X-Raya takılan merhamet

Toplumdan yalıtılma önce önemli kamu kurumlarında, ardından “güvenlikli” yaşam alanlarında yani sitelerde, sonrasında kamuya ait olan binalarda/alanlarda yaygınlaştı ve ulaşım mekânlarını da içine almakta gecikmedi. Bu durumun kaçınılmaz oluşu ve insanların alışması ayrı konu ancak yeni durum yeni alışkanlıklar, kolaylıklar ve külfetler getirirken bir ölçüde samimiyeti, sıcaklığı ve merhameti de kapı dışında bıraktı. Sadece bunları değil elbette, kentin renkleri ve renkli hayatları da ulaşım mekânlarına giremez oldu.
Türk modernleşmesinin lokomotif kurumlarından biri olan demiryollarında elbette eskiden de deliler, meczuplar, kimsesizler, akşam yatacak yeri olmayanlar gar gazinoları/lokantaları dâhil belli başlı yerlere giremiyorlardı ancak gar/istasyon onların bir nevi eviydi, sığınağıydı. Gar müdürünün, istasyon şefinin nasıl bir adam olduğuyla da ilgili bu “çekimli durum” hemen her tren istasyonunda mekânın soyut hafıza peyzajlarından biri olduğu gibi o binalara ruh ve hayat veren orayı “istasyon” kılan özelliklerden biriydi.
O hafıza silindi. O havayı içine çeken istasyonların duvarları bile artık hatırlamakta zorlanıyor.
Gar delileri

Yakın zamana kadar her bir ayrı bir “âlem” olan gar delileri vardı. Bu delilerden bir istasyonun delisi olanlar kadar aynı anda birkaç istasyonun delisi olanlar vardı. Hem demiryolcular bu delilerin ihtiyaçlarını görür onlara merhamet gösterir, dualarını alırdı hem de deliler garlara ayrı bir renk katarlardı. Gözetim ve güvenlik kültürü ulaşımı korunaklı kılarken gar delilerini görmezden geldi ve koruma dışı bıraktı.
Kuşkusuz resmiyet önceden de vardı ancak önceki resmiyet, demiryolcular özelinde söylüyorum tatlı ve mesafeli bir resmiyetti. Mekânların değişmesiyle ve daha da resmileşmesiyle birlikte bu tatlılık yerini soğukluğa bıraktı.
Güvenliğin muhatap alınmadığı, gerektiğinde en son muhatap alındığı mekânın bütün kıvrımlarıyla, bükümleriyle, kuytularıyla insana güven verdiği zamanlarda özel güvenlik de, resmi güvenlik de yoktu. Mekân bekçilerinin görevi alanı steril kılmak değil varsa bir kavga müdahale ederek önlemek, bir haksızlık yapılmışsa gidermek, mekânın “beklendiği”, sahipsiz olmadığı fikrini diri tutmaktı.
Her ne kadar gruplaşmalar ve olsa da seyyar satıcılar bakımından alana giriş çıkış daha esnekti. İstasyonun içinde veya bitişik büfeler, çay bahçeleri, lokantalar dışında seyyar satıcılar istasyonlarda seyyar büfeler, seyyar çay/kahve ocakları, seyyar lokantalar, hatta seyyar mahalle dükkânları olarak dolaşırlar, yolcuların ve bekleyenlerin ihtiyaçlarını yerleşiklerden daha uygun fiyata karşılarlar, tipleriyle, duruşlarıyla, taşıma biçimleriyle istasyonu adeta bir çarşıya çevirirlerdi.
Bunlarda bir istasyonda binip diğerinde inen, malını trende satan, salt trende çalışanları vardı ki bu satıcıların müşteri ilişkileri ve ürün satma biçimleri istasyonlardakilerden farklı, özgün ve özeldi. Her biri dilinin ve mizacının çantasında usta bir aktör taşırcasına tiyatro ustasıydı. Uzun yol trenlerindekilere benzer banliyö trenlerinde de seyyar satıcılara rastlamak mümkündü. Bunlar biletli yolculardı; bilet memuru hoş görür, o da rızkını temin ederdi.

Kaçak yolcular
Güvenliğin artmasıyla birlikte “kaçak yolcu” da trenli ulaşım tarihimizin tozlu kompartımanlarına gizlendi.
Demiryoluna ait mekânlarda istediğiniz gibi dolaşma lüksünüz elinizden alındı; cep telefonuyla elbette fotoğrafınızı çekebilir, çektirebilirsiniz. Ancak, yolcu olmadan, bilet almadan, bilet alsanız bile izin almadan demiryolu mekânlarında sanatsal kaygılarla da olsa fotoğraf çekemezsiniz artık; çektiremezsiniz.
Diyelim tren karşılamak veya uğurlamak gibi huylarınız var; yolcu değilseniz treni perondan uğurlayamaz ve karşılayamazsınız. Dış kapıda yolcunuzu beklemek veya ondan ayrılmak zorundasınız. Oysa eskiden yalnızca peronda yürüme meraklısı insanlar vardı ve bunlara karışan olmazdı.
Eskiden istasyon güvercinleri için yem getiren, sadece onlarla ilgilenmek için istasyona gelen merhamet sahibi yaşlılar vardı ve bunların bir kısmı eski demiryolculardı. Kuşlara yem attıktan sonra gar müdürünün yahut istasyon şefinin çayını içerler, gar saatine göre saatlerini ayarlarlar, ömürlerini verdikleri trenli hayatın kısa süreliğine de olsa içine girmekle tekrar gençleşirlerdi. Zamanla güvercinler için tünek yerlerine kuşkonmazlar yapıldı, güvercinler de yeni, kameralı ve güvenlikli hayatla birlikte mekânı terk ettiler.

