İdeolojik bir karşı koyuş olarak müstehcen yayınlar

İdeolojik bir karşı koyuş olarak müstehcen yayınlar
İdeolojik bir karşı koyuş olarak müstehcen yayınlar

Türk aile yapısının sistematik olarak hedef alındığı söylenebilir mi? İçeriden ve dışarıdan bir mihrak özel olarak toplumu ifsat için belli bir program dahilinde hareket etmiş olabilir mi? En önemlisi bu saldırı muhafazakâr iktidarların döneminde uygulanmış olabilir mi?

Cevaplarını aradığımız bu sorular, bizi, milletten siyasi intikam almak isteyen birtakım mihraklara ulaştıracaktır. Akademik çalışmalar böyle sistemli saldırının gerisinde ideolojik bir hareket olduğunu söylüyor.

12 Eylül öncesi siyasi ve toplumsal sorunlar bu ortamı hazırlamış görünmektedir.

Hatırlayalım.

1975-80 arası Türkiye'si, milliyetçi-muhafazakâr-liberal sağ partilerin hüküm sürdüğü yıllardır. “Milliyetçi Cephe” diye adlandıran koalisyon hükümetleri, kısa sürelerle, arka arkaya ülke yönetiminde yer almışlardır.

Acaba siyasi kaos ile müstehcenlik alanındaki artış arasında bir ilişkinin olduğu söylenebilir mi? Gelişmeler bunun tesadüfi olmadığını gösteriyor.
Acaba siyasi kaos ile müstehcenlik alanındaki artış arasında bir ilişkinin olduğu söylenebilir mi? Gelişmeler bunun tesadüfi olmadığını gösteriyor.

Sağ, muhafazakâr partilerin milli ve dini söylemleri onları bir araya getiren ortak noktadır. Karşılarında CHP, TİP, Sosyalist Devrim Partisi, Türkiye Köylü Partisi, İşçi Partisi gibi büyüklü küçüklü “sol” partiler vardır. 12 Eylül öncesi istisnasız bütün sol hareketler dine, imana, İslam’a, namusa karşı olarak etiketlenmiştir. Sinema tarihi(miz), söylemlerinde milli ve dini vurgular öne çıkan “Milliyetçi Cephe” hükümetleri döneminde “Müstehcen Filmler Furyası”nın bütün ülkeyi sardığını söylemektedir.[1]

Ekonomik kriz, nüfus hareketleri, anarşik ortam, çok parçalı siyasi yapı bu ortamı beslemiş görünmektedir. Acaba siyasi kaos ile müstehcenlik alanındaki artış arasında bir ilişkinin olduğu söylenebilir mi? Gelişmeler bunun tesadüfi olmadığını gösteriyor. Sanki, işsiz kalmış, enflasyon altında ezilmiş, gelecek endişesi altında bunalan gençlerin ilgilerini başka noktalara çekmek politikası yürütülmüş gibi görünüyor.

Böylece genç nüfus günlük sıkıntılarından kaçma imkânı bulmuş olacak.

Sinemacılar, filmlerin bu gücünü önce milliyetçi duyguları şişirmede kullanmıştır. Çünkü 1970'lerde Yunanistan ile yaşanan Kıbrıs sorunu, kıta sahanlığı, hava sahası gibi sorunlar Türkiye ile Yunanistan arasında, savaş ihtimali dahil, birçok mücadele yöntemini gündeme getirmiştir. Muhtemel bir savaş için gençlerin psikolojik olarak hazır tutulması gerekmektedir. İşte bu psikolojik destek Battal Gazi, Malkoçoğlu ve Kara Murat film serileri ile sağlanmıştır. Nitekim bu filmlerin ölümsüz kahramanı Cüneyt Arkın, 74 Kıbrıs Harekâtını desteklemek amacıyla Önce Vatan filmini de çekmiştir. (1975).

Televizyonun daha yaygınlaşmadığı bir dönemde, siyasi mekanizma ile iş birliği hâlinde olan sinema için bu ortam aynı zamanda cironun artırılmasına hizmet etmiştir. Sinemacılar bunu erken keşfetmiş kişilerdir.

