Kaybolmuş çevirilerin ışığında Sofi Huri: Bir arayışın unutulmuş hikâyesi

Araştırma, inceleme, biyografi kitaplarından çocuk kitaplarına, çevirilerine kadar Sofi Huri dikkate değer bir isim.
Araştırma, inceleme, biyografi kitaplarından çocuk kitaplarına, çevirilerine kadar Sofi Huri dikkate değer bir isim.

Birlikte Mesnevî’yi şerh ettikleri fotoğrafı görünce heyecanlanmış, bu kadınların hepsine karşı daha sonra somutlaştırabileceğim bir yakınlık duymuştum. Duygu tanımaktan önce alakamı cezbetmişti. Ken’an Rifâî’nin Şerhli Mesnevî-i Şerîf1’ini yayına hazırlamak için dört sene boyunca bir araya gelen Safiye Erol ve Sâmiha Ayverdi’nin bu süreçteki diğer çalışma arkadaşları Nihat Sami Banarlı, Nezihe Araz ve Sofi Huri idi dikkatimi çeken isimler. Kenan Rifâi’nin şerh ettiği Mesnevî notlarını kitap hâline getirmek için toplanan ekip her salı akşamı birinin evinde buluşup çalışırlarmış. Mahfil ve mekânın poetikası bağlamında bu salı sohbetlerini Safiye Erol özelinde Nihayet için yazmıştım.2

Sâmiha Ayverdi.
Sâmiha Ayverdi.

Haklarında uzun tanıklıklar, dikkatli okumalara sürüklendiğim bu isimlerden Samiha Ayverdi epey biliniyor ve Safiye Erol da yeni yeni dikkat çekiyordu. Fakat zamanla Nezihe Araz ve Sofi Huri isimlerinin arka planda kaldığını, bir şekilde eserlerine, çevirilerine alaka gösterilmediğini gözlemledim. Sahaf arkadaşımı aradım, Nezihe Araz ve Sofi Huri hakkında ne varsa bana hızlıca bulmasını salık verdim.

Amerikan Bord Neşriyat Dairesinde çalışırken Sofi Huri, Redhouse Sözlüğü’nün editörlüğünü yapmış, birçok tercüme ve telif eser yayımlamıştı. Reîs-i rûhânî olarak anılan Halepli Hristiyan bir din âliminin kızı olan Sofi Huri, dünyanın çeşitli ülkelerinde seyahatlerde bulunmuş, nitelikli dostluklar kuran meraklı ve keşif sahibi bir zihne sahipti. Ne arıyordu bu kalem, hakikatin hangi veçhesine sürükleniyordu bu kadar? Bana aşina gelen bu devamlılık ve yer değiştirmeye eşlik eden arayış içten içe merakımı cezbediyordu. Sofi Huri’yi kazıdıkça birçok isimle muhatap olmaya başlamıştım. Çalıştığı yayınevinin çeviri faaliyetleri sürecinde ilginç bir karşılama da Ömer Faruk Yeni’nin Nihayet dergisi için yazdığı “The Mevlidi Sherif: Bir Misyonerin Aziz Hatırası”3 yazısında ele alınıyordu. O döneme dair önemli detayların ele alındığı bu yazıdan öğreniyorduk ki, Call to Istanbul ismiyle yayımlanan biyografi kitabı için Lyman’ın Türkçe notlarını ve mektuplaşmalarını İngilizce’ye çeviren kişi Redhouse Sözlüğü’nün editörü Sofi Huri idi.

Sofi Huri’nin çevirisi kütüphanemdeydi

Mohandas Karamcand Gandhi.
Mohandas Karamcand Gandhi.

