Seyahatin Tadı: Falafelden Ice Tea’ye

Seyahatin Tadı: Falafelden Ice Tea’ye
Seyahatin Tadı: Falafelden Ice Tea’ye

Seyahat etmenin önündeki tek engelin kapının eşiği olduğunu anladığımdan beridir yollardayım. Bu tabii ki beraberinde bazı yorgunluklar ve zorluklar getiriyor. Ama yaşadığım yer dışında başka medeniyetlerin, kültürlerin var olduğunu bilmek ve bunlara şahitlik etmek yorgunluk ve zorluğa galip geliyor.

Yaklaşık on küsür yıl önce kuzenimin tıp fakültesini bitirmesiyle ona verdiğim sözü tutmak için yollara revan olmuştuk. Fransa’nın Alsace bölgesini seçmiştik. Zira o bölgede diğer bir kuzenimizi ziyaret etme imkânımız vardı. Geriye baktığımda şaşırdığım bir nokta var. İnternete ulaşım imkânımız şimdiki kadar kolay değildi ya da çok pahalıydı. Belki de biz bilmiyorduk, hepsi olabilir. Navigasyon olmadan araç kiralayıp yola çıkma cesareti göstermiştik. Sanırım Kübra benim tecrübeme ben de onun gençliğine güvenmiştim. Hatta Karlsruhe bölgesinde yol sorduğumuz kişi bir Türk çıkmıştı ve bize şaşkınlıkla şöyle demişti “Navisiz mi çıktınız yola?”[1]

Bu seyahatte hiç kuşkusuz bizi en çok zorlayan şey yemek olmuştu.
Bu seyahatte hiç kuşkusuz bizi en çok zorlayan şey yemek olmuştu.

Bu seyahatte hiç kuşkusuz bizi en çok zorlayan şey yemek olmuştu. Kendimizi güvene almak için yanımıza herhangi bir yiyecek de almamıştık. Ki bu benim seyahatte ilk şartlarımdan biridir; her nereye gidersem gideyim kültürüne vakıf olabilmek için yerel lezzetleri deneyimlemek isterim.

Elbette çok iyi biliyorum ki zeytin, peynir, ekmek, kuruyemiş ve bilumum zerzevatla seyahat eden insanlar var. Buna da hak veriyorum çünkü her birimizin seyahatten beklentisi farklı.

Alsace bölgesinde yemekle ilgili yaşadığımız sıkıntı güven duygusuyla alakalıydı daha çok. Üstelik o zaman kendimi ifade edecek kadar İngilizce de bilmiyordum. Sanırım seyahat blogları da şimdiki kadar yaygın değildi veya yeme içme konusunda detaylı bilgiler vermiyordu.

Ama her arayanın bulması gibi biz de çok hoş sürprizlerle karşılaşmıştık. İlk sürpriz bizi Colmar girişinde bekliyordu. Her şey çok tanıdıktı. Yol üstünde bir satıcı, küçük bir tezgâh ve o da ne? Simide benzer bir şey. Sarımsak çorbası ve pretzelle yaptığımız kahvaltının tadı hâlâ damağımdadır. O kadar ki daha sonra derslerimde sarımsak çorbası reçetesini öğrencilerimle yapmış ve afiyetle yemiştik.

Diğer sürpriz bizi Heidelberg’de bekliyordu. Çokça yürümüş ve yorulmuştuk. Yorulan sadece ayaklarımız değil zihnimizdi de. Çünkü Heidelberg üniversitesinden felsefeciler yoluna, köprüsüne kadar büyüleyici bir yerdi.

Şehrin merkezi küçücüktü ve yemek için çok az dükkân vardı. Gözlerimizle etrafı tararken falafelci gördük. Nasıl heyecanla içeri girdik, o falafeli nasıl iştahla yedik aman Allah’ım…

Sonraki seyahatlerimde falafel her zaman kurtarıcı yemeğim olmuştur. Suriye savaşıyla artan göç dalgasıyla Avrupa ve dünyanın pek çok yerinde falafele rastlamak vaka-i adiyeden olmuştu ama bunun öncesinde de falafele rastlamak mümkündü.