Siyaset adamları bu işin neresinde diye sorulacak olursa sinemacıların işini kolaylaştıran, denetim varmış gibi gösterip müstehcenliğe göz yuman tarafında olduğunu söylememiz gerekiyor. Çünkü Anadolu’nun en ücra ilçe ve kasabalarına kadar dağılan ve gişe rekorları kıran müstehcen filmlerin gösterimi başka türlü açıklanamaz.

Gençlerin bir kısmı özellikle üniversite gençliği silahlı çatışmalarda yaralanıp ölürken, öldürülürken bir kısım gençliğin “Savaşma Seviş”, “Sev-Genç” diye duvarlara slogan yazması yöneticileri memnun etmiştir.

70-80 arasında gösterime giren 390 müstehcen filmi izleyen akademisyen Buket Akdemir Dilek, filmlerin dönemine göre bile acemi, sıfır estetik ve tamamen kadın bedeni göstermeye yönelik olduğunu yazmaktadır. Çünkü sinemacılara göre erkekler kendi bedenlerini tanımaktadır fakat karşı cinsin bedenini merak etmektedir. Bu değerlendirme doğru ise 70-80 arası erotik filmlerin “teşhirci” filmler olduğu söylenebilir.

Ancak bir zaman sonra tekrarlanmış sahneler ilgi çekmeyeceğinden, seyirciler nihayetinde aynı kadın “oyuncular”la karşılaşacak oldukları için, sinemacılar teşhiri ve erotizmi pornoya çevirirler. Bunu da Batı’dan getirdikleri filmlerden bazı sahneleri araya yerleştirmek suretiyle yaparlar. Böylece sinema literatürü “blok film, döşeme film” gibi kavramlarla zenginleşmiş (!) olur.

70-80 arasındaki mü stehcen sinema “sağ, muhafazakâr” millete karşı yürütülmüş ideolojik bir tutum olamaz mı?
70-80 arasındaki mü stehcen sinema “sağ, muhafazakâr” millete karşı yürütülmüş ideolojik bir tutum olamaz mı?
Halit Refiğ de 12 Eylül öncesi kriz döneminde Türk sinemasını bono sistemi ile Manukyan’ın ayakta tuttuğunu söylemektedir. Dolayısıyla müstehcen filmlerin ideolojik bir tavır olduğu savı yabana atılmamalıdır.
Halit Refiğ de 12 Eylül öncesi kriz döneminde Türk sinemasını bono sistemi ile Manukyan’ın ayakta tuttuğunu söylemektedir. Dolayısıyla müstehcen filmlerin ideolojik bir tavır olduğu savı yabana atılmamalıdır.

Akademisyenin yorumuna göre III. Ecevit Hükümeti devamında III. MC Hükümeti sinema sektörüne baskı uygulamak istemiş fakat bir kontrol sağlayamamıştır. Bu kontrolsüz ortam “yerli” pornografik filmlerin çekimine imkân vermiştir. Sinema oyuncuları da dönem iktidarlarının göz yumduğunu belirtmektedir.

“Türk” sinema tarihinden biliyoruz ki sinemaya -özellikle 80’li yıllara kadar- sosyalistler, katı laikçiler, komünistler, Ermeni kökenli vatandaşlar hâkimdir. Manukyan’ın “Türk erkeklerine de kızlarına da sınırsız, her türlü fuhşu yapar hâle getireceğim.” sözünü düşününce acaba diyorum, 70-80 arasındaki müstehcen sinema “sağ, muhafazakâr” millete karşı yürütülmüş ideolojik bir tutum olamaz mı? Pekâlâ olabilir. Çünkü daha önce zikrettigimiz gibi muhafazakâr Türk halkı, “sol”u fraksiyon ayrımı yapmadan “boynuzlu” olarak görmektedir. Sağ da komünizmi “komün hayatı özlemi içinde, namus ve nikah kavramı tanımayan güruh” olarak anlatmaktadır. Bu zihniyet pekâlâ “namus, ırz, iffet dediğiniz değerleri sokağa düşürmezsek adam değiliz” diyebilecek kişilerdir. Manukyan da bu niyetini açık etmiştir.[2] Halit Refiğ de 12 Eylül öncesi kriz döneminde Türk sinemasını bono sistemi ile Manukyan’ın ayakta tuttuğunu söylemektedir. Dolayısıyla müstehcen filmlerin ideolojik bir tavır olduğu savı yabana atılmamalıdır.

