Psikolojiyi Müslümanlar mı icat etti?

Dr. Francesca Bocca-Aldaqre.
Dr. Francesca Bocca-Aldaqre.

Paul Williams’ın Blogging Theology kanalına konuk olan Dr. Francesca Bocca-Aldaqre, ruh-suz Batı psikolojisi karşısında hikmet zengini İslami psikolojinin kadim tarihinden örnekler veriyor: “İslami psikolojinin Batı psikolojisini ‘helalleştirmek’ olduğunu sananlar var.”

Dr. Francesca Bocca-Aldaqre nörobilişsel psikoloji alanında yüksek lisans, sistematik nörobilim alanında da doktora derecesine sahip. Cambridge Muslim College’dan İslami psikoloji alanında diploması da bulunan Bocca-Aldaqre, Manifesto dell’Islam Italiano (İtalyan İslam Manifestosu) adını taşıyan son kitabında İtalya’da yaşayan Müslümanların karşılaştığı sorunlara değiniyor. Bocca-Aldaqre aynı zamanda, İtalyan dilinde hizmet veren ilk çocuk ve gençlik medresesi olan İbn Rüşd İslami Çalışmalar Enstitüsü’nün yöneticiliğini yapıyor.

Psikolojiyi gerçekten Müslümanlar mı icat etti?

FBA: Psikolojinin tarihine, Wikipedia’nın yanı sıra kolej ders kitaplarına ve üniversite ders kitaplarına baktığımızda, onun bir Avrupalı icadı olduğu yazılıdır ve yakın tarihli bir bilim dalı olduğu söylenir.

Psikolojinin tarihine ilişkin kitaplarda 1879’da Almanya’da doğduğu yazıyor. Öyle midir?

FBA: İnsanoğlunun o tarihten önce ruh veya akıl sağlığı hakkında hiç düşünmemiş olduğuna gerçekten inanabilir miyiz? Ama ders kitaplarının büyük çoğunluğu psikolojinin 1879’da icat edildiğini yazar. Çünkü Wilhelm Wundt ilk psikoloji laboratuvarını bu tarihte açmıştır ve böylece psikoloji ilk kez pozitif bilim muamelesi görmüştür. Psikolojide laboratuvarların kullanılmasına itiraz ettiğimizi söylemiyoruz, ama genel olarak laboratuvar psikolojiyi bilmek için kullandığımız temel araç değildir.

Peki İslami bir bakış açısından bakıldığında psikolojinin konusunun ne olduğu söylenebilir?

Ders kitaplarının büyük çoğunluğu psikolojinin 1879’da icat edildiğini yazar. İnsanoğlunun o tarihten önce ruh veya akıl sağlığı hakkında hiç düşünmemiş olduğuna gerçekten inanabilir miyiz?
Ders kitaplarının büyük çoğunluğu psikolojinin 1879’da icat edildiğini yazar. İnsanoğlunun o tarihten önce ruh veya akıl sağlığı hakkında hiç düşünmemiş olduğuna gerçekten inanabilir miyiz?

FBA: İnsanlara ilgi alanlarım arasında İslami psikoloji olduğunu söylediğimde her seferinde bana “Evet evet, Müslümanların ruh sağlığıyla ilgilenmek çok güzel bir şey” diyorlar. İslami psikolojinin Batı psikolojisini “helalleştirmek” veya onun gibi bir şey yapmak olduğunu sanıyorlar. Ama burada yapmaya çalıştığımız iş biraz daha derine inmek.

Öncelikle, Batı psikolojisi konusunun ne olduğunu netleştirmemiz gerekiyor. Batı psikolojisi bu disiplini anlamak için neyi inceler diye soracak olursak, sanırım söyleyecekleri şey insan davranışıdır. Ancak bu, epistemolojik olarak sorunlu bir açıklamadır, hatta disiplinin başlangıcıyla karşılaştırdığımızda özgün de değildir. Çünkü psikoloji, dilsel mantığına göre kullanıldığında, ruhun içini incelediği anlamına gelir, davranışın değil… İslami açıdan baktığımızda ise İslami psikolojinin konusu ilmu’n-nefs olarak da adlandırılır. Hâliyle bu işin 1879’dan önce var olduğu muhakkak, çünkü insanlar ona bir isim vermişler.