Gar saati dedim de… Artık gar saatleri de bir aksesuar olmaktan öteye işe yaramaz hâle geldi. Her peron başına elektronik tabelalar yerleştirildi.
Gar delileri yanında geceleri istasyonda geçiren evsizler, garipler, kimsesizler vardı ve bunların sayıları çok değildi. Bekleme salonunda olmasa bile istasyonun sıcak, münasip ve korunaklı bir yerinde bunların geceyi geçirmesine müsaade edilirdi. Sayısız insanla karşılaşmaktan olacak, ana garların görevlileri insan tanımakta mahirdiler, kim tekin, kim tekin değil, kimin ihtiyacı var, kim numara yapıyor bilirlerdi. Bu kimsesizler gar müdürünü “baba” olarak görürler, hatta yerine göre hırsıza arsıza karşı bir nevi gönüllü gece bekçiliği de yaparlardı. Sirkeci Garı’nda büyük bir soygun bu gariplerden birinin haber vermesi sayesinde önlenmişti. Artık garipler ve kalacak yeri olmayanlar için istasyon bir sığınak olmaktan çıktı, fildişi kuleye dönüştü.
Diyelim uzun yol trenlerinden birinden indiniz, kalacak yeriniz yok, otele gidecek paranız yok, ertesi gün işinizi halledip memlekete döneceksiniz, gar müdürüne hâlinizi anlattınız, bekleme salonunda sabah edebilirdiniz. O imkân benzer özellik gösteren otobüs terminallerinde vardı ancak istasyondaki sıcaklığı orada bulamazdınız.
Gardaki görevliler, garın yerlisi/müdavimi olan delileri, meczupları, kimsesizleri garın asıl sahiplerinden biri olarak görürlerdi ve her birinin mizacını bilirler, nabza göre şerbet verirler, her birine farklı dille takılırlardı. İşin garibi, deliler ve kimsesizler de her görevlinin ayrı ayrı mizacına uygun dil kullanırlardı. Bu münasebet hiçbir şekilde yolcuları ilgilendirmez ve onlara yansımazdı.
Garlarda yiten emniyet hissi
Şehrin “ana” merkezleri olan garların analık/ana olma özellikleri değiştiği gibi imajları da değişti. Merhametin, şefkatin, koruyucu ve kuşatıcı hissiyatın kalbi olan bu mekânlar bir yönüyle tekke özelliği arz ederlerdi. Gelene git, gidene kal demezlerdi. Çorba kaynamasa bile orada olmak insana ayrı bir emniyet hissi verirdi. Güvenlikli dönemle birlikte o emniyet hissi de soğuklaştı, dakikleşti; başka bir şeye evrilirken merhameti ve şefkati de çarkları arasında öğüttü.
Bırakalım bunları eski Türk filmlerindeki trenli sahnelerdeki sıcaklı bile şimdiki istasyonların ne kadar yalıtıldığını ne kadar steril kılındığını göstermeye fazlasıyla yeter. O sahneler doğal sahnelerdi; şimdi “kursanız” bile aynı doğallığı, aynı samimiyeti çekemezsiniz.

Türk modernleşmesini havi demiryolu kültürünü besleyen biraz da demiryolu mekânlarının şefkati ve merhameti içkin duruşları ve durumlarıydı. O duruş değişti, hâl ve gidiş başkalaştı. Ondan ki artık demiryolu hikâyeleri yazılmaz oldu; yazılsa bile o havayı yansıtmaktan uzaklar…
Uzun yıllar demiryolu lojmanında kaldım. Yakın zamanda lojmanların da içinde olduğu bölge önce demiryolları tarafından Milli Emlak’a, ardından Milli Emlak kanalıyla bir vakıf üniversitesine devredildi. Alandaki hizmet binaları idare mekânı ve derslik olurken, kaldığım lojmanı da öğrenci yurdu yaptılar. Ne zaman önünden geçsem, içimde tarif edilmez sızıların, sevinçlerin, heyecanların aniden, birbirine ulanarak uzun bir trene dönüştüğü duygular yaşıyorum; bu ayrı konu. Lojmanın bahçesinde birisi neredeyse lojmandan yaşlı beyaz parmak dut olmak üzere altı dut ağacı vardı. Dut mevsimi demiryolcu olmayan arkadaşlarım da rahatlıkla gelirler, dut yerlerdi. Devirden bir yıl sonraki dut mevsiminde evden lojmanın(!) dutlarından yemek niyetiyle çıktım; cadde üzerindeki kapıda üniversitenin güvenlik görevlisine laf anlatamadım ve hevesim kursağımda boynu bükük geri döndüm. Sandım ki üzgünlüğümü ardımdan bakan dut ağaçları da paylaştı; hafif bir rüzgâr esti, dallar sallandı ve dutlar döküldü.
Evet, bir rüzgâr esti ve o ağacın her dem taze meyveleri döküldü; artık başka meyveler veriyorsa da eski tadı yok.