Sufilerin ortaya koydukları ahlaki tavır

Sufilerin ortaya koydukları ahlaki tavır
Sufilerin ortaya koydukları ahlaki tavır

Hz. Musa aleyhisselam Medyen’e kaçtığında iki kıza yardım eder ve daha sonra ellerini açıp Allah’a “Bana göndereceğin her hayra muhtacım.” şeklinde niyazda bulunur. Hz. Musa o an evsizdir, parası yoktur, o beldede tanıdığı kimse bulunmamaktadır, işsizdir; yani son derece çaresiz ve muhtaç vaziyettedir. Yine de kızlara yardım ettiğinde onlara derdini anlatmaz, onlardan istekte bulunmaz ve niyazını Allah’a arz eder. Burada bize ahlaki bir tavır gösterilir: Karşılıksız iyilikte bulunmak.

Allah’ın bir ismi de Kerem’dir. Kerem ismi en yalın ifadesiyle Cenab-ı Hakk’ın karşılıksız verdiğini ifade eder. Allah kullarına nimetlerini karşılıksız ihsan etmektedir ve zaten kullar ne yaparlarsa yapsınlar hiçbir nimeti hak edemezler çünkü yaptıkları da Allah’ın ihsanı sonucu gerçekleşmektedir. Dolayısıyla Kerem ismi bize aynı zamanda tıpkı Hz. Musa’nın yaptığı gibi karşılıksız vermek üzerine bir ahlaki tavır öğretir ve ahlakın en üst mertebesi de budur.

Sipehsalar Feridun anlatır ki Hz. Mevlânâ’nın istiğrakı o kadar güçlü, hariçle alakası o kadar zayıftı ki eğer pabuçları çamura batsa da sıkışsa onları bırakıp yalın ayak yürür giderdi.
Sipehsalar Feridun anlatır ki Hz. Mevlânâ’nın istiğrakı o kadar güçlü, hariçle alakası o kadar zayıftı ki eğer pabuçları çamura batsa da sıkışsa onları bırakıp yalın ayak yürür giderdi.

Sufiler, hayatları boyunca şeriat ahkâmına sımsıkı tutunmuşlardır. Onlar şeriatın çizgisinde çok hassas bir çizgide ilerlemişler, âdeta yaşayan sünnet olmuşlardır. Onların her sözü, ameli mutlaka ayetten veya sünnetten kaynaklanır. Peygamberimiz (sav) bir çocuk elini tuttuğunda çocuk bırakana kadar bırakmazmış. Mevlânâ da bir çocuk istekte bulunduğunda, istek ne olursa olsun yerine getirirmiş. Bu küçük örnek dahi sufilerin sünnete bağlılığını göstermektedir.

Bir örnek de Şibli’den verelim: Hizmetkârı demiştir ki: “Vefatına neden olan hastalığın içindeyken bana ‘Bana abdest aldır.’ dedi. Ben de abdest aldırdım. Fakat sakallarını hilallemeyi unuttum. O sırada dili tutulmuş, konuşamıyordu. Elimi tutup sakalının içine soktu ve o an ruhunu teslim etti. Büyüklerden birisi bu kıssayı duyunca dedi ki: ‘Ömrünün sonundayken bile şeriat adabından bir edebi dahi aksatmayan böyle bir mert hakkında ne denebilir ki…’”

Gerçekten de öyledir. Sakalın hilallenmesi abdestin farzlarından değildir. Bir kişi sakalını hilallemese dahi abdesti kabul olur fakat sakalın hilallenmesi sünnetin gerekliliklerindendir. Arifler işte sünnete böylesine sımsıkı yapışmışlardır. Onlar sünnet olan hiçbir davranışı küçük veya önemsiz görmemişler, ölüm anlarında olsalar dahi sünnete uymamaktan korkmuşlar ve son nefeslerine kadar da sünneti yerine getirmişlerdir.

Hasan eş-Şâzelî müritlerine “Günahlarının Allah tarafından örtülmesini istiyorsan sen de insanların kusurlarını görmezlikten gel.” tavsiyesinde bulunmuştur. Bu tavsiye de kaynağını doğrudan Peygamber Efendimiz’in (sav) bir hadisinden almıştır: “Bu dünyada bir müminin günahını örtenin Allah da mahşer günü günahını örter.”
Hasan eş-Şâzelî müritlerine “Günahlarının Allah tarafından örtülmesini istiyorsan sen de insanların kusurlarını görmezlikten gel.” tavsiyesinde bulunmuştur. Bu tavsiye de kaynağını doğrudan Peygamber Efendimiz’in (sav) bir hadisinden almıştır: “Bu dünyada bir müminin günahını örtenin Allah da mahşer günü günahını örter.”

