Şâir-i Azam’ın parasızlıkla imtihanı

Parasızlık, medâr-ı maişet kaygısı herkes gibi şair ve yazarın da her daim gündeminde olmuştur. Bundan dolayı kimisi borç harç içinde hayat gailesinde sürüklenirken kimisi de bir hami gölgesinde yaşamaya çalışmıştır. Yunus Nadi Cumhuriyet gazetesindeki bir yazısında geçen “Edebiyat millet demektir. (…) Fakat bizde bu edebiyat yoktur.” sözlerine tepki gösteren Mehmet Rauf, Yunus Nadi Bey’in edebiyatçılara haksızlık ettiğini belirttiği bir makalesinde ülkemizde sanatkâra hak ettiği değerin verilmediğinden şikâyet etmiştir. Hatta bundan dolayı gençlerin daha iyi bir hayat için sanatla ilgilenmesinin imkânsız olduğunu, diğer alanlara verilen desteğin edebiyatçılara verilmesi hâlinde üretilen eserlerin artacağını yazmıştır. Durumu örneklerle açıklamaya giden Mehmet Rauf, Meşale dergisinin 15 Eylül 1928 tarihli 6. sayısında yer alan “Edebiyat Mı?” başlıklı yazısında parasızlık yüzünden sıkıntılara düçar olan yazarların sefalet içinde öldüğünü yazmıştır: “Süleyman Nazif bir iki sene evvel kara kışta evinde sobasını yakamadığı için hasta yatağında yorganına sarılı olduğu halde ölmedi mi? (…) Yalnız bu iki misal memleket edebiyatçılarının sürdüğü feci hayata beliğ birer ispat değil midir? Edebiyat ha… Bu, bilhassa son senelerde bütün bir sefalet olmuştur.” Peyami Safa’nın Hayat dergisinin 18 Nisan 1929 tarihli 125. sayısında çıkan “Aç Sanatkâr” yazısında şöyle yazar: “Geçenlerde bir Fransız şâiri, Tancre De Martel, açlıktan öldü: Başının ucunda bir mum, boş bir ilâç şişesi, perdeler inik ve yanı başında hiç kimse, bir su vereni bile olmadan öldü. Öldükten sonra da onun gözlerini kapayan ve ağzını bağlayan olmamış. Cenazesinde hazır bulunanlar da birkaç şâirden ibaret. O, gençlik şiirlerinden birinde bu akıbeti duymuş ve bir mısraında demiş ki: — Benim cenazemi altı şâir kaldıracaktır. ”
Şâir-i Âzam şiirinin serencamı

Abdülhak Hâmit, “Para mabud ve bankalar mabed” mısrasıyla Batı’nın maddiyat anlayışını eleştirse de kendine göre paranın hayattaki karşılığını yazmıştır. Paraya bu anlamı yükleyen Abdülhak Hâmit ömrü boyunca çektiği para sıkıntısını yurtdışında daha çok hissetmiştir. Viyana’da iken yazdığı parasızlığını, sefaletini anlatan “Şâir-i Âzam” şiirinde hem kendini sarakaya almış hem de yaşadığı yoksulluğu anlatmıştır. Meşhur şiirine ait mısralar şöyledir:
“Mevki Viyana,
Bir darbe-i ma’kûs ile düşmüş o yana,
Hep tersine dönmüştür onun giydiği şeyler; (…)
Vaktiyla bütün Pool’de[1] yapılmışsa da heyhât,
Cümlesi solmuş.
Vaktiyle siyâh, şimdi fakat yemyeşil olmuş,
Bir paltosu vardır. (…)
Cepler delik az çok,
Lâkin ne zarar var ki delikten düşecek yok (…)
Bir kirli paçavrayla gezer;
Mendilidir o.
Lâstikleri bir başkasınındır ki yürürken
Durmaz ayağından kaçar ekser...
Serpûşu ne festir, ne külâhtır, ne sarıktır,
Kalpak da değildir,
Bir şapka mı hâşâ... O, onun kendine mahsus,
Bir başka şekildir.
Keşkül gibi bir şey...”
Milliyetini fârık olan yok, soruyorlar
Kimdir bu adam? Bu musibet ne kılıktır?
Ürkütmeyelim sus!.. (…)
Ancak biri vardır, ona der: Şâir-i Âzam!...”