Alsace seyahatimizde üçüncü ve en büyük sürprizi Basel’de yaşamıştık. Aslında hem şok hem de sürpriz demeliyim. Paskalya tatili olması hasebiyle açık dükkân bulmak imkânsıza yakındı. Sadece yemek için değil su alacak küçük bir dükkân bile yoktu.

Yine gözlerimizi sağa sola devirerek etrafı tararken uzaktan kocaman bir Chili biber tabelası gördük. Kocaman az kalır, devasa demeliyim. Yaklaşınca o koca biberin altında restoranın ismini varmış. Vegan ibaresini görünce attık kendimizi içeri.

İlk kez bir vegan restoranda yemek yiyecektim. Açık büfe oldukça büyük oval bir meze tezgâhı vardı. Her şey o kadar tanıdıktı ki sanki komşu gününe gitmiştik. Bir zeytinyağlı sarma eksikti. O kadar da olsun, onu ancak Yunanlılar sahiplenir.

Kısır, patates salatası, envaiçeşit yeşillik, meyveler… Tabağımızı doldurup kasaya ödemeye geldik ve tezgâh önünde buz dolu büyük taslarda bir içecek ilişti gözümüze. Ne olduğunu sorduğumuzda şu cevabı aldık: “iş tii”. Sonradan ice tea olduğunu anladık ve birer şişe de ondan aldık. Hâlâ daha iyisini içmediğim ice teanin ve mezelerin tadı damağımdadır. Daha sonraki yıllarda hoş bir rastlantıyla bu restoranın çıkardığı yemek kitabına sahip oldum.

Bir dergiye düzenli olarak yazı yazmak, seyahatlerimden edindiğim tecrübeleri paylaşmak, kolektif hafızamıza bir katkı sunmak anlamına geliyor. İnsan, her çağda bu ortak hafızaya katkıda bulunmanın çeşitli yollarını bulmuştur. Sözlü kültürde bellek işlevini söz aktarmışken yazılı kültürde bu görev yazıya, elektronik çağla birlikte ise yazı ve görüntülü kayıt teknolojilerine geçmiştir. Bu teknolojiler, bilgiyi muhafaza etmek ve paylaşmak açısından koruyucu bir alan oluşturur.

Evliya Çelebi.
Evliya Çelebi.

Bu durumda pirimiz Evliya Çelebi için ilk seyahat bloggerlarından biridir demek yanlış olmaz. Yazılarımda çoklukla bahsettiğim Çelebi ve seyahatnamesiyle ilgili genel bilgiyi de şuraya bırakayım:

“Eserin asıl adı Târîh-i Seyyâh Evliyâ Efendi’dir. Eser, Evliya Çelebi’nin 1630’lu yıllarda İstanbul’dan başlayarak 1092’ye (1681) kadar Osmanlı Devleti topraklarında ve komşu ülkelerde yaptığı seyahatleri anlatır. Seyahatnâme, Osmanlı dünyasının geniş bir coğrafya panoraması ile yerleşim yapısını tarihî perspektiften verir ve yazarın seyahatle geçen hayatını içerir. Evliya Çelebi eserini hayatının son yıllarını geçirdiği Mısır’da yazmış, eser 1742’de Mısır’dan İstanbul’a Hacı Beşir Ağa’ya gönderilmiş ve onun tarafından çoğalttırılmıştır. Seyahatnâmesini bir nevi hâtırat şeklinde düzenleyen Evliya Çelebi’nin kimliği hakkında kaynaklarda ve resmî kayıtlarda bilgi yoktur. Bununla birlikte kendi eserinde yer alan bilgiler dışında onun varlığının izlerini gösteren iki belge ile dört duvar yazısı tespit edilmiştir. Avusturya arşivinde bulunan belgelerden biri, onun 1665’te Viyana’ya giden elçi Kara Mehmed Paşa’nın maiyetindeki Osmanlı heyetinde müezzinlik göreviyle yer aldığını gösterir. Diğeri ise çok yeni bulunmuş Yunanca bir belge olup seyyahın kolayca yolculuk edebilmesi için Tûrisînâ’da St. Catherine Kilisesi’nde verilen bir yol tezkeresidir. Duvar yazılarının biri Bulgaristan’da (Köstendil Camii, 1071/1661), ikisi Hersek’te (Foça Alaca Camii ve Atik Ali Paşa Camii, 1074/1663-64), bir diğeri Adana’dadır.