Dolayısıyla yazının başında örneğini verdiğimiz ve açıkladığımız gibi ahlaki tavır söz konusu olduğunda da en güzel örneği yine Hz. Peygamber’e uyarak sufiler ortaya koymuştur. Sufilerin sözleri, menkıbeleri ve eserleri biz acizler için her zaman ders niteliğindedir, kusursuz örneklerdir.

Sipehsalar Feridun anlatır ki Hz. Mevlânâ’nın istiğrakı o kadar güçlü, hariçle alakası o kadar zayıftı ki eğer pabuçları çamura batsa da sıkışsa onları bırakıp yalın ayak yürür giderdi. Eğer bir fakir kendinden bir şey istese üstündeki cüppesini hatta gömleğini çıkarır verirdi. Bu yüzden gömleğinin düğmelerini, çabuk çıksın diye iliklemez açık bırakırdı.

Burada da sünnete en ince ayrıntısına kadar uymayı görürüz. Peygamber Efendimiz de (sav) evinde pişen yemeği öyle ikram ederdi ki kendisine hiçbir şey kalmasa şaşılmazdı. Kurban kestiğinde etin çoğunu dağıttığı rivayet edilmiştir. Ayrıca burada kerem bahsini de görürüz. Hz. Mevlânâ gömleğinin düğmelerini iliklemeyerek ondan isteyene vermek için hazır bulundurur ve böylece karşılıksız iyiliğin de bir örneğini gösterir.

Ariflerin sünnet hassasiyetine bir örnek de yine Mevlânâ üzerinden verelim:

Hz. Mevlânâ’nın müritlerinden hânende Osman anlatmıştır:

“Bir zamanlar iflas ettim. Büyük bir maddi sıkıntıya düştüm. Yeni evliydim, yiyecek bulmakta darlık içinde kalmıştım. Bu hâl Hz. Pir Efendimiz’e malum oldu. Kalkıp hareme gitti, evin halkından altı kırmızı dinar alıp dışarı çıktı, oturdu. Bir zaman sonra söz arasında bana buyurdu: ‘Osman bundan evvel senin bir adetin vardı, ara sıra bizimle musafaha ederdin. Epeydir bunu yapmıyorsun, sebebi nedir?’ Elini öpmek için kalktım, gizlice altınları elime sıkıştırdı ve ‘Bu musafaha sünnetini muhafaza et, bırakma!’ buyurdu. Sevindim, epey müddet onunla geçindim.”

Sufiler ahlak konusunda Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmak bahsine işaret etmişlerdir. Bu, nakledilen şu habere dayanmaktadır: “Allah’ın üç yüz altmış ahlakı vardır. Bunlardan birine sahip olan cennete girer.” Yine Hz. Peygamber’in (sav) şöyle dediği aktarılmıştır: “Allah Rahim’dir, kulları arasından da merhametli olanları sever.” Hz. Peygamber’in (sav) yüce ahlakında bulunan diğer huylar da böyledir. Allah, Davud’a (as) şöyle vahyetmiştir: “Ey Davud! Benim ahlakımla ahlaklan. Sabırlı ve şükredici olmak, benim ahlakımdandır.”

Ebû Mansûr el-İsfahânî demiştir ki: “Sufiler davetlere icabet etmede Hz. Peygamber’in (sav) ‘Bir düğün yemeğine davet edilirsem o davete icabet ederim’ sözüne ittiba etmişlerdir. Sufilerin daveti aynı zamanda müzakere, ilim ve sema için olmuştur. Bununla birlikte onlar peygamberlerin sünnetlerini yerine getirmenin sevinç ve rağbetine ermek ve müminlerden fakir olanları yedirmek için davet tertip ederler. Öyleyse kim zamanın bozulmasından dem vurup bu sünneti yerine getirmekten kaçınırsa veya düzenlediği davetle kibir gösterirse veya daha iyisini düzenlemek için davet vermekten kaçınırsa bu kimsenin en azından davetin müekked bir sünnet ve kadim bir gelenek olduğunu ikrar etmesi gerekir.”

Ebû Mansûr’un “peygamberlerin sünnetlerini” şeklinde vurgulaması oldukça önemlidir. Zira biz de yazının başında karşılıksız iyilik konusunda ahlaki tavırda Hz. Musa’yı örnek vermiştik. Davet konusunda da böyledir. Örneğin, Hz. İbrahim’in misafirsiz yemeğe oturmadığı rivayet olunmuştur. Anadolu ağzında söylenen Halil İbrahim bereketi deyimi de buradan gelmektedir.

Sünnet vurgusunu Hasan eş-Şâzelî ise şu şekilde dile getirmiştir: “Keşfin Kitap ve sünnetle ters düştüğü zaman onu hemen terk et. Kitap ve sünnete yapış. Bize göre şu iki şeyden daha büyük günah yoktur: Dünya sevgisi ve cahil olduğu hâlde isteyerek bir makama gelmek. Çünkü dünya sevgisi her tehlikenin başı, cahilin makam hırsı ise her günahın temelidir. Sürekli halk içinde durup kalma.”