Klasik İslam’da psikoterapistler var mıydı?

FBA: Klasik İslam’da psikoterapiye dönecek olursak, çalışmaları psikoterapistlerle örtüşen en az üç isim olduğunu düşünüyorum. Bazı vakalarda ilmu’n-nefs de tatbik eden tıp doktorlarımız vardı. Mesela İbn Sina depresyonu hastalarıyla konuşarak tedavi ediyordu. Yani psikoterapi gibi bir şey. Buna bir şekilde konuşma terapisi diyebiliriz. Bütüncül tıbba göre hizmet veren ya da bitkilerden istifade eden doktorlarımız da vardı, bunlara hekim denirdi. Hekimler genelde bitkilerden doğal devalar üretirlerdi, ağır eczacılık yoktu ve hastalarına ne yapmaları gerektiğine dair tavsiyelerde bulunurlardı. Bu da temel olarak bir danışmanlık hizmetiydi.

İbn Sînâ elektrokonvülsif terapi (EKT) uygulamanın bazı hastalara faydası olduğuna inanıyordu. Balık pazarından elektrik gücü olan vatoz balığını alıp onu hastanın kafasına tatbik etmiş, belirtilerin daha iyi olduğunu gözlemlemişti. Elbette bu şans eseri olan bir
İbn Sînâ elektrokonvülsif terapi (EKT) uygulamanın bazı hastalara faydası olduğuna inanıyordu. Balık pazarından elektrik gücü olan vatoz balığını alıp onu hastanın kafasına tatbik etmiş, belirtilerin daha iyi olduğunu gözlemlemişti. Elbette bu şans eseri olan bir

El Kindî, İbn Sînâ, Fârâbî, El Gazzâlî gibi isimlerin psikolojik keşiflere katkıları nelerdir?

FBA: Bu isimlerle ilgili en şaşırtıcı bulduğum husus, katkılarının yalnızca manevi psikolojiye değil esasında genel psikolojiye de olmasıdır. Örneğin El Belhî, burada IX. yüzyıldan bahsediyoruz. El Belhî nevroz ve psikozu farklı ruhsal bozukluklar olarak bilişsel davranışçı terapinin bir türünü tanımlamıştı. İbn Sînâ belki de tarihte şizofreniyi tanıyan ilk insandı. Psikolojiye dair birçok ders kitabında ise şizofreninin I. Dünya Savaşı’ndan önce var olmadığı söylenir. Ama İbn Sînâ şizofreniye benzer bir durumu zaten tanımlamıştı. El Kindî kendi kendine yardımdan söz ediyordu. İbn Miskeveyh’in bütün çalışmaları nasıl mutlu olunacağıyla ilgiliydi, yani pozitif psikoloji hakkındaydı. El Fârâbî, toplumsal psikolojiden söz ediyordu. Er-Râzî depresyonu konu ediniyordu, kendisi doktorluk hizmeti de veren büyük bir düşünürdü. Böylece doktorların da ruh sağlığına gerçekten el attığını görüyoruz. El Gazzâlî fiziki sağlık ile manevi sağlık arasındaki ilişkiden, ikisinin birbirlerini nasıl etkilediğinden söz ediyordu. İbn Kayyim bilişsel yeniden yapılandırmadan bahsediyordu. Bunlar klasik İslam ilminden bize miras kalan ve ne yazık ki Batı psikolojisinde tümden göz ardı edilen hikmet zenginliğine sadece birkaç örnek.

Bu önemli isimler bilimsel yöntem mi kullandılar? Keşifleri bugün de geçerli mi? Bin yıl öncesindeki insanlardan söz ediyoruz.

FBA: Bu çok önemli. Zira bilimsel yöntem Müslüman düşünürlerin kullandığı yöntemlerden biriydi. Bilimsel yöntemin epistemolojik olarak diğer yöntemlere üstün olduğuna inanmazlardı, mantıklarının üstün olduğuna inanırlardı… İbn Sînâ elektrokonvülsif terapi (EKT) uygulamanın bazı hastalara faydası olduğuna inanıyordu. Balık pazarından elektrik gücü olan vatoz balığını alıp onu hastanın kafasına tatbik etmiş, belirtilerin daha iyi olduğunu gözlemlemişti. Elbette bu şans eseri olan bir şey değildi. Bilimsel bir düşünce olmadan, öylece balık pazarına gidip, canlı bir balık alıp, onu hastanızın kafasına koymazsınız. Elbette bu bilimsel bir düşünceydi. Nasıl olmasın ki!

