Yüz ve kişilik: Kendi yüzüne bakmayı öğrenmek

Nöropsikolojik çalışmalar beyin görüntüleme yöntemleriyle kanıtlamıştır. Doğdukları andan itibaren, bebeklerin beyinlerinin insan yüzüne verdiği tepki, cansız varlıklara veya diğer canlılara kıyasla daha yoğundur. Yani biyolojik olarak insan yüzünü algılamaya yatkın hatta programlı bir şekilde doğuyoruz. İnsan doğduğu andan itibaren ötekinin varlığını arıyor; sesine yöneliyor, temasıyla sakinleşiyor, yüzünü seçiyor. Ötekinin varlığına ulaşmak, kendisinin de varlığının kanıtıdır zira. Boşlukta savrulan, boşluğa düşen değildir bir ötekinin varlığına çarptığında, yalnız değildir.
Bir ötekini evvela yüzünden tanımaya çalışırız. Örneğin yanımıza birisi yaklaştığında, bir odaya girdiğimizde, kalabalıklara karıştığımızda insanların koluna bacağına, boyuna posuna değil yüzüne bakar, kiminle temastayım sorusuna yanıt vermeye çabalarız. Biri bize bir şey anlatırken dilinden dökülenlerle yüz ifadelerindeki tutarlılığı ararız farkında olmadan. Tanımadığımız bir insana güvenip güvenemeyeceğimizi yüzünden anlamaya çalışırız.

Doğduğu andan itibaren yüzleri seçmeye programlanmış insan fıtratı için öteki yüzler büyürken de önemlidir. Panikleyen bir bebek ebeveyninin yüzündeki sükûnetle sakinleşebilir.
Sıfır-iki yaş arasındaki bazı bebekler, yapmaya izni olmadığı bir şeyi yapmaya yeltendiklerinde izin almaya çalışır gibi bakım vereninin yüzüne danışırlar. Bu bebekler yetişkinin sebep olduğu bir şeyden dolayı hayal kırıklığına uğradığında, onun gözünün içine bakarak ağlar, teselli ister gibi. Bazen kendi sınır alanını tanımak istediğinde, yetişkinin yüzüne bakarak döker elindeki yemeği, meydan okur gibi. Yeni bir şey keşfettiğinde, koltuktaki bir oyuncağı yerine yerleştirebildiğinde örneğin, heyecanla yetişkinin yüzüne bakar, heyecanına katılmasını diler gibi.
Büyürken ebeveynlerimizin yüzüne bakıyoruz doğru muyum, yanlış mıyım; iyi gidiyor muyum yoksa durmalı mıyım sorularının yanıtlarıyla kim olduğumuzu, kim olabileceğimizi şekillendirmeye çalışıyoruz. İlkokul yıllarıyla birlikte çevremizdeki yüzler artıyor. Okul serüveniyle birlikte toplumsal hayattaki varlığımızı deneyimlemeye başlıyoruz. Okul yıllarından hatırladığı yüzler vardır hepinizin. Belki bir soruyu doğru bildiğinizde öğretmeninizin aferin bakışı, belki akranlarınızın onaylamadığı bir şey yaptığınızda yüzlerindeki ayıplama ifadesi, ödevinizi unuttuğunuzda öğretmeninizin vereceği tepkiyi yüzünden ölçmeye çalıştığınız bir an, bir arkadaşınızın yeni kalemliğinize imrenerek baktığı bir an... Ergenliğe doğru ebeveynlerin yüzleri daha az hesaba katılırken akranların yüzleri daha merkeze geliyor. Bir grup tarafından onaylanmak, kabul edilmek için yüzleri izliyoruz bu sefer de.