Kubbealtı Neşriyat’ın izlerini sürerken Sofi Huri’nin, “tâc-ı serim” diye hitap ettiği Samiha Ayverdi’ye yazdığı mektupları inceliyorum.4 Döneme dair bu dikkatli duraklara, mektuplara bakınırken kütüphanemde Pınar Yayınları’ndan öğrenciyken aldığım Kılıçsız Savaşçı Gandhi kitabına rastlıyorum. Sofi Huri çevirisi bu kitabı yayınevi, dönemin siyasi atmosferi ve yayınevinin anlayışını da dikkate alınca elbette Gandhi ve direniş hakkında olduğu için basmıştır, diye düşünüyorum. Müstakil olarak Sofi Huri imzasının dikkat çekeceğini sanmıyorum ebette. Bendeki çeviri eski olduğundan kapakta çevirmene dair bir not yoktu. Jeanette Eaton’dan Redhouse Yayınevi’nce 1971’de basılan Kılıçsız Mücahit, daha sonra, dediğim gibi dönemin kültürel etkisinden olacak, İslamcı yayıncılıkla bilinen Pınar Yayınları’na geçiyor. Pınar Yayınları son dönem bastığı kitaba çevirmenin de adını kapaktan ekliyor.

Sofi Huri araştırma yaptığı kolejde bir konferans verdiğinde Gandhi’yi canlı olarak da dinliyor ve neden Gandhi çevirisini yaptığının sinyallerini o zaman veriyor. Sofi Huri, Gandhi hakkında “Bir buçuk saat süren konferans müddetince gözümü zekâ ateşi saçan o gözlerden ayıramadım…Kudretli şahsiyetin tesirine kendimi bırakmış, sanki kelimelerini birer birer benliğimde temessül ettiriyordum.”5 diyor. Sofi Huri’nin çevirdiği isimlerin şahsiyetlerine bakan ayrıştırıcı ve dikkatli bir zihin, hemen karşısında ışıltılı bir zekâ olduğunu fark eder. Çevirdiği isimlerden aldığı ilhamın bu karşılıklı tesir ve etkisini Huri’nin karakteri ve çalışmaları ısrarlı arayışlarından anlayabiliriz.

Tek başına bir yazarın abidesi: Rabiat- ül Adaviyye Sofi Huri çevirileri ve eserleri yeniden yayın dünyasına kazandırılmıyor. Narodnik Sahaf, Abdurrahman’ın uzun çabaları sonuçsuz kalıyor ve temin edemediği İslâm Âleminde İlk Kadın Sufi Olarak Tanınan: Râbiat-ül Adeviye isimli kitabı online bir araştırmadan sonra Atatürk Kütüphanesinde iki adet olarak bulunduğunu görüyorum. Redhouse tarafından 1970 yılında basılan bu kitaba dokunmak için Taksim’in yolunu tutuyorum. Yol boyu Kenan Rıfâi’yi, bu dört kadının onun etrafında oluşturduğu halkayı ve buna bağlı olarak Sofi Huri’nin tasavvuf yolculuğunu düşünüyorum. Benim arayışıma ışık tutan bir yakınlık var yolculuklarında. Henüz muhasebe kısmındayım, aşinalığı kalben ve bedenen sezinliyorum ancak murâkabeye daha çok yol var. Sözün doğruluğu kalemi de doğuruyor bu kadın yazarlarda. Kalemlerine tesir eden hakikatin keskinliğini bu manevi derinliklerine bağlıyorum. Samiha Ayverdi, Safiye Erol, Nezihe Araz ve Sofi Huri gibi maneviyatçı yazarların üstün körü geçildiğini, manevi soluklarının izlerinin bugün birçok zihni açacağını fakat bilgisizlik ve özensizlikle, metinleri ve hayatlarının önemsenmediğini görmek beni üzüyor. Refik Halid, Kadınlar Tekkesi’nde6 dönemin bu maneviyatçı yazarlarını “alaya” alıyor ve söz konusu isimlere kaba bir dikkat gösteriyor ancak onca yayınevi ve nitelikli okur bu meseleye bir şerh düşmüyor. Temassızlık ve özensizlik sonucu günümüz okuru bu dönemle bir bağ yakalamıyor. Olsun, Taksim’e giderken ve boğaza karşı o tarihî esere dokunurken düşünüyorum: Sofi Huri böyle bir kitabı neden yazmış olabilir ve bu iki kadın arasındaki hakikatin derin bağı beni nereden yakalamış olabilir? Yalnızlıkla çırpınan ve yenilen modern insanın aksine yalnızlığında Allah’ı bulan, yalnızlığıyla yaşamın tüm cephelerine bir ordu kuran Adeviyye ile bu şekilde karşılaşmak cevabını bulamadığım tüm sorularıma bir şefkat eli gibi uzanıyor o gün.

