Telkin veya müziğin zararlı etkisi

Telkin veya müziğin zararlı etkisi
Telkin veya müziğin zararlı etkisi

İnsan bilinçaltı duyduğu, gördüğü, okuduğu her şeyi kayıt altına alır. Bugün modern psikoloji birçok sorunun çözümünü ararken klişe tabirle “bilinçaltının derinliklerine inmeye” çalışır. İnsan farkında olmadan bir gün içinde binlerce sesi, sözü, görüntüyü, olayı kaydeder. Rüyaların saçma ve karışık olmasının nedeni de budur. Özellikle çağımızda görsele maruz kalmanın yoğunluğu nedeniyle berrak bir zihin ve kalp sahibi olmak imkânsıza yakın derecede zordur.

Bir insanın doğduğu andan itibaren duyduğu her söz bilinçaltına işlenmektedir. Psikoloji bilimine göre, kendi yemek yemek isteyen küçük bir çocuğa sarf edilen “Dur, dökersin!” sözü dahi o çocuğun yetişkinliğinde özgüven eksikliği olarak aksedebilmektedir.

Özellikle günümüz rap ve pop müzik piyasasında çok korkunç cümleler var. Suça teşvik denilebilecek cümleler de mevcut.
Özellikle günümüz rap ve pop müzik piyasasında çok korkunç cümleler var. Suça teşvik denilebilecek cümleler de mevcut.

Nitekim bilinçaltına yönelik birçok deney yapılmakta ve bu gerçek ispatlanmaktadır. Örneğin uzman bir hipnozcu bir deneğe elinde ateş parçası olduğunu telkin ediyor, deneğin elinde aslında buz olmasına rağmen defalarca telkin edilmesi sonucunda deneğin elinde yanık oluşuyor. Bilinçaltının kayıt altına alması, sonra kabullenmesi, deneğin psikolojik olarak o gerçeğe inanması nihayetinde bedeninde de aynı şekilde reaksiyonun oluşmasına sebebiyet veriyor.

Modern psikoloji biliminde 21 gün kuralı vardır. Bir insan 21 gün boyunca bilinçli bir şekilde aynı eylemi yaptığında, bilinçaltı o eylem için yeni bir klasör açar ve eylem artık o kişide refleks hâline gelir, otomatikleşir. Aynı yöntem İslam geleneğinde mevcuttur. Bir insan namaza başladığında 40 gün boyunca hiç aksatmadan kılarsa, onun artık namaz kılmaya alışacağı, zorlanmayacağı söylenir.

Düşünce, insan eyleminde en etkin güçlerden biridir. Hector Durville, Zihinsel Telkin kitabında “Düşünce çok önemli bir psişik kuvvettir, fizik kuvvetlerden daha çok bir kayba da uğramaz. Şiddetli bir arzu ile düşüncemizi aksettirince daima bir tesir meydana getirir. Şayet gayesine ulaşamazsa çıktığı noktaya geri döner ve onu aksettiren veya yayınlayan kimseye tesir eder.” demektedir. Tasavvufa baktığımızda da bazı tarikatlarda rabıta olayını aynı şekilde görürüz. Mürid, şeyhini düşünür. Düşüncesi yoğunlaşır. Şeyhinin suretini düşünerek ona benzemeye çalışır. Düzenli olarak kendisine şeyhini “telkin” eder. Bakıldığında fiziki bir eylem yoktur, düşünsel bir eylemdir sadece ama etkisi yoğundur.

P. C. Jagot, Telkin ve Hipnoz adlı eserinde “İnsan zihni ona tevcih edilen fikirlerin nüfuzunu, tesirini kabul etme, onlara katlanma kabiliyetine ve buna kuvvetli reaksiyonda bulunma kabiliyetine sahiptir.” der. Telkin öylesine kuvvetli bir etkiye sahiptir ki yüzlerce yıl hastaların tedavisinde kullanılmıştır.

 Arnold Böcklin.
Arnold Böcklin.