Sosyal medyanın varlığı, ötekilerin gözlerinin önüne sunulan hayatlarıyla bu durumu âdeta başka bir seviyeye taşıdı. İnsanlar mahrem hayatlarını, çocuklarını, kariyerlerini, hayallerini hatta ideolojilerini bir portföy olarak ötekilerin yargısına sunuyor. Ekranın diğer ucunda yazdıklarının başka bir insana temas ettiğini çoğu zaman unutan ötekiler ise portföyde izlediklerini bazen överek göklere çıkarıyor, bazen yererek toprağa gömüyor. Artık yüzünü bile görmediği, belki hiç görmeyeceği hayaletlerin yargıları da şekillendiriyor günümüz insanını. Nerede yemek yiyeceksin, kaşının şekli nasıl olmalı, dip boyan geldiğinde tazeleyecek misin yoksa beyazlamasına izin mi vereceksin, çalışan kadın olmak mı daha iyi yoksa hâli vakti yerinde bir bey bulmak mı, çocuğuna yeterince duyusal oyun oynattın mı, ipeklerin modası geçti artık yüzde yüz pamuklu şallar mı, sosyal medyanın bir fikri var bu konuda? Bir yandan beklentisi yüksek narsisistik bir ebeveyn, bir yandan ne zaman neyi ne kadar talep edeceği belli olmayan borderline bir ebeveyn âdeta. Sosyal medyanın ruhsal dünya üzerindeki etkisi tartışmaya açık olmayacak şekilde bariz. Zira sosyal medya üzerinden yaşanan olaylar tıpkı gerçek dünyada yaşananlar gibi, bu olaylar benzer değil aynı etkiyle geliyor seans odalarına.
Ötekinin yüzüyle şekillenmek
İşte böylece insan geçtiği bütün gelişimsel dönemlerde tam da böyle olması gerektiği gibi ötekinin yüzüne bakarak kendisini şekillendiriyor. Doğuştan getirdikleriyle birlikte ailenin, kişinin yaşadıklarının, çevresinin, sosyal, politik, ekonomik koşulların bireyi şekillendirmesi sünnetullah. Modern psikolojinin aşıladığı gibi korkunç bir şey değil. Zira bu şekilde önce ham bir versiyonumuz çıkıyor ortaya. Sonra ince işçilik kısmı başlıyor hikâyenin. Bir danteli örer gibi, bir heykeltıraşın taşı şekillendirmesi gibi yoğrulan bir hamur gibi benliğimiz üzerinde çalışmak demek bu. Nefsin kemalat yolculuğu, aynada kendimizle yüzleşmeyi gerektiriyor. Hataları bir ötekinde veya koşullarda aramadan, aynı zamanda ötekilerin ve koşulların olana ve duruma katkısını göz ardı etmeden, denge dahilinde bir yüzleşme bu. İnsanın yüzüne bakmaya cesaret etmesi, kendi gözlerine bakması, gördüklerinin sorumluluğunu alması, sorumluluğun altında yıkılmadan kendiyle ilgili edindiği bilgileri yaratılış amacı için kullanacağı bir içsel karşılaşma.

Bagaj diyorlar şimdilerde geçmişin yüklerine. Gözümün önüne Keloğlan’ın çıkınını taşıdığı uzun sopası geliyor böyle söylediklerinde. Çıkına bir sürü çıkarım sığdırıyor insan yıllar içinde. Büyürken en küçük hatasında çatılan kaşlar görüyor, hata yaparsam sevilmem giriyor çıkına gizli gizli. Çevresinde evine temizlik için yardım satın alırken bile önden evi toplayan, evine canlı dönemez de ardından evi de kirliymiş derler korkusundan yolculuğa çıkarken etrafı derli toplu bırakan kadınlar görüyor, şartlar ne olursa olsun toplum evimi temiz görmeli giriyor çıkına. Kocaman devlet adamlarının başlardaki örtüye ulaşmak için aracı kıldığı kolluk kuvvetleriyle muhatap oluyor, yıllar sonra üniformalı güvenlik görevlisi dahi gördüğünde bedeninde alarm veren tehlike çanları giriyor çıkına. Bir dönem geçirdiği ekonomik zorluklardan sonra, elin bol bereket görse de biriktireceksin çünkü yokluk gelebilir, giriyor çıkına. İşte bu evvelden bahsedilen ham hâlimiz.
Aynada kendi yüzümüze bakmak biraz da bu çıkını açmak demek. Çıkını açmak, çıkarımların peşine düşmek, bu çıkına nerden geldi keşfetmek ve bazen de keşfedememek, bu çıkarım hâlâ geçerli mi diye hakikat süzgecinden geçirmek, süzgeçten kalanları geleceğe tecrübe diye ceplerimize doldurmak, süzgecin altında kalanlarla ilgili kendimize dikkat işaretleri koymak. Bak nefsim, senin bu noktada, çıkınından gelen çıkarımdan ötürü verdiğin şöyle bir tepki var. Artık bu tepkiyi otomatik vermek yerine, tam bu çıkarımın farkındalığından ötürü yeni bir seçim yapmaya ne dersin? Bu seçimleri yapmak ham olan hamuru yoğurmak demek. Geçmişin yüzlerinin şekillendirdiği çıkınlarımızı gözden geçirmeye, böylece kendi yüzümüzü ve kimliğimizi şekillendirmeye giden yol oldukça yüksek emek ister çünkü tam bu noktada hem biyolojik hem ruhsal bir süreç işlemektedir.