Ama şunu da hatırlayalım. 2005 gibi yakın tarihte, Ioannidis adlı bir kişi tarafından “Why most published researched findings are false?” [“Yayınlanmış araştırma bulgularının çoğu neden hatalıdır”] isminde akademik bir makale yayımlandı. Yazar, “Bilimsel yöntem kullanıyoruz, birçok materyal yayımlıyoruz, ama bunların çoğu hatalı.” diyordu. O hâlde bu, epistemolojik olarak diğer usullerden daha üstün bir bilme yöntemi midir? Bence insanları tanımak için başka hangi yollara sahip olmamız gerektiğini düşünmeye çok açık olmalıyız.

Siz hiç şehir merkezinde ruh sağlığı kurumu gördünüz mü?

Bin yıl önce Müslüman topraklarında ruh sağlığı hizmeti nasıldı?

FBA: Klasik İslam’da devlet tarafından değil, ama bedava sağlanan bir ruh sağlığı hizmeti vardı. Bu hizmeti veren kurumlar gerçekten birinci sınıf kurumlardı ve başlıca örneği şehir merkezinde bulunan maristan idi. Siz hiç şehir merkezinde bir ruh sağlığı kurumu gördünüz mü? Genelde durumları iyi olmayan insanları uzaklara, görülmeyecekleri yerlere koyarlar. Bahsettiğim kurumlarsa şehir merkezindeydi ve burada kalan insanlar oldukları yerin tepesinden, odalarından aşağıda yürüyen, günlük işlerini yapan insanları bile görebiliyorlardı ve bu uygulama ruhsal açıdan iyi olmayan insanların hayatı görmelerine yardımcı oluyordu.

Elbette psikoterapi ve tıbbi terapi vardı. Fakat bundan daha fazlası vardı. (Tedavi için) tercih edilen yerler havanın en temiz olduğu yerlerdi. Havadaki zehrin ruh sağlığı üzerindeki etkisi çoktan kabul edilmişti. Dahası, doktorların hastalarını iyi olacaklarına inandırması gerekiyordu, bu sebeple iyimserlik bir terapi olarak kullanılıyordu. Ayrıca hidroterapiye başvuruluyordu. Türk hamamlarının önemini biliriz. Sıcak-soğuk değişimi, suyun sesi, tüm bunlar ruh sağlığı hizmetine dahil edebileceğimiz terapötik şeylerdi. Ayrıca, hastanede kalış süresi sona eren kişiye evine dönerken bir miktar para verilirdi. Neden? Çünkü ruh sağlığı ekonomik stres faktörlerinden çok etkilenir ve bunlar bugün keşfettiğimiz şeylerdir. Dolayısıyla klasik İslam’da var olan ruh sağlığı hizmeti harikaydı, ama aynı zamanda devlet tarafından da verilmiyordu. Bu gerçekten düşündürücü.

İbn Sînâ belki de tarihte şizofreniyi tanıyan ilk insandı. Psikolojiye dair birçok ders kitabında ise şizofreninin I. Dünya Savaşı’ndan önce var olmadığı söylenir.
İbn Sînâ belki de tarihte şizofreniyi tanıyan ilk insandı. Psikolojiye dair birçok ders kitabında ise şizofreninin I. Dünya Savaşı’ndan önce var olmadığı söylenir.

İslami bir bakış açısından psikoloji nedir?

FBA: İslami psikoloji konusu, geleneksel Arapça konuşulan ülkelerde ilmu’n-nefs olarak da bilinir. Bu, bir insanı oluşturan tüm parçaların dengesidir. Cisim bedenimizdir; yani İslami psikoloji, akıl ile ilişkisinde fiziki sağlığa da bakar. Nefs benliğimizdir; genelde bizi maddiyata, olumsuzluğa veya öz yıkıma sürükleyen ve eğitmemiz gereken parçamızdır. Kalp dışarısıyla içerisi arasındaki kapımızdır. Son olarak da ruh, esas manevi kısmımızdır. Diğer başka birçok şey de onunla etkileşim hâlindedir ve İslami psikolojinin konusudur. Örneğin fıtrat içgüdüsel yanımız, istidadımızdır. İşte tüm bunlar arasındaki denge ve bunların nasıl geliştirileceği İslami psikolojinin konusudur.