Eserinde çoğunlukla yalın ve duru bir dil kullanmış, zaman zaman fantastik anlatımdan da geri kalmamıştır.”

Bu makalede adı geçen seyyahlardan biri çoğumuzun yakından tanıdığı Faslı alim, kâşif İbn Battûta. Diğeriyse Battuta ile yaklaşık olarak aynı çağda yaşamış olan Fransız seyyah Bertrandon de la Broquiere.

Karşılaştırmalı okuma yapmak, aynı kültürü farklı bakış açılarıyla tanımak ve değerlendirmek için olanak sunuyor.

Bugün geldiğimiz noktada şehrin, ülkenin belleğine, kültürel hafızamıza katkı sunan araçlar çoğalmış, çeşitlenmiştir. Ama değişmeyen şu ki bir şehri, ülkeyi yemek kültürü üzerinden okumak bakış açıları değişse de aynı kalmıştır.

Battûta ve Bertrandon örneğinden yola çıkarsak bilgiye çok kolay ulaşabildiğimiz bugünlerde seçici olmak ve gideceğimiz yerle ilgili karşılaştırmalı araştırma/okuma yapmak seyahatlerimiz için faydalı olacaktır.

Bertrandon de la Broquiere.
Bertrandon de la Broquiere.

Sürprizler hepimiz için heyecanlı olmayabilir. Gideceğimiz yer için vaktimiz kısıtlı olabilir. Böyle durumlar için acil yardım paketi formatında ufak atıştırmalık çantası hazırlamak çok kıymetli olabilir. Türkler olarak müptelası olduğumuz çay bu paketin olmazsa olmazıdır. Kullandığımız markanın bardak poşet formatı, çay bulamadığımız yerlerde âdeta bir serum vazifesi görür. Zira sıcak su bulduğumuz her yerde çayımız elimizin altında olur. Küçük paketçikler hâlinde kuruyemiş, bisküvi, belki bir sandviç. Bunları oluştururken seyahat ettiğimiz aracı ve gideceğimiz mesafeyi de göz önünde bulundurmakta fayda var.

Eğer bir şeyler hazırlamayı unuttuysanız ya da vakit bulamadıysanız artık hepimizi kurtaran bir seçenek olarak dünyanın yükselen trendi vegan kafeler pek çok yerde karşımıza çıkıyor. 2019 yılında Polonya’nın Krakow şehrine yaptığım seyahatte gördüğüm vegan kafe hem varlığıyla hem menüsünde göze çarpan seçeneklerle beni mutlu etmişti.

Ön yargısızca gözlerimizi açtığımızda dünyanın her yerinde kolektif belleğimizi harekete geçirecek bir yiyecekle karşılaşmak hiç de zor değil…

[1] Navigasyonsuz

  • Not: Farklı kültür ve dinlerden seyyahlar üzerinden bir ülkenin yemek kültürünü inceleyen çalışmalar da var. Bunlardan birini not olarak bırakayım: https://dergipark.org.tr/tr/pu...
KAYNAK / GÜLNAZ ÇETİNKAYA. “HAFIZANIN DÖNÜŞEN MEKÂNLARI ‘SEYAHAT BLOGLARI’, KENT BELLEĞİNİ ‘SEYAHAT BLOGLARI’NDAN OKUMA DENEMESİ.” MİLLİ FOLKLOR, 16/128 (2020). NURAN TEZCAN, “SEYAHATNAME,” TÜRKİYE DİYANET VAKFI İSLAM ANSİKLOPEDİSİ, CİLT. 37, 16-19