Kimliğin inşası
İnsan beyni, tekrar eden davranışları tanır, bunları kodlar ve zamanla otomatikleştirir. Öğrenilen bir davranış ne kadar sık tekrar edilirse, sinir hücreleri arasında kurulan bağlantılar (sinaptik yollar) o kadar güçlenir. Bu da bir davranışın giderek daha az bilinçli çaba gerektirir hâle gelmesi demektir. Çünkü beyin enerji tasarrufu sağlamak için tekrar eden kalıpları bir “otomatik pilot” moduna alır. Bir davranışı ilk kez yaptığımızda beynin kortikal (yani bilinçli, düşünsel) bölgelerinin aktif olduğunu; ancak o davranış alışkanlığa dönüştükçe, kortikal aktivitenin azaldığını, yerini bazal gangliyonun otomatik süreçlerine bıraktığını gösterir. Bu durum, bir yandan hayatı kolaylaştırırken diğer yandan bireyin kendini fark etmesini ve yeni seçimler yapmasını zorlaştırır.
Dolayısıyla çıkınınızda taşıdıklarınızı beyniniz otomatik pilota alacak derecede öğrendi ve şimdi yeni seçimler yapmakta zorlanıyor. Kendinize dair yeni öğrendikleriniz, hakikat süzgecinden geçirdiğiniz yeni çıkarımlarınız için beyninizin her seferinde otomatik pilottan çıkması, fazladan enerji harcaması gerekiyor. Güzel olan haber, yaratıcının şefkatli eli burada devreye giriyor. Beyin yapısal olarak doğumdan ölüme dek şekillenebilen bir organ. Yani çetrefilli de olsa, büyük emekler de istese, insan ince işçiliği yapmaya gönüllü olunca gönüllü olmadığı zamanlarda da sorumluluğunu almaya razı olunca çıkarımlarını değiştirmesi mümkün. Bu farkındalık, ardından gelen eylemle birlikte dönüşen alışkanlıklar, sonrasında irade gücüyle şekillenen alışkanlıkların nihayetinde kimliği inşa etmesi insanın büyüme yolculuğu.

Peki edindiğimiz yeni alışkanlıkların kimliğimizi inşa ettiğini nasıl anlıyoruz? Biyolojik perspektiften, bir davranışı gerçekleştirdiğimizde artık beynin edinilen yeni davranışı, seçimi veya yanıtı otomatik pilotta vermesi demek. İslam ahlâkı kuramcısı Ahmet Hamdi Aksekili de bir meziyetin ahlâka dönüşmüş olmasını bu şekilde tanımlıyor; kendiliğinden, zorlanmadan, hesaplamadan, düşünmeden, akışta sadır olan. Şimdilerde modern psikolojinin yapmaya yeltendiği, dünyevi bütün ideolojilerin, semavi dinlerin, tasavvufun yapmaya çalıştığı şey bu, insanın kimliğini inşa etmek. Psikanalist Salman Akhtar, iyi yapılanmış bir kimliği oluşturan etkenler olarak şunları sıralıyor; sürdürülen kendilik aynılığı, farklı toplumsal ortamlarda aşağı yukarı benzer karakter özelliklerin sergilenmesi, gerçekçi beden imgesi, kendilik yaşantılarında süreklilik, içtenlik, kişinin toplumsal cinsiyetinin netliği ve aynı cinsiyetle özdeşimlerinin baskınlığı, içsel doygunluk duyumunun sürekliliği ve buna bağlı olarak huzur içinde yalnız kalabilme kapasitesi, yeterince içselleştirilmiş vicdan, bir aile ve etnik grubun ülkülerine içten bağlılık.