Modern İslami psikolojinin en önemli isimlerinden biri olan Dr. Malik Bedri, Batı psikolojisinin tamamen “ruhsuz” bir hâle geldiğini söylemişti. Sizce ne demek istiyordu?

İslami psikoloji konusu, geleneksel Arapça konuşulan ülkelerde ilmu’n-nefs olarak da bilinir.
İslami psikoloji konusu, geleneksel Arapça konuşulan ülkelerde ilmu’n-nefs olarak da bilinir.

FBA: İslami psikolojiyle ilgilenen herkese Dr. Malik Bedri’nin Müslüman Psikologların İkilemi kitabını okumalarını şiddetle tavsiye ederim. Bedri, Antik Yunan’da hatta Hindistan’da psikolojinin ruhun incelenmesi olduğunu belirtiyordu. Psikoloji çalışarak insanın ahlaki yönünü, çevresini, ailesini ve daha birçok şeyi inceliyordunuz. Derken, mesele belli bir noktada bu geniş çalışmadan çıkıp zihni incelemeye dönüştü ve işte burada Dekartçı kaymayı yaşadık. Beden ve zihin Batı felsefesinde iki tözdür. Ama daha sonra iş, bugün olduğu gibi, tümden indirgemeciliğe vardı ve (psikoloji) davranış incelemesi hâline geldi.

Terapistin zahmetli görevi: Aynayı parlatmak

Psikoloji ya da psikoterapi alanında farklı ekoller var. Bunların İslami bakış açısından farkı nedir?

FBA: Farklı okulların ortaya çıktığını görüyorum. Bunlar, kendini iyi hissetmeyen insanlara yardım etmenin farklı yollarıdır. Benim yolum diğerlerinden farklı olabilir... Ben bilişsel davranışçı ekolde eğitim aldım. Diğer bazı okullar daha çok bilinçdışı üzerine çalışıyor ve bu da iyi, çünkü sahip olduğumuz şeylerin bir parçası. Bazı okullar da somatik duygular üzerine çok çalışıyor. Müslümanlar olarak biz bunları, onların yaptıkları gibi, birbirlerinin düşmanı olarak görmüyoruz.

Biz görevimizi nasıl yapıyoruz? Müslüman psikologlar olarak yalnızca Müslümanlar üzerinde çalışmıyoruz, çünkü İslami psikoloji insanı anlamanın bir yoludur… Bir keresinde bir danışan geldi. Nüfusunun yüzde 98’inin Müslüman olmadığı İtalya’da yaşıyorsanız, neden görünür bir şekilde Müslüman bir psikoloğa gitmek istersiniz? Bu kişi bana her şeyi denediğini söyledi. “Psikoanalizi denedim, BDT (bilişsel davranışçı terapi) denedim, ayurvedik tıp denedim. Sanırım geriye bir tek bu kaldı. Hadi onu da deneyelim.” dedi. Bazı insanların bu tür bir motivasyonu oluyor. Gerçek manada güven tesis edilebildiğinizde sizinle aynı şeylere inanmıyor olsalar bile bu kişilere ruh sağlığı konusunda yardımcı olabileceğinize yürekten inanıyorum. Peki burada rolünüz nedir? İmam Gazzâlî’nin verdiği ve tüm İslami psikologların kullandığı bir timsal var: Terapistin ayna rolü. Aynalar yansıtan nesnelerdir. Ama eski zamanlarda bir aynaya sahip olmak cidden zahmetli bir işti. Çünkü aynayı sürekli parlatmak zorundaydınız, yoksa yansıtma kabiliyetini yitirirdi. Dolayısıyla terapist kendi üzerinde sıkı çalışmalı. Zira İslami psikolojiye göre sizin deneyimlerinizden çok daha üst bir yerde olan kişilere rehberlik edemezsiniz, onlara refakatçi olamazsınız. Son derece deneyim temelli bir iştir bu. Bir kitaptan konuşup şunu söyle yapmalısın demiyorsunuz. Hayır, o şeyi kendinizin yaşamış olması gerekiyor. Ayrıca refakat etmek, suhba da önemli başka bir kavram. Böylece terapist ile danışan arasındaki aşırı hiyerarşik, sert etkileşim türünü ortadan kaldırıyoruz. Biz bir insanın karşısındaki insanlarız, kalbimizle oradayız. Bir de işin kendisi var. İşin kendisinin de tüm etkinin yalnızca yüzde 15’ine ayrıldığını vurguluyorum. Müslüman bir psikologsak, Müslüman bir danışanla konuşuyorsak, en nihayetinde şifa verenin Allah olduğunu, bizim şifa için birer vesile olduğumuzu biliyoruz.

