Monoton müzelerin can simidi: Tematik Müzeler

Son yıllarda Türkiye’de müzecilik sessiz sedasız ama istikrarlı bir dönüşüm geçiriyor. Her yıl yaklaşık elli yeni müze açılıyor, böylece kültürel miras korunuyor, toplumla buluşuyor ve gelecek nesillere aktarılıyor. Bu gelişimde Kültür ve Turizm Bakanlığının kurduğu arkeoloji ve etnografya müzeleri ile belediyelerin restore ederek müzeye dönüştürdüğü tarihi binaların payı büyük. Ancak sadece devletin değil, özel sektör, vakıf ve bireylerin kurdukları özel müzelerin değeri göz ardı edilemez.
Kurulan özel müzeler, geleneksel müze anlayışına yeni bir soluk getirerek ziyaretçilere daha özgün ve keyifli deneyimler sunuyor. Söz konusu bu müzeler geleneksel arkeoloji ve etnografya müzelerinden farklı olarak, kurucularının ilgi alanlarına göre daha kısıtlı bir odak ve tema içerisinde şekilleniyor.

Tematik müzeler arasında popüler kişi müzeleri, kurum hafıza müzeleri, sanat ve spor kulüp müzeleri, oyun ve oyuncak müzeleri, meslek müzeleri, tekstil ve halı müzeleri, teknoloji ve bilim müzeleri gibi pek çok farklı kategori bulunuyor. Basın, film, müzik, saat, para, bitki, hayvan, taş, maden, göç, savaş, denizcilik ve gastronomi müzeleri de bu çeşitliliğin içinde yer alıyor. Hatta bu tür müzelerin içerisinde Masumiyet Müzesi gibi aynı isimle yazılmış romanda geçen öğelerin anlatıldığı şekilde sunulduğu edebiyatla iç içe geçmiş ilginç örnekleri de mevcut.
İşi biraz abartacak olursak Serdar Ortaç, Poşet şarkısında aşktan dolayı türlü türlü acıya maruz kalan kalbine yaptığı “Yaralı Müzesi” nitelendirmesiyle, kalbini yara temalı bir müze olarak tanımlama ironisinde bulunabiliriz. Bu müzeler belirli bir konu, tema veya alana odaklanmalarından dolayı ziyaretçilere daha spesifik ve detay deneyimlerle ilgi çekiyor.

Tematik müzeler, UNESCO’nun müzeleri okul dışı eğitim kurumları olarak tanımlamasına tam anlamıyla uyum sağlıyor ve her yaştan ziyaretçiye hitap ederek müze kültürünü daha geniş bir kitleye yayıyor. Özellikle çocuklar için Bilim ve İllüzyon müzeleri, eğlenerek öğrenme imkânı sunarken, fen ve mühendislik öğrencileri için İş Sağlığı ve Güvenliği Müzesi gibi alanında uzmanlaşmış müzeler, görsel ve interaktif deneyimlerle eğitimi destekliyor. Bu tür müzeler, sadece sergi alanları sunmakla kalmayıp, aynı zamanda bilginin deneyimlenerek öğrenildiği alternatif eğitim merkezleri olarak da önemli bir rol oynuyor.
Sıradan müzeler gibi sadece geçmişi sergilemekle kalmayan tematik müzeler, aynı zamanda belirli bir kültür, endüstri veya sanat dalının korunmasına ve tanıtılmasına da katkı sağlıyor. Örneğin, Gaziantep Fıstık Müzesi, şehrin fıstık üretimiyle özdeşleşmiş kimliğini güçlendiren ve kırsal turizmi destekleyen bir unsur olarak dikkat çekiyor. Benzer şekilde, Rize’de Çay Müzesi, Kars’ta Peynir Müzesi, Aydın’da Arı Müzesi, İstanbul’da Çikolata Müzesi ve İzmir’de Zeytin Müzesi gibi yerel temalara odaklanan müzeler, bulundukları bölgelerin kültürel ve ekonomik değerlerini ön plana çıkararak turizme katkıda bulunuyor. Hatta bazı tematik müzeler, özel ilgi alanlarına hitap ederek belirli bir turist kitlesi için ana destinasyon unsuru haline gelebiliyor.

Son yıllarda ülkemizde müze sayısı yıllık %5-10 gibi olağanüstü oranda artışa rağmen akran ülkelerle kıyaslandığında hâlâ çok yetersiz. Nitekim UNESCO Dünya Müzeler raporuna göre ülkemiz nüfusu başına müze sayısında birçok Afrika ve Asya ülkesi gibi en alt kategoride (0.1-12.5 müze sayısı/milyon nüfus) yer almakta. Birçoğundan daha zengin doğal ve beşerî eser yelpazesine sahip olmamıza rağmen dünyada en fazla müzesi olan ABD (33 082), Almanya (6 741), Japonya (5 738), Çin (5 535), Rusya (5 415), Fransa (4 811), Brezilya (3 906), İtalya (3 195), İngiltere (3 183), Kanada (2 245) gibi ilk on ülkeyle mukayese etmiyorum bile. Çok temel konu ve alanlarda bile müzeleştirememiş olmamız bu eksikliğin sebebi. Hâlen İstanbul’da Anadolu Göç Müzesi, Osmanlı Payitaht Müzesi, Roma Müzesi, Deprem Müzesi, Salgın Müzesi gibi temalarda çalışmanın başlatılamamış olması birer örnek. Daha özgün, ilgi çekici ve interaktif müzeler, kültürel mirasın korunması ve toplumla buluşturulması adına bir çıkış yolu sunuyor.
Tematik müzeler, geleneksel müzelere kıyasla daha cazip olsalar da sürdürülebilirliklerini sağlamak için yenilikçi müze uygulamalarını göz ardı etmemeliler. Günümüz ziyaretçileri için fiziksel deneyimi kamçılayacak seviyede dijitalleşme, sanal gerçeklik ve artırılmış gerçeklikle yeni teknolojileri kullanmak. Müze içi yiyecek ve içecek hizmetleri sunacak müze kafe kurmak. Müze içeriğiyle uyumlu satın alma sağlayacak müze mağazası oluşturmak. Kalış süresini artıracak müze kütüphanesi oluşturmak. Etkileşimli obje ve sunuşlar geliştirmek. Temaya göre atölye, oyun ve aktiviteler sağlamak. Ses, müzik, ışık, nem, ısı, işaret, titreşim ve renk gibi fiziksel bütünlük, uyum ve küratörlük sağlamak. Bunun yanı sıra, müzeler bağış, sponsorluk ve fonlar gibi farklı finansal destek mekanizmalarına da yönelerek sürdürülebilirliklerini artırabilirler. Elbette en önemli nokta, müzedeki eser ve koleksiyonların güçlü bir hikâye anlatımla ziyaretçilerin hafızasında iz bırakılması.

Uzun lafın kısası, ülkemiz müzecilik alanında son yıllarda önemli bir atılım yapmış olsa da sahip olduğu potansiyelin hâlâ gerisinde. Müze sayısını artırmak tek başına yeterli değil. Birbirine benzeyen arkeoloji ve kent müzeleri yerine, belirli bir tema ve odak noktası olan müzelerin hayata geçirilmesi gerekiyor. İşte bu noktada, girerek banal ve sıkıcılığa boğulan müzeciliğin imdadına tematik müzeler can simidi olarak devreye giriyor.