yeteneği daha da belirginleşti. Perspektif, anatomi ve litografi gibi temel tekniklerde ustalaşmaya başladı. Bu dönemde sanatın hayatı olacağına karar verdi ve önce Bradford School of Art’a, ardından prestijli Royal College of Art’a kabul edildi. Burada Francis Bacon, Alan Davie ve R. B. Kitaj gibi dönemin önemli sanatçılarıyla tanıştı. Onlardan hem teknik hem de ifade gücü anlamında beslendi. Bacon’ın çarpıcı duygusal anlatımı, Davie’nin enerjik soyutlamaları, Hockney’nin sanatına kendi imzasını atmadan önce iz bıraktı.

Fakat gerçek kırılma, 1960’ların ortasında geldi. İngiltere’nin kapalı, sisli havasından sıkılan Hockney, rotasını Amerika’ya çevirdi ve Los Angeles’a taşındı. Burada bambaşka bir dünyayla karşılaştı: güneşli havuzlar, camdan evler, palmiye ağaçları, açık havada geçen günlük hayat… Kaliforniya’nın parlak ışığı, sadece yaşamını değil, resimlerini de değiştirdi. Hockney, bu yeni atmosferi tuvaline taşıdı ve adeta kendine özgü bir “görsel alfabe” yarattı.

  • We Two Boys Together Clinging,1961
  • David Hockney’nin kariyerinin ilk yılları, teknik becerisiyle yaratıcılığını buluşturduğu, kendi sanat dilini kurmaya başladığı bir dönemdir. Bu dönemin dikkat çeken eserlerinden biri We Two Boys Together Clinging, Pop art etkileri taşıyan deneysel tarzıyla öne çıkar. Metin ve imgeyi bir araya getiren bu tablo, geleneksel resim anlayışına karşı yeni bir yaklaşım sunar. Eserin adı, Amerikalı şair Walt Whitman’ın Leaves of Grass kitabındaki, erkekler arası dostluk ve dayanışmayı anlatan bir şiirden alınmıştır.

  • A Bigger Splash, 1967.
  • 1967 tarihli A Bigger Splash, sanatçıyı uluslararası üne kavuşturan havuz serisinin başlangıcıdır. Kaliforniya’ya duyulan hayranlığı ve Amerika ile İngiltere arasındaki kültürel farkları yalın ama etkileyici bir şekilde yansıtır. Los Angeles’ın modern evleri, güneşli havası ve açık hava yaşamı tabloya neredeyse fotoğraf gibi net bir biçimde aktarılır. Ancak asıl çarpıcı olan, suyun hareketini ve ışığın yansımasını tuvale taşıyan teknik ustalıktır. Tüm bu durağanlığın ortasında sadece bir anlık enerji patlaması vardır: suya düşen birinin bıraktığı o ikonik sıçrama.

Dijital Göz

1965 ile 1990’lar arası, Hockney’nin sanatında büyük bir değişimin yaşandığı dönemdi. Kaliforniya’ya taşındıktan sonra havuzlar, modern evler ve açık hava yaşamı resimlerinde öne çıkmıştı; ancak 1970’lere gelindiğinde artık yüzeyin altına inmeye başladı. “Görmek nedir? Zaman ve mekân nasıl resmedilir?” gibi sorular, sanatını yönlendiren yeni arayışların merkezine yerleşti.

Bu dönemde geliştirdiği “joiner” tekniği, onun sanat anlayışında bir dönüm noktasıydı. Polaroid ve 35mm fotoğrafları bir araya getirerek oluşturduğu kolajlarda, bir anı tek bir karede dondurmak yerine, zamanı ve mekânı parçalayarak izleyiciye farklı açılardan deneyimleme imkânı sundu. Klasik perspektifi reddeden bu yaklaşım, izleyiciyi resmin içine çeken çoklu bir bakış dünyası yaratmıştı.

Aynı yıllarda sanatla kişisel hayatı daha da iç içe geçmişti. Özellikle 1970’lerde portreye yönelerek dostlarını ve sevgililerini sade ama derin bir duygusallıkla resmetmişti. Christopher Isherwood and Don Bachardy gibi çift portreler, yalnızca yüzleri değil, ilişkilerin ruhunu da yansıtıyordu. Bunun yanında, 1966’da başladığı sahne tasarımı çalışmaları da giderek önem kazandı. Glyndebourne Festivali ve Metropolitan Opera gibi sahnelerde yaptığı tasarımlar, mekânı ve ışığı nasıl düşünebildiğini gösterdi.

Tüm bu arayışlar, 1990’lara gelindiğinde onun hem klasik resme hem de yeni medyalara duyduğu ilgiyi birleştiren daha özgür ve deneysel bir dil geliştirmesine yol açtı. Faksla sanat üretme girişimi, bilgisayarla çizim deneyleri ve büyük boyutlu sahne kolajları, gelenekselle dijitali birleştiren vizyonunun erken örnekleriydi.