Kenan Rıfâî.
Kenan Rıfâî.

Sofi Huri, Kenan Rıfâî için: “Kendisinden işittiğim, mensuplarından dinlediğim ve sohbetlerinde okuduğum hiçbir şeyde İseviyetle ve Kitab-ı Mukaddes öğretisinden bildiklerimle tenakuz eden bir şeye rast gelmedim.”7 diyor. Hristiyanlar ve Müslümanlarla iç içe kozmopolit bir ortamda zihni şekillenen Huri’nin zihni ve kalbi yapısını babasının Mevlevî dostları oluşturuyor olmalı ki yetişkinken de iz sürmeye devam ediyor. Belki ilk temasın ruha attığı o merak ve meyil çengeli, ruhunda ve bedenindeki tamamlanma hissini devam ettirerek Rıfâî’de bir duraklama ve tutulma yaratıyor. Rıfâî’nin karakterindeki derin tevazuyu ve şefkati hissettiğini ve onunla gönülden bir bağ kurduğunu ifade eden Sofi Huri, Halep’te Hristiyan bir kız olarak doğmasına rağmen hakikati seslendiren bu kapsayıcı ve şefkatli sese duyarsız kalamıyor. Hakikatin keskinliği şüpheleri bir insanı kalp süzgecinden bu şekilde geçiriyor demek ki. Karakterdeki vakarın söze tesiri, onu tasavvufa yönelen isimlerin hayatına akseden izleri aramaya çağırıyor. Râbiatü’l- Adeviyye’nin kapsayıcı ve yalın, tek başına bir ordu gibi yalnız hayatının Huri’nin dikkatinden kaçmaması olağan geliyor.

Dinî tefekkürün yeniden teşekkülü Muhammed İkbal

Sofi Huri araştırma yaptığı kolejde bir konferans verdiğinde Gandhi’yi canlı olarak da dinliyor ve neden Gandhi çevirisini yaptığının sinyallerini o zaman veriyor.
Sofi Huri araştırma yaptığı kolejde bir konferans verdiğinde Gandhi’yi canlı olarak da dinliyor ve neden Gandhi çevirisini yaptığının sinyallerini o zaman veriyor.

Sofi Huri nezdinde İkbal’in kıymetli eserlerinden biri Goethe’nin divanına bir çeşit nazîre olarak yazdığı Peyâm-ı Meşrik’tir. Garb’ın ve Şarkın en iyi tanıdığı büyük Hindistanlı mutasavvuf ve yaman şair olarak adlandırdığı İkbal’in yedi konferansını çeviriyor bu eserinde Sofi Huri. Yazdığı önsözde İkbal’in Mevlana’yı çok okuyup sevdiğini ve ona “mürşidim” dediğini aktaran Huri, kıymetli dostum dediği, mutasavvuf, mütefekkir edibimiz diye konumlandırdığı ve Kenan Rıfâi ile karşılaşmasında büyük etkisinin bulunduğu Samiha Ayverdi’nin yaptığı İkbal çevirisini müstesna itina ve dikkatle tercümeyi baştan başa okuduğunu, değerli mütalaalarıyla kendisini tenvir ettiğini izah ediyor. Ayrıca Nezihe Araz’ın da bu tercümeyi baştan sona okuyarak mütalaalarını kendisine bildirdiğini belirtiyor. Bir manevi ortamda teşekkül eden bu dostluğun neşvünema bulduğu ilmi halkaların niteliği bugün çoraklaşmaya teşne kültür dünyasına bir ilham niteliğinde diye iç geçiriyorum.

Kırkambar Yayınlarında basılan İslam’da Dini Tefekkürün Yeniden Teşekkülü’nün bendeki baskısı 1999. Başlangıçta Çeltut Matbaacılık tarafından 1964’te basılan kitap o günden bu yana N. Ahmet Asrar tarafından 1984’te Türkçeye çevriliyor.