Terapinin amacı kişinin kendisini iyi hissetmesi midir?

İslami psikolojide Batı’nın ruhsal bozukluk sınıflandırmasının çoğunu kendi yaklaşımımıza dahil etme eğilimindeyiz.
İslami psikolojide Batı’nın ruhsal bozukluk sınıflandırmasının çoğunu kendi yaklaşımımıza dahil etme eğilimindeyiz.

FBA: Yakın zamanlarda bir danışanım oldu. İlk seansın çok iyi geçtiğini düşünüyordum. Sonra bir e-posta gönderip yolunda gitmeyen birşeyler olduğunu, iyi hissetmediğini söyledi. Ben de “Hayır. Bu, işimizi doğru yaptığımızın bir işaretidir.” dedim... Kimi zaman terapilerde iyi hissetme kartı toksikliği veya kişiye uzun vadede fayda sağlamayan bir şeyleri meşrulaştırmak için yanlış kullanılıyor. Ama İslami psikolojide işleri mümkün olan en uzun vadede görmek gibi bir sorumluluğa sahibiz. Çünkü ruhun yolculuğunun bu dünya ile sona ermediğine inanırız. Bu da burada iyi hissetmek için bulunmadığımız, çok uzun vadede iyileşmek için bulunduğumuz anlamına gelir. Bazen iyileşme süreci acılı olabilir, bazen çok çaba gerektirebilir. Bu yüzden biz geçici “rahatsızlıkları” nihai varış yerimize ulaşmak için bir çaba olarak benimseriz.

İslam hangi psikolojik hastalıkları depresyon ve kaygı gibi alışılagelmiş hastalıklar listesine ekliyor? Batılı bakış açısından aşina olmadığımız başka hastalıklar var mı?

FBA: Bu soruya cevabım “pek çok” olur. İslami psikolojide Batı’nın ruhsal bozukluk sınıflandırmasının çoğunu kendi yaklaşımımıza dahil etme eğilimindeyiz. Bu yüzden normal bir psikoterapistin yapacağı gibi, tanı ve istatistik el kitabını kullanıyoruz. Obsesyon, depresyon vs. Ama buna diğer hastalık ailelerini de ekliyoruz. Bu yüzden epey kullanma eğiliminde olduğumuz bir sınıflandırma olan kalp hastalıklarımız var. Tıbbı’l-kulub üzerine klasik İslam âlimlerinin yazdığı onlarca kitap bulunuyor. Kıskançlık, açgözlülük, savurganlık, uzun vadeli umutlar… Bunlara ahlaki kusurlar diyebiliriz, ama bundan daha fazlasıdır. Bunların hepsi kalbimizi gerçekten önemli olan şeyler karşısında susturan unsurlardır.

Kur’an kendisinden ayrıca “şifa” diye bahseder. Çünkü Kur’an bizim gerçek ile temasımızı sağlar ve gerçek de şifa veren başka bir şeydir, “benim gerçeğim”, “senin gerçeğin” gibi öznel bir şey değildir. Tabii bazı şeyler söz konusu olduğunda bunlar belirli bir seviyede doğru olsa da daha temel bir şekilde, nesnel metafizik bir şekilde bir gerçek var ve kalplerimiz o gerçeği tanıyabilir, hissedebilir ve kalpleri açan Allah’ın izniyle onu benimseyebilir.

Mesele karşı cinsler arası savaş değil, uyum.