Hâmit, bu şiiri yazma hikâyesini kendisi ile Yeni Kitap dergisinde yapılan “Üstad-ı Âzam Abdülhak Hâmit’in Nezdinde Bir Saat” başlıklı mülakatta şöyle anlatmıştır: “Hiç unutmam, Viyana’da karlı bir gün Abdullah Efendi bata çıka yürürken, ayağımdaki lastiğin bir teki fırladı. O zaman Abdullah Efendi, arkasına döndü:
― Canım, bu yürüyüş ne?
― Nasıl yürüyeyim dedim, başka birinin lastiklerini giydim de öyle sokağa çıktım. Şimdi ikide bir ayağımdan fırlıyor. Abdullah Efendi güle güle katıldı idi:
― Böyle de Şâir-i azam mı olurmuş? diye. Hemen o akşam bir manzume yazıp (…) kendi kendimle alay etmiştim. Abdullah sonra, o manzumeyi İstanbul’a getirip neşretmiş.
― Zavallı Hâmit!- diye bana acıyanlar bulunmuş, o zamanlar.”
Abdülhak Hâmit'in sefahate düşkünlüğü, gece hayatına alışkanlığını Gençlik ve Edebiyat Hatıraları’nda anlatan Yakup Kadri “Şâir-i Âzam” şiiri ve onun yaşadığı parasızlığı şöyle tasvir etmiştir: “Acaba, yine eskisi gibi gece âlemlerine devam ediyor muydu? Hiç sanmıyorum. Şâiri azamın buna bedeni gücü yetse bile, mâli gücü aslâ elveremezdi. Çektiği geçim sıkıntısı hepimizce malûm olan acı bir gerçekti. Zaten, kendisi de bunu saklamıyordu. Viyana’da rengi atmış bir pardesü ve altı aşınmış kunduralarla dolaşışını tasvir eden bir şiir ile nasıl bir yoksuzluk içine düştüğünü âleme ilân etmiş bulunuyordu. İstanbul hükümeti memlekete dönebilmesi için ona ancak bir yol parası gönderebilmiş; bu kadarcık bir yardım da bazı demagogların söylentilerine yol açmıştı. Abdülhak Hâmit'in o söylentilere verdiği cevap — ki, bir gazetede yayınlanmıştı — hâlâ hatırımdadır. Bu cevabında Şâiri Azam aşağı yukarı şöyle diyordu: ‘Benim kalemim harc-ı- âlemdir. Devletten olsun, milletten olsun, gördüğüm yardımların hesabını kimseye vermeğe mecbur değilim.’ Sanırım ki, Hâmit Bey’in siyasi polemiklere karışışının ilki ve sonu da bu olmuştur.”
Sıkıntılı günlerin ifadesi olan bu şiir edebiyat ve siyasette tesir icra etmiş kendisini kısmen de rahatlatacak olan maddi yardımları sağlamıştır.
Şâir-i Âzam’ın sıkıntılı günleri