Hasan eş-Şâzeli’nin kurucusu olduğu Şazeliyye tarikatında müridin vasıflarını incelediğimizde de tarikatın aslında müritlerden sünnete uygun yaşamalarını istediğini görürüz. Bu vasıflar şu şekilde sıralanabilir: Takva, takvayı tamamlayan amel, teyakkuz (daimi uyanıklık), islim ve marifet erbabı ile sohbet, kibirli ve gururlu kimselerden uzak durmak, edebe yapışmak, vakitlerin hakkını tam olarak vermek, dünyada kendinden ve Rabbinden başka bir şey görmemek, davranışlarda tekellüfü terk etmek ve kalbi ihya ve imar etmek.

Yine Hasan eş-Şâzelî müritlerine “Günahlarının Allah tarafından örtülmesini istiyorsan sen de insanların kusurlarını görmezlikten gel.” tavsiyesinde bulunmuştur. Bu tavsiye de kaynağını doğrudan Peygamber Efendimiz’in (sav) bir hadisinden almıştır: “Bu dünyada bir müminin günahını örtenin Allah da mahşer günü günahını örter.” Burada da karşımıza ahlaki bir tavır çıkmaktadır. Müminler kardeştir ve müminler birbirlerine daima hüsnü zanda bulunurlar. Onlardan bir ayıp sadır olduğunda ve ona şahit olduklarında görmezler. Onun için Allah’a dua ederler. Kendi ayıplarıyla ilgilenirler. Hata aramamak, hata görmemek, hata arayıcısı olmamak ahlakın muazzam seviyelerinden biridir.

Yunus Emre de bu gerçeği “Bir kez gönül yıktın ise/ Bu kıldığın namaz değil” diyerek özetlemiştir.

Ariflerden birisi de şöyle bir pişmanlığını anlatır: “Bir gün yürürken karşıma bir tanıdık çıktı ve bana çarşıda yangın çıktığını söyledi. Meraklı ve endişeli baktığımı görünce benim dükkânın zarar görmediğini söyledi. Gayri ihtiyari ağzımdan ‘Elhamdülillah’ sözü çıktı. Başkalarının dükkânı yanmışken kendi malımın peşine düştüğüm, malıma zarar gelmediği için sevindiğim için on yıldır tövbe ederim.”

Arifler kâinata aşk nazarıyla baktıklarından dolayı her zaman bir diğeriyle var olmuşlardır. Hak’ta var olmak, onun tecellilerinde yok olmaktan geçmektedir çünkü. Onların tecellide yok olmaları, görülen her şeyde Hakk’ı temaşa etmelerindendir. Böyle olduğunda da her zaman yaratılana hürmet beslemiş, kendilerinden geçmişlerdir. Karşılıksız iyilik gibi ahlaki tavırların nedeni de bu kendinden geçme, diğerine hürmet besleme ve onu tecelligâh olarak görmekten doğmaktadır.

Yunus Emre “Benim bir karıncaya ulu nazarım vardır” derken buraya işaret etmiştir.
Yunus Emre “Benim bir karıncaya ulu nazarım vardır” derken buraya işaret etmiştir.

Yunus Emre “Benim bir karıncaya ulu nazarım vardır” derken buraya işaret etmiştir.

Bencilliğin ve bireyciliğin ön plana çıkarıldığı hatta putlaştırıldığı çağımızda ariflerin ahlaki tavırlarını öğrenmeye ve hayatlarımızda uygulamaya ihtiyacımız var. Peygamber Efendimiz (sav) bir hadisinde “Müminler bir bedenin uzuvları gibidir” buyurmuştur. Müminlerin kardeşliğinin tesisinin sağlanması bugünün merhemi olacaktır. Allah’ın ahlakıyla ahlaklanma çabasında da ilk adım onun Kerem esmasının tezahürüne mazhar olmakla, karşılıksız iyilik etmeyi şiar edinmekle gerçekleşecektir. Vesselam.

KAYNAK / KARA, MUSTAFA. DERVİŞİN HAYATI SUFİNİN KELAMI. İSTANBUL: DERGÂH YAYINLARI, 2020. YILMAZ, ÖMER. TASAVVUF BİZE NE SÖYLER?. İSTANBUL: SUFİ KİTAP, 2020. FERİDUN BİN AHMED, SİPEHSALAR. HZ. MEVLANA’DAN GÖRÜP İŞİTTİKLERİM, ÇEV., AHMED AVNİ KONUK. İSTANBUL: SUFİ KİTAP, 2017. MA’MER EL-İSFAHÂNÎ, EBÛ MANSÛR. SUFİLERİN AHLAKI, HAZ. İSMAİL ARSLAN. İSTANBUL: İNSAN YAYINLARI, 2022.