Bir diğer sorum, cinsiyetler arası ilişkiler ve çift terapisiyle ilgili. Sizce aynı yaklaşım mı söz konusu, yoksa başka bir yaklaşım mı?

FBA: İslam’da cinsiyet konusu üzerine konuşmaktan gerçekten keyif alıyorum. Çünkü bu günlerde, özellikle de sosyal medyada, cinsiyetler arası bir savaşa şahit oluyoruz. Erkekleri ve kadınları olumsuz basma kalıplara sokma konusunda pek çok şey yapılıyor. Her şey çatışma ile ilgili, partnerinizden ne elde edebileceğinizle ilgili, insanları cinsiyetlerine göre sömürmekle ilgili olmuş. Bu gerçekten çirkin bir şey. İslam ise cinsiyetler arasında uyuma güçlü bir vurgu yapar. Uyum çok güzel bir kelimedir. Kişiler birbirleriyle uyuşur, huzur içindedir. Kur’an erkekleri ve kadınları, tıpkı samimi arkadaşlar, en yakın kişiler gibi, birbirleri için evliya (destekçiler) olarak tanımlar. Bu da kadına ve erkeğe karşılıklı bir sorumluluk görevi yükler. Özellikle genç insanlarımıza söylüyorum. Karşımızdakini olumsuz bir basma kalıba sokmamak, tüm kadınlar şöyledir tüm erkekler böyledir dememek, birbirimize karşı sahip olabileceğimiz asgari bir sorumluluktur. Esasında yaptığım terapilerin çoğu da karşı cinse yönelik bu nefreti dağıtmayı içeriyor.

Çağdaş psikoloji maneviyatın ruh sağlığı üzerinde yararlı bir etkisi olduğunu tespit ediyor. Batı’da epey popüler olan farkındalık gibi Budist uygulamalar da buna dâhil. İslam da benzer şeyler sunuyor mu?

 Uyum çok güzel bir kelimedir. Kişiler birbirleriyle uyuşur, huzur içindedir.
Uyum çok güzel bir kelimedir. Kişiler birbirleriyle uyuşur, huzur içindedir.

FBA: “İslami farkındalık” hakkında konuştuğumuzda biraz sinir oluyorum. Çünkü anda hissetmek için bizim kendi terimlerimiz var, kendi fikirlerimiz var. Farkındalık her ne kadar Batılı bir hedef kitle için faydalı olsa da bu kavramı Budizm dinine karşı hayli saygısızca bulduğum bir “kendime mal etme” olarak görüyorum. Birçok Budist’in bu durumun aleyhinde konuştuğunu duydum… Biz dünya görüşümüze uygun, kendimize uygun bir şeyler yapmalıyız, başkalarına ait olanları bizimmiş gibi sahiplenmemeliyiz. Bu yüzden ilk işimiz sağlıklı bir maneviyat geliştirmek olmalı… Dini deneyimimiz tamamen korkudan ibaretse bu normal değildir. Tamamen suçluluktan ibaretse de normal değildir. Sonra, tefekkür gibi her zaman uygulanan bir şeyi hayatımıza dahil etmek, doğada, kirlenmemiş yerlerde yürüyüp düşünmek, telefonlardan kurtulup tefekküre dalmak var… Zikir sadece tesbih çekmek değildir; kalbe bir şey, bir cümle koyup onun çiçek açmasına, meyve vermesine müsaade etmektir. İslam’da manevi faydaları olan en sıradan görevler bile vardır. Hamza Yusuf, İslam’da manevi bir uygulama olarak yürüyüşten bahseder. Bu yüzden yürüyüşü manevi açıdan koruyucu bir çerçevede ifade edebiliriz.

Yürüyüş ruhsal olarak, biyolojik olarak sağlığımıza iyi gelir. Kalbimiz için iyidir, bedavadır, hiçbir maliyeti yoktur, yapması kolaydır. Fiziksel ve ruhsal sağlığımızı iyileştirmek için Allah’tan gelen doğal bir yöntemdir.

* Bu metin “Psikolojiyi Müslümanlar mı icat etti?”, “Batı psikolojisinin bir eleştirisi” ve “Manevi travma için İslami terapi” başlıkları altında yayımlanan üç bölümlük söyleşiden özetlenerek çevrilmiştir.