Üstelik telkinin illa planlı, kasıtlı olmasına da gerek yoktur. Hasta ile doktor ilişkisi buna en iyi örneklerden birini teşkil eder. Doktorun hasta başındaki tutum ve sözleri, hastaya yönelik hiçbir amaç taşımasa dahi hastada olumlu veya olumsuz bir yöneliş uyandırır. İçeriği olumsuz, umut karartıcı bir cümle veya tavır hastanın hastalığının artmasına neden olabilir. Aynı şekilde doktorun rahat tavrı, olumlu cümleleri hastanın iyileştiğine inanmasıyla gerçekten iyileşmesine yol açabilir.

Şimdi telkin ve hipnoz konusunda uzman isim olan Ali Babaoğlu’na kulak verelim: “Telkin denilen olgunun nasıl işlevlik ve etkinlik kazandığını daha iyi anlayabilmek için kişinin çevresindeki nesne, kişi ve olayların farkına nasıl vardığını bir parça yakından incelemek gerekir. Olup bitenlerden bize doğru ulaşan uyaranlar, duyu organlarımıza ulaştıktan ve onlarda gereken fiziksel ve kimyasal reaksiyonlara neden olduktan sonra, almaç adı verilen bu noktalar kendilerine bağlı olan sinir uçlarını uyarmış ve merkeze doğru bir ileti akımına yol açmış olurlar. Bu akım merkez sinir sisteminin yalnızca bir noktasını değil, pek çok yerini birden uyarır. Denilebilir ki sinir sistemine giren her uyarandan her an bütün sinir sisteminin, hatta bütün organizmanın haberi olur. Bizim farkında olarak algıladığımız uyaranlar dışında daha binlerce uyaran da aynı anda duyu organlarımıza ulaşır ve bedenimiz biz farkında olmadan hepsini alır, sinir sistemimiz onları sınıflandırır ve gereğini de gene biz hiç fark etmeden yapar. Örneğin, biz televizyonda heyecanlı bir gerilim ya da korku filmi izlerken, aynı anda yorulan bacağımızın yerini değiştirir, koltuktaki durumumuzu düzeltir, aynı anda kolumuzu kaşıyabilir ve dilimiz de kuruyan ağzımızı fark edebilir. Bu sırada kalbimiz de daha hızlı çarpma emri almakta, kan basıncımız da hafifçe yükselmektedir. Sinir sistemine bir kez giren hiçbir uyaran orada unutulmaz. Mutlaka bir yerde depolanır.”

P. C. Jagot, Telkin ve Hipnoz
P. C. Jagot, Telkin ve Hipnoz

Bir de Jung’tan örnek verelim: “Çalışkan ve sağlıklı bir sekreter hanım, o ana kadar hiçbir yakınması yokken, saat on sularında birdenbire bir baş ağrısıyla kıvranmaya başlar ve çalışamaz hâle gelir. Ortada görünür, bilinir hiçbir neden yoktur. Gerçekte ise o hanım iki hafta önce sisli bir sabah saatinde sevgilisini bir iş gezisi için uğurlamıştır ve adamın orada epey eğlenebileceği varsayımıyla belirsiz bir kıskançlık huzursuzluğu içindedir. O sabah, büroda çalışırken birden uzakta öten bir sis düdüğünü duymuş, bu düdük sesi ayrılış anındaki sisi, o da ayrılıştaki kavgayı anımsatarak günlerdir bastırılmış kaygının bir baş ağrısıyla patlamasına yol açmıştır. Kadıncağız o sis düdüğü sesini hiç fark etmemiştir ve bu gerçek hipnozda açığa çıkarılabilmiştir.”

Tek bir an dahi ufak bir benzerlikte vücudumuzda reaksiyona neden oluyorsa, sürekli maruz kaldığımız anlar -biz fark etmesek bile- kim bilir vücudumuzda asıl reaksiyonlar doğuracaktır? Bir de işin içine telkini eklediğimizde durum daha da ciddi bir hâl almaktadır.

Herkesçe bilinen meşhur deneydir: Bir adam aynı tohumdan iki tane alır ve saksıya eker. Birine her gün güzel cümleler, temenniler söyler, diğerine ise küfür eder, beddualar savurur. Güzel cümlelerin söylendiği çiçek muhteşem şekilde açarken, diğer çiçek açmaz bile.

