İstanbul’da bir cevelan

2007’de açılan metrobüsün İstanbul için önemli bir dönüm noktası olduğunu düşünüyorum. Metrobüs toplu taşıma adetlerine yıkıcı bir düzen getirmesi ve aşırı uzun rotasıyla gündelik muhabbetlerde yerini alsa da bence bunlardan daha önemli olan yanı, darma-dağınık İstanbul’un önemli bir kısmını tek bir düzlem etrafında toplamasıdır. Metrobüs, birbirinden bağımsız olarak genişleyen ve büyüyen İstanbul’da toplu taşıma anlamında şehrin uzak noktalarını birbirine bağlayan önemli bir omurga görevi görür ve büyük şehrin önemli bir kısmını bir hat üzerinde düşünmemize imkân verir.
2007 yılında yaşanan metrobüs kırılmasını önce birkaç durak olarak açılan fakat denizin altından gitmesiyle bir devrim niteliğinde olan Marmaray hattı ve ardından bu hattın, iki eski banliyö treni hattını bağlaması izlemiştir. İstanbul’un iki kıtaya yayılan dolayısıyla iki parçalı hâlinin çok çeşitli ulaşım araçlarıyla artık romantik denebilecek bir öğe olduğunu söylemeye gerek yok. Fakat uzun yıllardır birbirini izleyen ama kavuşmayı hayal bile edemeyen iki banliyö hattının birleşmesinin yine de herkesin tahayyülünde kendine has bir kırılma yarattığını düşünüyorum. Dahası Marmaray şehir için âdeta bir ikinci omurga oluvermiştir.

Kevin Lynch’e göre insanların kent imgesini belirleyen unsurların başında yollar gelir. Metrobüs yolu ve Marmaray hattı, insanların çok daha geniş bir İstanbul’u düşünmelerine imkân verir.
Şimdi İstanbul haritasını önünüze alın ve özellikle metrobüsün ve Marmaray’ın kuzeyinde yer alan ilçeler hakkında ne düşündüğünüzü test edin. Eğer kent imgesi çoklukla toplu taşıma araçları tarafından şekillenmiş birisi iseniz metrobüse ve Marmaray’a uzak olan ilçelerin adına denk gelince canınızın sıkılacağını ve hatta onları pek de bilmediğinizi hemen fark edeceksiniz. Aynı şekilde bu ulaşım hatlarına yakın yerleri -velev ki hiç gitmemiş olun- kendinize daha yakın hissedeceksiniz.
Toplu taşıma araçlarının zihnimizde sahip olduğu yer bizi ulaştırabilecekleri alanın genişliğinden ve kurduğu şehir tahayyülünden çok daha ötede yahut yanı başımızdadır. Bu araçlar gündelik hayatımızın bir cüzü, vaktimizin önemli bir kısmını geçirdiğimiz yer, içinde kimi âdetler ve alışkanlıklar geliştirdiğimiz araçlardır. Fakat toplu taşıma araçlarında geçirdiğimiz zamanı veya hayatımızın içindeki toplu taşımayı yekpare duygular, yekpare zamanlar ya da yekpare faaliyetler etrafında düşünmek oldukça zordur. Herhangi bir araçta etrafımızda bulunanlara bir göz atalım; kimi kitap okur, kimi oyun oynar, kimi bir şeyler dinler-izler, kimisi haberlere bakar, kimisi telefonla konuşur, kimisi de sadece durur. Fakat bütün bu toplu taşıma efradı müşterek bazı duygu ve bilgiler etrafında da bir aradadır.
Örneğin toplu taşıma insanları her daim çok geniş bir karşılaşmalar evreninin sınırında olduklarını bilirler. Bu karşılaşma tat kaçıran bir itişme de olabilir, uzun zamandır görülmeyen bir arkadaş da olabilir, bir sohbet de olabilir, etraftaki insanların ve nesnelerin akla getirdiği bir duygu ve düşünce de olabilir.

Diğer yandan şurası bir gerçektir ki toplu taşıma kullanıcıları zihinlerinden geçen yahut o esnada yaptıkları her ne olursa olsun bazı basit duygu ve düşünceleri kenara koyamadan hareket eder. Mesela, bütün yolcular az veya çok (araçta bulundukları yere göre değişse de) tetikte ya da dikkatli olmak zorundadır. Etraflarında birisi kapıya yönelebilir, yeni insanlar araca binebilir. Bir adım ötesinde, yer boşalabilir ve oturmak isteyebilir veyahut oturduğu yerden kalkması icap edebilir. Bütün bunlara karşı tetikte olma durumu, yolcunun zihninde bir yerlerde varlığını korur. Araçların bize dayattıkları, “toplu taşımanın görgü kuralları” olarak da yenilenip şekillenebilir. Araçlarda yaşanan tartışmalarının ciddi bir kısmının araçların âdetini pek bilmeyen insanlar, araçları kullanmaya çok alışmış ve artık her şeyi önemseyen insanlarla yine çok alışmış ve bütün kuralları çiğneyebilecekleri düşüncesini geliştirmiş insanlar eliyle çıktığını söyleyebiliriz.
Toplu taşıma kullanımının yoğunluğuna bağlı olarak yolcular belirli bir oranda “yorgunluk birikimine sahiptir”. Gün içi yorgunluklardan ayrı olarak, geçmiş toplu taşıma tecrübelerinin birikimi kişilerin reflekslerini etkiler. Her gün aynı yolu gidip-gelen birisi için ayakta durmak-durmamak bir meseledir. Bir önceki yahut bir sonraki araca binip binmemek de yine önemli bir başlık olur. Dahası, bu hareketli araçlarla kazanılan bir tür aidiyet ilişkisi ve rutinler araçların çeşitli yerlerini sahiplenmeye kadar gidebilir. Belirli bir koltuk veya belirli bir ayakta durma noktası gibi.
Toplu taşıma aracının türü, insanların duygularını adım adım değiştirir. Bugün İstanbul’da metro, Marmaray, metrobüs, otobüs, vapur gibi farklı araçlar yaygın olarak kullanılıyor. Her araç ve hatta çoğu zaman her aracın her hattı, araç tipi, psikolojik etkiler, sosyal yapı, trafik ihtimali, binilen saat gibi çok farklı açılardan değişkenlik gösterir. Bu bakışla toplu taşıma araçları, duygu ve düşünceleri etkileyen araçlar olmalarının yanında tüm civar değişkenlerle de tepkimeye girerek bunları etkileyen ve bunlardan etkilenen araçlar hâline gelir. Bu özellik toplu taşıma araçlarının gündelik hayatımızdaki yerini çetrefilleştirir.