Birbiriyle koordine hâlde olunması gerekmez. 1970'li yıllarda Yılmaz Güney merkezli ideolojik sinemanın varlığını beden ideolojisinin perdeye müstehcen film şeklinde yansıyarak birbirini tamamladığını düşünebiliriz.

70-80 arasındaki müstehcen film furyasından bugün de çıkaracağımız sonuçlar var. Bu filmler muhafazakâr, sağ (dindar) siyasete karşı bir ideolojik duruşu ifade ediyorsa günümüz sosyal medyasında cep telefonlarına kadar inen pornografik yayınlar pekâlâ bu anlayışın devamı olabilir. Ak Parti’nin 20 yılı aşkın iktidar dönemine bu bakış açısıyla bakmak gerekir. Instagram, Facebook, Twitter, Tiktok gibi mecraların sicilinin bozuk olduğu biliniyor. Dolayısıyla LGBT, evliliklerin ertelenmesi veya terk edilmesi, toplumsal cinsiyetin cinsiyetsizlik olarak ele alınması, bileşik kaplar teorisine göre ele alınmalıdır.

***

Kötü şöhretin bedelini hayatlarıyla ödeyen müstehcen film oyuncularını bugün hatırlamıyoruz. Çünkü onlar bile kendilerini hatırlamıyor, hatırlatmıyor, hatırlamak istemiyor. Kimliklerini gizliyorlar. Çünkü yaptıkları işin toplumun maşeri vicdanını yaraladığını biliyorlar, hissediyorlar. Keşke toprak olsaydık dercesine unutturmak istedikleri günahlarının unutulmalarına modern iletişim araçları ne yazık ki izin vermiyor. 70-80 yıllarında bugünkü teknolojiyi, interneti öngörebilselerdi belki bazıları bu ortamdan uzak duracaktı. Ölüp gitmiş olmalarına rağmen görüntüleri ile günah defterini doldurmaya, insanların duygularını, şehvet hislerini sömürmeye devam ediyorlar. [3]

Buradan çıkarılacak başka bir sonuç var. Günümüzde uygunsuz görüntüleri ile meşhur olanları bir tehlike bekliyor. Bu görüntüler tabiri caizse suya karışmış idrar gibi bundan sonra artık bir daha silinemeyecek, paylaşan kişi pişman olsa da ölse de geride bıraktıkları yüzünü kızartmaya devam edecektir.

Sonuç olarak Ak Parti, LGBT ile mücadele ederken, Batı’nın ve büyük holdinglerin arkasında olduğu ideolojik bir saldırı ile karşı karşıya olup olmadığını da hesaba katmak zorundadır. Çünkü çözüm, sorunun kaynağını keşfetmeye bağlıdır.

  • [1] A. Dilek, Buket. Türk Sinemasında Seks Furyasına İdeolojik Bakış. Doruk Yayınları, 2021
  • [2] Haz. Erdem Gürsu-Sinan Elitemiz. 80’lerde Lubunya Olmak. Global Dialogue, 2012.
  • [3] Gülsen Demirci (bilinen sahne adıyla: Dilber Ay; 12 Temmuz 1958-1 Ocak 1995), Türk sinema sanatçısı. Gerçek adı bilinmemektedir. Bazıları tarafından “Gülşen Demirci” bazıları tarafından ise “Gülşah Dinçeler” olarak bilinmektedir “Gülsen Dinçerler” ve “Gülşah Demirci” olarak bilenler de vardır. Soyadının “Dinçeler” ve “Dinçerler” olup olmadığı da kesin değildir. 1958'de Kayseri'de doğmuştur. Babasının ölümünden sonra annesi tekrar evlenmiş, üvey babası onu istememiş ve başka bir ailenin yanına verilmiştir. İlkokul mezunudur. 12 Eylül 1980 askeri darbenin ardından müstehcen filmleri yasaklandığı için gazinolarda ve pavyonlarda çalışmış ve şarkıcılık yapmayı denemiştir. 1995 yılında ölmüştür. Tinerciler tarafından bıçaklanarak öldürüldüğü iddia edilmektedir. Birlikte yaşadığı Malatyalı bir erkek tarafından pavyon çıkışında öldürüldüğüne dair bilgiler bulunmaktadır. Almanya'ya yerleşerek kendisini unutturduğuna dair söylentiler de vardır. Ölümüne dair tüm bilgiler şaibelidir.