Tek bir an dahi ufak bir benzerlikte vücudumuzda reaksiyona neden oluyorsa, sürekli maruz kaldığımız anlar -biz fark etmesek bile- kim bilir vücudumuzda asıl reaksiyonlar doğuracaktır? Bir de işin içine telkini eklediğimizde durum daha da ciddi bir hâl almaktadır.
Tek bir an dahi ufak bir benzerlikte vücudumuzda reaksiyona neden oluyorsa, sürekli maruz kaldığımız anlar -biz fark etmesek bile- kim bilir vücudumuzda asıl reaksiyonlar doğuracaktır? Bir de işin içine telkini eklediğimizde durum daha da ciddi bir hâl almaktadır.

Dini hayata baktığımızda da durum aynı değil midir? Bir insan neden zikir çeker? Bir insan neden salavat çeker mesela? Hz. Muhammed’in adını sürekli anar ki kalbi Hz. Muhammed sevgisiyle dolsun.

Çocuk yetiştirirken anne babalar ağızlarından çıkan sözlere neden dikkat eder? Bir çocuk sürekli aşağılanırsa, büyüdüğünde de kendini aşağı hissedecektir. Takdir edilmeyen çocuk, başarısız olacağına inanır.

Bütün buralardan nereye gelmek istiyorum? Geçtiğimiz sayıda modern sanatın kötüyü de rahatça işlemesinden bahsetmiştim ve müziği örnek olarak vermiştim. Telkin denildiğinde aklıma müzik geliyor. Özellikle Spotify’ın kullanıcıların o yıllık durumlarını açıklamasından sonra zihnim bu konuya ayrıca takıldı.

Carl Gustav Jung.
Carl Gustav Jung.

Listeden ve kullanıcıların inkâr etmemesinden şunu anlıyoruz: Bir insan ortalama günde bir saat müzik dinliyor. Bu bir saat boyunca birilerinin onun kulağına telkinde bulunması demektir.

Daha sonra Türkiye’de 2024 yılının en çok dinlenen şarkısı olan Cıstak’ın sözlerine baktım. “Vazgeçemiyorum bebek anla beni/ Bir senden bir de bu pislik hayattan” cümleleri bu şarkıda geçiyor mesela. Aynı şarkıda “Müziğimi cinsiyetçi bulmuş” sözü de geçiyor. Cinsiyetçi derken tam olarak ne kast ediliyor bilmiyorum ama bana daha çok kadınlara istediğini yapabilen bir tarz olarak geldi. Kadınlar cinsel bir obje, bunlar da semtçiymiş, canları ne isterse onu yapabileceklermiş. “Uzatma bebek, yat aşa” şeklinde bir söz var mesela. Şimdi bir insan düşünelim. Hadi bu insan, ergenlik çağındaki biri olsun. Kulaklığı takıyor ve bu şarkıyı dinliyor. Birisi ona her gün belki elli defa bu cümleyi kuruyor. Normal mi? İnanın özellikle günümüz rap ve pop müzik piyasasında çok korkunç cümleler var. Suça teşvik denilebilecek cümleler de mevcut.

Yunus Emre “Kişi bile söz demini/ Demeye sözün kemini” demiş. Söz, önemli. Sadece söylediğimiz söz değil, işittiğimiz söz de önemli.
Yunus Emre “Kişi bile söz demini/ Demeye sözün kemini” demiş. Söz, önemli. Sadece söylediğimiz söz değil, işittiğimiz söz de önemli.

Üstelik tek sorun bu da değil. Bir de müziğin isyankâr, umutsuz, dertli yönü baskın. Yine bu yılın en çok dinlenen şarkılarından Sen Bilmezsin’de “Ben çoktan sönmüş, donmuş bir mezar” şeklinde bir cümle geçmekte. İlk bakışta insana normal gelebilir. Bir şarkıda böyle bir cümle kurulduğu için ne olabilir ki? Ama öyle değil. Biri kulağından her gün “Ben çoktan sönmüş, donmuş bir mezar” diyor. Senin etkilenmemen mümkün değil. Kaldı ki bilinçaltın o cümleyi kaydetti, şarkıcı sana her gün telkin etti.

Küçük üzüntülerle atlatılacak süreçler, müzik yüzünden depresyona neden oluyor. Her gün birilerinin, insanların kulağına umutsuz, dertli, isyankâr, kaybetmiş cümleler kurması normal değil.