Abdülhak Hâmit, 1881 yılında yazdığı bir mektubunda “Moskoflar içinde parasız kaldım.” diye sızlanmıştır. 26 Ocak 1889 tarihli mektubunda da “Hâlâ bir para aylık zuhur etmedi. Bu para sıkıntısına ne vakit nihayet verilecek bilmem.” diye parasızlıktan yakınmıştır. 17 Ağustos 1894 tarihli mektubunda da maaş alamamaktan şöyle şikâyet etmiştir: “Bugün Ağustos’un beşinci günüdür. Henüz Haziran maaşını vermediler.” Hâmit vaktinde ödenmeyen maaşlardan dolayı Londra’da da para sıkıntısı çekmiş; ağabeyi Nasuhi Bey’e yazdığı mektuplarda parasızlıktan sürekli şikâyet etmiştir. Kaderin garip tecellisi olsa gerek Nasuhi Bey de parasızlıktan her daim şikâyet etmiştir.
Bohem hayatını neredeyse bir yaşam biçimi hâline getiren Abdülhak Hâmit’in bu günlerine ait bir anıyı Esat Cemal Siyasi Tarihimizde Kırk Yıllık Hariciye Hatıraları başlıklı kitabında şu cümlelerle nakletmiştir: “Nihayet şafak sökmeye başladı. Gitmek zamanı geldi; gitmek zamanıyla beraber bizim hesap ta geldi; yediğimiz tatlı yemeklerden sonra tuzlu bir hesap!... Abdülhak Hâmit hesap pusulasını bana uzattı:
-Mevlana dedi, hele şu hesabı sen gör. (…) Hâmit’i pençelerinden güç kurtarıp otele götürdüm.” Alışkanlıklarından bir türlü vazgeçmeyen Hâmit, Osmanlı’da da Cumhuriyet’te de yardım taleplerinden hiç geri durmamıştır. Murat Bardakçı, 9 Haziran 2002 tarihli Hürriyet gazetesinin Pazar ekinde “Yüksek Topuk Giymeyen ‘Makber’ Şâirinin Açlık Mektubu” başlıklı yazısında 20 Mayıs 1914’te dönemin bir politikacısına gönderdiği şu mektuba yer vermiştir: “... Siz bu devlet ve milleti müthiş bir illetten kurtardınız... Tanıyan, tanımayan, büyük, küçük herkes başarılarınıza hayrandır... Eğer toplumumuz bu şâirin vücudu lüzumsuz değilse, dehanızla ve kurtarıcılığınızla, Abdülhak Hâmit'i de kurtarmak isteyeceğinizden eminim. ... Senato'ya tayin edildim. Fakat aldığım aylıkla hem hayatımı devam ettirmek hem de borçlarımı ödememin mümkün olamayacağım görüyorum. Yani borcumu verecek olsam karnımı doyuramayacağım, karnımı doyuracak olsam da borçlarımı ödeyemeyeceğim. Kısacası, berbad bir haldeyim… Dolayısıyla ya bir sefarete gönderilmeyi veya bir diğer göreve getirilmeyi yahut mal; kuruluşlardan birine tayin edilmeyi, bunlar da olmazsa aydan aya ödenmek üzere dört-beş yüz lira borçlanmam yoluyla olsun imdadıma yetişmenizi istirham ediyorum...”

Adını alacak kadar ona yakın olan Abdülhak Şinasi de, Türk Yurdu dergisinin Mart 1957 tarihli 266. sayısındaki “Ahmet Hikmet II” başlıklı yazısında Hâmit’in parasızlık serüvenini şu cümlelerle anlatmıştır: “Umumî Harb sırasında Abdülhak Hâmit’e milletçe bir bina verilmesini temenni etmiş, fakat gerek bu bina, gerek bütçe imkânları bulunamamıştı. Sonraları, Abdülhak Hâmit, bir hayli zamandan beri maaşsız ve tamamen yersiz kalmıştı. Mecid Efendi’nin vaktiyle tatbik etmek istediği fikrin yerinde olduğu sâbit oluyordu. Âyanlık ilga edilmiş ve Abdülhak Hâmit maaşsız ve yersiz kalmıştı. Viyana’da bulunuyordu. Mecit Efendi Halife intihab[seçim] olununca şâire İstanbul’a dönmesini ve kendisine Halife Başkâtipliğini teklif etmiş, Abdülhak Hâmit’de bunu minnetkârlıkla kabul ile İstanbul’a gelmiş, ancak bu vazifeye hükûmet tarafından bir başkası tayin edilmişti.”

Hâmit için Mustafa Kemal’e çekilen telgraf
Abdülhak Hâmit Bey’in çektiği sıkıntılar gazete sütunlarına da yansımıştır. Tanin gazetesinin 19 Nisan 1923 tarihli sayısında yer alan “Şâir-i Âzam Hakkında” başlıklı yazıda Lübnan’dan gelen bir mektuptan hareketle onun sıkıntıları hakkında şu bilgiler vermiştir: “Abdülhak Hâmit beyin maruz olduğu ihmalkârâne muameleden şân-ı bülendine layık olanı şöyle dursun hatta kanunen müstahak olduğu bir maaşın tahsisinde gösterilen teşebbüsten birkaç defa bu sütunlarda şikâyet etmiştik. (…) Üstad Viyana’da pantolonun rengi solduğundan bahsederken senin Beyrut havalisindeki pahalılıktan şikâyet etmen o kadar manasız ki Türk milleti ilk ve son dahi-i azamını maaşından mahrum kılmak suretiyle düçar-ı sefalet etmek gibi tarihin katiyen affetmeyeceği bir kadirnaşinaslık bulunursa senin Lübnan’da az çok maaşla sefil olmanda ne beis var.”