Sessiz bir sonun şimdiye yankısı

Kenan Rifâî, 1950’de vefat ediyor ve o dönemden sonra Samiha Ayverdi Sofi Huri’nin hayatında daha da önem kazanıyor. Sofi Huri, 1970’lerde Atina’ya taşınana kadar çok yakın iki dost olarak hayatlarını sürdürüyorlar. Mahfiller dağılsa da başkalaşsa da mektuplar devam ediyor. Yeni Şafak için bu mektuplaşmaları 2016 yılında yazmıştım.8 Sonrasında Huri’nin biyografisini kazımanın zorlaşmasına sebep olan taşınma hikâyesi, hayatının çoğunluğu gezmek, seyahat etmek olan Huri’nin yerleşik düzene ömrünün sonlarında geçmesi, mektuplara dönüşlerin yeterli sayıda olmaması sebebiyle iz sürücülüğü zorlaştırıyor. Mektuplar’da, Sâmiha Ayverdi kendisine gelen mektupları “Mektuba cevap vermemek, selam verenin selamını almamaktır.” sözü gereğince cevaplandırmış ve zamanının önemli bir kısmını bu işe ayırmış olsa da Ayverdi’ye yazılmış mektupların karşılıkları ne yazık ki yok. Ayverdi her zamanki özeniyle kendisine yazılmış mektupları korumuş ama yine de kitapta, Ayverdi’nin Nezihe Araz’a yazdığı üç mektubu okuyabiliyoruz ancak.

Atina’ya yerleştikten sonra Sofi Huri, “tâc-ı serim” diye hitap ettiği Samiha Ayverdi’ye birçok mektup yazıyor. İstanbul’a özlem ve hasreti barındıran mektupların ardı arkası kesilmiyor. Aralık 1975 tarihli mektubunda Ayverdi’ye “…Ben, şekerim bilhassa son gün ve haftalarda hasret-zebunluktan çok muztarip oldum. Demek ki ‘ayrılık’ alışılır nesnelerden değilmiş...” diyerek özlemini belirtiyor.

Atina’ya gidip o mezarı bulmam ve onlarca telif esere ulaşmam lazım diye düşünüyorum kütüphaneden çıkarken. Sofi Huri’nin ülkesine ve arkadaşlarına duyduğu bu hasreti ölene kadar taşıdığı yere değiyorum bir şekilde. Taşınmalarım, yolculuklarım, sohbet halkam ve çalışma arkadaşlarım hepsini bu hikâyede toparlayabiliyorum.

1983 yılında 86 yaşında Atina’da hayata gözlerini ben daha doğmadan yuman bu kadına duyduğum saygı derinleşiyor. Araştırma, inceleme, biyografi kitaplarından çocuk kitaplarına, çevirilerine kadar Sofi Huri dikkate değer bir isim. Bugün yayıncılık ve matbu hayata kazandırılması gereken önemli eserleri ve nitelikli çalışmalarının hatırlanması dileğiyle…

1. Kenan Rifai, Şerhli Mesnevi-i Şerif, Kubbealtı Neşriyat, 1973

2. Tuba Kaplan,”Bir edebi salon sahibi olmak: Safiye Erol ve Kültür Hayatında Salon Sohbetleri”, s, 84-85, Nihayet Dergi, S,116

3. Ömer Faruk Yeni, “The Mevlidi- i Sherif: Bir Misyonerin Aziz Hatırası”,https://www.gzt. com/nihayet/the-mevlidi-sherif- bir-misyonerin-aziz-hatirasi- 3562220

4. Nezihe Araz, Safiye Erol, Samiha Ayverdi, Sofi Huri, Mektuplar- 5, Kubbealtı Neşriyat, 2016.

5. “Sofi Nuri Hanım”,https://www. politikyol.com/sofi-huri-hanim

6. Refik Halid Karay, Kadınlar Tekkesi, İnkılap Kitabevi, 1956.

7. “Sofi Nuri Hanım”, https://www. politikyol.com/sofi-huri-hanim

8. Tuba Kaplan,“Üç Kadından Samiha Ayverdi’ye Mektuplar” https://www.yenisafak.com/haya... uc-kadindan-smiha-ayverdiye- mektuplar-2579975