Müslüm Gürses.
Müslüm Gürses.

Düşünelim. Doğal olarak hayatımızda yolunda gitmeyen işler var. Canımız sıkılmış. Sinirliyiz ve üzgünüz. Dünyanın sonu gelmedi elbette ama canımız sıkıldı işte. Kulaklığı taktık, Müslüm Gürses’i açtık. Baba, kulağımıza haykırıyor: “Bu dünyada yerim yokmuş/ Keşke bir yalan olsaydım.” E sesi de güzel, o an da ruh halimize hitap etti, bir daha açtık, dinledik, her seferinde tekrar açmakla uğraşmayalım, akış bozulmasın, döngüye aldık, dinliyoruz. Dalmışız, kendimizi kaptırmışız. Bir bakmışız kırk beş dakikadır “keşke bir yalan olsaydım” cümlesini duyuyoruz. Acaba şarkı bizi Müslüm Gürses’in sesi çok güzel olduğu, beste harika olduğu için mi çekti yoksa zaten üzgünken dinlediğimiz için kendimizi telkine mi kaptırdık? Şarkıyı hiç dinlemeseydik derdimize bu kadar da üzülecek miydik gerçekten?

Evet, meşhur savunmadır. “Kimse şarkı dinlediği için suça yönelmez, kimse şarkı dinleyerek kötü olmaz, şarkı bu dinlersin geçersin.” Sizi bilmem ama ben bu görüşün şiddetle karşısındayım. Ben bir insanın “Karadır bu bahtım kara” cümlesine düzenli olarak maruz kaldığında mutsuz bir insan olacağı düşüncesindeyim. El artırayım: Ben bugün mutsuzluğun da herkes için değil ama ciddi bir kesim için moda olduğunu, farkında olmadan izledikleri filmlerden, dinledikleri şarkılardan etkilendiklerini düşünüyorum.

Türkiye’de 2024 yılının en çok dinlenen şarkısı olan Cıstak’ın sözlerine baktım. “Vazgeçemiyorum bebek anla beni/ Bir senden bir de bu pislik hayattan” cümleleri bu şarkıda geçiyor mesela. Aynı şarkıda “Müziğimi cinsiyetçi bulmuş” sözü de geçiyor.
Türkiye’de 2024 yılının en çok dinlenen şarkısı olan Cıstak’ın sözlerine baktım. “Vazgeçemiyorum bebek anla beni/ Bir senden bir de bu pislik hayattan” cümleleri bu şarkıda geçiyor mesela. Aynı şarkıda “Müziğimi cinsiyetçi bulmuş” sözü de geçiyor.

Üniversite okuyanlar etrafına baksın, mezunlar da geçmişi düşünsün. Elinde Tutunamayanlar kitabı olan ve antidepresan kullanan birini görecekler. Tutunamayanlar güzel kitaptır bu arada ama mevzumuz bu değil.

Son olarak bu yazıyı müziğe karşı biri olduğum için yazmadım, müziğe karşı değilim de zaten. Sadece neyi dinlediğimize dikkat etmemiz gerektiğini düşündüğüm için yazdım. Müzik bir araçtır, pekâlâ müzikle de hikmete dair payı olabilir insanın. Barış Manço bence bu konuda çok güzel örnek. Onun şarkılarında gerçekten de hikmet vardı. “Yaz dostum, güzel sevmeyene adam denir mi/ Yaz dostum, selam almayana yiğit denir mi/ Yaz dostum, altı üstü beş metrelik bez için/ Yaz dostum, boşa geçmiş ömre yaşam denir mi?” Devam edelim. “Daha çatal, bıçak, kaşık icat edilmemişken/ İsmail’e inen koç kurban edilmemişken/ Bir kavga başlamış ki nasip, kısmet uğruna/ Kapağı ver, kulbu al, kurbanı hiç soran yok” Veya Ahmet Bey’in Ceketi’ni dinlediniz mi? Bana o şarkı hep şarkı formunda yazılmış bir menkıbe gibi gelir. Neyse.

 Barış Manço.
Barış Manço.

Velhasıl kelam, Yunus Emre “Kişi bile söz demini/ Demeye sözün kemini” demiş. Söz, önemli. Sadece söylediğimiz söz değil, işittiğimiz söz de önemli.