Bu yazıdan sonra Abdülhak Hâmit’i üstad kabul edenler Meclis’e bir telgrafla yardım için başvurmuştur. İstanbul'dan Ankara'ya 23 Nisan tarihinde 21 imza ile çekilen telgraf Vakit gazetesinin 25 Nisan 1923 tarihli sayısındaki “Şâir-i ‘Âzam İçin Telgrafla Büyük Millet Meclisi Reisine Bir Müracaat” başlıklı yazıda şu cümlelerle nakledilmiştir:
“Büyük Millet Meclisi reisi Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine
Milletin velinimet-i irfanı Abdülhak Hâmit Beye hala maaş tahsis olunmadığını ve müşarunileyhin şedid bir ihtiyaç içinde bulunduğunu görerek dilhun oluyoruz. Hayatında bile namına heykeller rekz edilmesi şanına layık vatanî bir kadirşinaslık eseri adedebilmek lazım gelen bu Şark dahisinin hâl-i zarurette bulunmasından daha elim bir manzara-yı vatan olamaz.
Bu telgrafnamemizle bilimum bütün Türk milletinin efkâr ve hissiyatına tercüman olduğumuzu kaviyyen zannediyoruz. Hâmit Beye alelusul tahsis olunacak tekaüd maaşından maada hidemat-ı vataniye tertibinden ayrıca bir maaşın acilen tahsisi suretiyle refahının temin edilmesine himmet-i celile-i münciyanemizden ıydî milli şerefine istirham ve arz-ı tebrikat eyleriz Paşa hazretleri.
İmzalar: Besim Ömer, Halit Ziya, Köprülüzade Fuat, İsmail Hakkı, Ali Ekrem, Necmettin Sadık, Ahmet Emin, Halil Nihat, Ercüment Ekrem, Hammamizade İhsan, Yaşar Şadi, Falih Rıfkı, Fazıl Ahmet, İbrahim Alaaddin, Orhan Seyfi, Hakkı Tarık, Reşat Nuri, Hakkı Süha, Yusuf Ziya, Abdulbaki Fevzi, Osman Cemal.”

Bu telgrafın tesiri mi bilinmez telgraftan sonra Abdülhak Hâmit Bey’e maaş bağlanmıştır. Taha Toros Arşivinden bir küpürde maaş bağlanmasına dair haber ise şöyledir:
“Şâir-i azama kaydı hayat ile şehri yüz lira tahsis eden Büyük Millet Meclisi edebiyatımızın ve tarihimizin Şükran-ı mühalledine [sonsuz şükran] bir daha ihraz-ı istihkak etmiştir. Sivas mebusu muhteremi mehib-i azizim Rasim Bey müzakere esnasında ka’r-ı kalbinden kopup gelen ‘azdır az’ nidasıyla yalnız kendi nefsinin değil bütün milletin hatta beşeriyetin hissiyat ve heyecanını ilan etti. Millet Meclisi milletin istediğini verdi. Şimdi de Allah'tan bir talep ve niyazımız vardır ki o da Abdülhak Hâmit’in bu maaşından pek uzun seneler istifadeye muvaffak olmasıdır.

Milletin bir arzusu daha kaldı ki bunu da edip-i fezailiperver Mehmet Ali Tevfik Beyefendi birkaç gün evvel pek muhik zatına has belagatla izhar etmiştir. Evet. Şâiri Azam’ın yarım asırlık refik-i cihadı edeb-i âzam Sezai Bey, sehhar kalemiyle…”
Çektiği geçim sıkıntısı hepimizce malum olan Abdülhak Hâmit, zevk ve eğlenceye düşkünlüğü ve rahat harcamaları yüzünden çoğu zaman parasızlık çekmiştir. Hayatı boyunca sıkıntı ve sefaletle boğuşan Abdülhak Hâmit Bey gerek müsrifliği gerekse bohem sayılabilecek hayatı ile ömrünün hemen hemen her safhasında para sıkıntısı çekmiştir. Parasızlığa ait şikâyetlere sebebiyet veren hâller büyük oranda onun yaptığı hatalarından kaynaklanmıştır. Bu sıkıntısını gidermek için birçok kapıyı çalmış yardım istemiştir. Abdülhak Hâmit, devlet tarafından korunmuş dolgun maaşlarla terfi ettirilmiş olmasına rağmen borçları ara sıra kurumlar ve kişiler tarafından ödenmiştir. Bazen de yazımızda bahsettiğimiz üzere çevresinin talebi ile devletten yardım görmüştür. Gerek kendisinin gerekse çevresinin onun adına yardım talepleri neredeyse vefatına kadar devam etmiştir.
[1] Pool o tarihlerdeki Londra’nın en tanınmış terzisidir.