Bu değişkenlere göre değişen kombinasyonlar bizi tek tip bir toplu taşıma anlatısından çıkarır ve çok geniş bir ummana sokar. Eminönü-Üsküdar vapuru vs Karaköy-Bostancı vapuru, Söğütlüçeşme-Avcılar metrobüsü vs Ataköy-Maltepe Marmaray’ı, 35D vs 11ÜS veya Beylikdüzü-Söğütlüçeşme metrobüsü vs 500T gibi farklı tür ya da tür içi hat karşılaştırmaları ve anlatıları arasında bütün İstanbul’un hikâyeleri yatar.
Metrobüs ve Marmaray ile başlayan bir yazıda bütün bu değişkenleri zikrettikten sonra hâliyle yine bu araçların görgü, adet, gelenek, görenek değiştirici özellikleri düşünülecektir. Özellikle metrobüs, ortaya çıktığından beri toplu taşımada yerleşmiş kuralları yıkması ile maruf bir araç. Buna sebep olan iki basit özelliği olduğu kanaatindeyim; aşırı uzun bir hat olması ve sürekli yeni aracın gelmesi. Aşırı uzunluk, insanların araç içi alışkanlıklarını artırmakta; yeni araç gelme ihtimali ise toplu taşımaya içkin olan bekleme mecburiyeti etrafında şekillenen duygu, düşünce, kalıp ve hareket skalasını bertaraf etmektedir.
Tüm bu araç çeşitliliği içinde yer altında yapılan seyahatlerin yer üstündekilere göre çok daha yorucu olduğu kanaatine sahibim. Bu seyahatte gökyüzü ve etraf yoktur yani aracın içine hapsolmuş bir hâldesinizdir. Aynı zamanda tek başınıza yönünüzü bile bulamayacak şekilde etrafa bağımlısınızdır. Yönlendirme tabelaları olmasa yolunuzu bulamazsınız. Herhangi bir sebeple kapıyı açmanız imkânsıza yakındır. (Göğü Delen Adam’a selam olsun)

Yeraltı seyahatlerinin en büyük avantajları hızlı, dakik olmaları ve trafiğe muhatap olmamaları. Bütün bu kasvetli anlatının düzenli tercih edilmesinin en önemli sebebi tabii ki bu araçların hızlı ve dakik olmaları. Hatta müspet ve menfi özellikleriyle insana gerçek anlamda bir “ışınlanmışlık” hissi vermesi. Sadece semboller yoluyla yönünü bulabildiğin bir dehlizde gerekli adımları yerine getiriyorsun ve sonuçta kilometrelerce ötede bir yerde dehlizden çıkıyorsun. Başka bir hava, başka bir mekân, bambaşka insanlar. Çok alışıldık ama çok mucizevi.

Görece soyut anlatıları somut bir kapanışa doğru götürmek derdimi anlatmamı kolaylaştıracak. Bir sabah işe giderken çocuklarımı da yanıma alıyorum. Rotamız Çekmeköy-Üsküdar Metrosu ardından Marmaray ve Yenikapı-Hacıosman Metrosu. 45 dakika yer altındayız. Tabii ki inerken çıkarken aktarma yaparken, kimseye söyleme gereği duymadığım, hatta bir kısmının varlığını ancak dile dökünce fark ettiğim alışkanlıklarımı ve dikkatlerimi ufak ufak aktarıyorum; “Koşmana gerek yok, 1 dakika kalınca yetişemeyiz.”, “Solda durma oradan yürünüyor.”, “Bu kapıda duralım ki indiğimizde tam merdivenin karşısına gelelim”, “Sabredersen 2 durak sonra metro boşalır ve rahat ederiz.” (hatta bir tanesinin tabiriyle “Seni çok sevdik Altunizade!”). “O turnike bozuk.”, “Bu merdivenden inmek daha rahat.”, “O asansör arıza çıkarıyor diğerine binelim.” vs. yolun sonunda derin bir nefes alıyorlar, “Çok şükür güneş gördük baba!”