Şimdi yazının gidişatını bağlamak gerekirse, insanın kendini inşa etmeden evvel kendiyle gerçek bir karşılaşma yaşayarak aynada gördüğüyle yüzleşmesi, bunun için o güne dek hesaba kattığı öteki yüzleri memnun edememeye bağlı tahammülsüzlükle kalabilme kapasitesini güçlendirmesi, kendine giden yollardaki içsel engelleri keşfedip onları hakikat gözlüğünden yeniden değerlendirmesi ve en nihayetinde yeni davranış seçimleri yaparak ve tutarlılıkla sürdürerek kendini inşa etmesi onun büyüme yolculuğudur. Peki, nereden ve nasıl başlamak gerek? İnsan kendini nasıl tanır?
İnsan hikâyesini anlamlandırırken geçmişi önemlidir lakin bu işin sırrı esasında anda’dır. Kişinin kendisini tarafsız bir yerden gözlemleyebilme kapasitesi geliştikçe kendisini tanıyacak hakikate yakın bilgileri biriktirebilmeye başlar. Duygularıyla düşüncelerini birbirine karıştırmadan, ötekinin zihnini tahmin etmeden, kendisinin ve başta yakınları olmak üzere diğerlerinin ayrı bireyler olduğunun farkında olarak kendisini bahanelerle kurtarmadan, idealize etmeden, beyazı ve siyahı sertçe bölmeyerek ve gri alanlara da izin vererek, neredeyse kuş bakışı bir kamerayla zorlandığı anları izleyebildiğinde gerçeğe yakın bir bilgiye erişebilir. Çoğu zaman bunu tek başına yapmak zordur, fakat imkânsız değildir. Birkaç yolundan bahsederek yazıyı sonlandıralım.

Diyete başlamak istediğinizde bazı uzmanlar bir hafta boyunca boğazınızdan geçen her şeyi ayrıntısıyla not etmenizi isterler. Çok yemiyorum aslında veya yeterli protein aldığımı düşünüyorum dediğiniz yerlerde işin çok da öyle olmadığını görürsünüz. Tıpkı bunun gibi iç dünyaya dair meselelerin üzerine düşmek, es geçmeden belki bir günlüğe not etmek, bir hafiye ciddiyetinde takip etmek, tefekkür etmek kişinin aynada yüzüne bakabilmesine yardım eder. Yüzünü tanıma yoluna girecekse bir kişi, yüzünde sadece nefsine hoş gelecek şeyler görmeyi bekliyorsa bu yola çıkmamak onun için daha iyidir zira sadece kibrini büyütmekle kalır. Hepimizin yüzünün karanlığa meyleden bir tarafı var. Her seferinde, her an iyi olmaya dair bir seçim yapıyoruz. Yüzümüzün karanlık tarafının farkında olmak iyiliğe dair seçim yapmayı yalnızca kolaylaştırır.

Bir diğer seçenek de etrafınızda size hakikati söyleyebilecek, hatırlatabilecek kendisi de dürüst ve kendisi de meseleleriyle ilgili sorumluluk alan dostlar bulundurmak. Lakin bunu yapabilmek için dostluk bağlarını egonun kırılganlığının üzerinde tutabilmesi gerek iki tarafın da. Kimsenin suya sabuna dokunmak istemediği, doğruyu hatırlatarak köyden kovulmak istemediği bir zaman diliminde bu konuda eyleme geçenlerden oluruz dilerim.
Şimdi seküler zihinlerimizin yanıtlamakta kısır kalacağı sorular düşüyor önümüze, benim gerek kendimde gerek dünyamda iyi gördüğümün gerçekten iyi olduğunu nereden bileceğim? Dostumun beni nefsiyle mi değerlendirdiğini yoksa gerçek verilere mi dayandığını nasıl ayırt edeceğim? İnananlar için burada bir müjde ve kolaylık var. Pergelin sabit ucunu Allah’ın ilkelerine oturtursak -her meselede bu böyledir elbette ama yazının konusu gereği özellikle insanın kendisiyle ve ötekilerle ilişkisinde- kendimize dair bulduklarımızı davranışa dökmeden evvel test edeceğimiz bir sabitemiz olur. Benzer şekilde, dostun salih olanını bulursak, ikimizin ilişkisinde yalnızca Allah’ın ilkeleriyle değerlendirildiğimiz neredeyse nötral bir zemin oluşabilir.

İnsan sözü nasıl da yoruyor. Demek istiyorum ki nihayetinde, yüzümüzü ararken başka yüzler içerisinde, kendimizi yeniden yanlış bir yerden inşa etmemek için dikkat etmemiz gereken önemli bir mesele var: “Hayır! Kim yüzünü Allah’a teslim eder ve o güzel davranışlarda bulunursa, onun mükâfatı Rabbinin katındadır…” (Bakara 2:112)