  • Mr and Mrs Clark and Percy, 1970–71.
  • Gündelik bir anın içine sızan sessizlik, iki insan arasındaki görünmeyen mesafeyi açığa çıkarır. Mr and Mrs Clark and Percy, klasik çift portresini çağdaş bir bakışla ele alırken, sadece bir ilişkiyi değil, bir ruh hâlini de yansıtır. 1970–71 yıllarında tamamlanan bu tablo, Hockney’nin yakın dostları Ossie Clark ve Celia Birtwell’i Londra’daki evlerinde, tanıdık ama sorgulayıcı bir atmosfer içinde gösterir. Tate Britain koleksiyonunda yer alan eser, modern İngiliz portreciliğinin en çarpıcı örneklerinden biri kabul edilir.

  • Pearblossom Hwy., 11–18th April 1986, #2, 1986.
  • İlk bakışta sıradan bir otoyol kavşağı gibi görünen bu manzara, yaklaştıkça parçalanır, derinleşir ve adeta konuşmaya başlar. Pearblossom Highway, 1986’da Kaliforniya’daki Antelope Valley yakınlarında, bir hafta boyunca farklı açılardan çekilmiş yüzlerce Polaroid fotoğrafın bir araya gelmesiyle oluşmuştur. Fotoğraf gibi görünse de, aslında bir resim gibi davranır; tek bir bakış açısına değil, çoklu bir algıya dayanır. Eserin adıyla birlikte verilen 11–18 Nisan 1986 tarihi, görüntünün yalnızca bir anı değil, zaman içinde oluşmuş bir süreci yansıttığını gösterir.

  • Mulholland Drive: The Road to the Studio, 1980.
  • 1980’de tamamlanan ve yaklaşık 6,5 metre uzunluğundaki bu tablo, Hockney’nin evinden stüdyosuna uzanan yolu temel alır. Akrilikle oluşturulan canlı renk alanları derinlikten arındırılmış, böylece bakıştan çok duygu öne çıkarılmıştır. Kompozisyonun ritmik yapısı, renk ve biçimlerle adeta görsel bir müzik hissi yaratır. Başlangıçta Los Angeles County Transportation Commission için hazırlansa da, boyutu ve duygusal yoğunluğu nedeniyle bir kamu afişi olmaktan çıkarak bir sanat eserine dönüşmüştür.

Renkle Yeniden Doğuş

2000’li yıllarda Hockney, yıllarca yaşadığı Los Angeles’tan ayrılarak çocukluğunun geçtiği Yorkshire kırsalına döndü. Bu dönüş, sanatında önemli bir değişimin başlangıcıydı. Doğayla kurduğu doğrudan temas, onu yeniden açık havada resim yapmaya yöneltti. Aynı zamanda geçmişine, çocukluk anılarına ve kişisel belleğine de dönerek, bu duyguları tuvallerine taşıdı.

Bu dönemde sadece geleneksel tekniklerle yetinmedi; dijital dünyanın olanaklarını da keşfetmeye başladı. 2009’dan itibaren cep telefonu ve tabletle çalışmaya yöneldi. iPhone ve iPad’le yaptığı canlı, parmakla çizilmiş resimler; renklerin serbestçe aktığı, gözlemlerin anında kaydedilip paylaşıldığı yeni bir anlatım biçimi sundu.

2011’de Londra’daki Royal Academy of Arts’ta açtığı sergi, dijital ve klasik eserlerini ilk kez bir araya getirdi ve büyük ilgi gördü. Ardından Paris, New York ve Los Angeles’ta açılan sergilerle bu üretim tarzı tüm dünyada yankı buldu.

Bugün 87 yaşında olan Hockney, hâlâ üretmeye devam ediyor. Teknolojiyle sanatı buluşturan yaklaşımı sayesinde yalnızca bir ressam değil, görsel algının sınırlarını genişleten çağdaş bir öncü olarak anılıyor.

  • Bigger Trees Near Warter, 2007.
  • Yaklaşık 12 metre genişliğinde ve 50 ayrı tuvalden oluşan Bigger Trees Near Warter, Hockney’nin bugüne kadarki en büyük çalışmasıdır. Yorkshire’daki bir ağaç grubunu hem gözlemlerine hem de belleğine dayanarak resmetmiştir. Eser o kadar büyüktü ki, İngiltere Kraliyet Sanat Akademisi’nde sergilenebilmesi için özel bir salon düzenlemesi yapıldı. Hockney ayrıca her paneli dijital olarak da arşivleyerek, bu tabloyu hem fiziksel hem dijital bir sanat eserine dönüştürdü.

  • The Queen’s Window, 2018.
  • Kraliçe II. Elizabeth’in tahttaki 65. yılı için tasarlanan bu özel vitray pencere, Hockney tarafından iPad’de çizildi ve usta zanaatkârlar tarafından hayata geçirildi. Ancak Hockney’nin amacı kraliyeti yüceltmek değil, İngiliz doğasını onurlandırmaktı. Bu yüzden vitrayın merkezine, kırsal İngiltere’yi simgeleyen alıç çiçeklerini yerleştirdi. Gelenekle teknolojiyi buluşturan bu eser, hem zarif hem yenilikçiydi.