Erguvandan Manolyaya: Şehirde çiçek izleri

On beş yıl önce bir nisan ayında Paris sokaklarında dolaşırken tam olarak şu cümleyi yazmışım, o zamanın popüler sosyal medyasında: “Sokaktan bir ev, pembe ağaçlar seyahatimiz boyunca beni mest etti…”
Fotoğraftaki ev gerçekten güzeldi de, benim cümlemin düşüklüğü, ağaçlar hakkındaki bilgisizliğim ayrı bir bahis.
Bu seyahatten birkaç ay sonra çocuklarımızın eğitimi için İstanbul’a taşındık. Üsküdar Sultantepe, ardından Kuzguncuk oldu yaşadığımız muhitler. Taşınırken kendime bir söz vermiştim; İstanbul’da mukim değil turist olacaksın. Hoş şimdiki aklım olsa, seyyah, gezgin ya da flaneuse derdim. Ama bu sıfatları hak etmem için de onlarca seyahat ve görgü gerekiyormuş.

Tüm bunlar zaman içinde yaşadığımız çevrenin bizi nasıl bir farkındalığa dönüştürdüğünü anlamama vesile oldu. Tabii her bir farkındalık da ayrı bir kapının açılmasına…
Gelelim ilk farkındalığım olan pembe çiçekli ağaçlara. Bu farkındalık ilk kullandığım telefonun kırılmasına sebep olmuştu ama o pembe çiçekli ağaçların erguvan olduğunu da bu vesileyle öğrenmiş oldum. Mihrimah Sultan Camii’nin sahile bakan girişinde olan bu erguvan hâlen yaşıyor. Ve ben her bahar onu selamlamaya gidiyorum.
Erguvanların nisan ayının ve Boğaz’ın alameti farikasını olduğunu öğrenmem çok sürmedi. Bizans döneminde erguvan moru kralların rengi olarak kabul edilmiş. Doğal yöntemlerle elde edilmesinden dolayı yüksek maliyetliymiş ve halkın giymesi yasakmış.
Sadece Bizans’ta da değil pek çok toplum için hem ağaç hem renk olarak özel bir yeri olan erguvandan Evliya Çelebi şöyle bahsetmiş:
“Hatta Bursa’da bir bahar bayramı olarak Erguvan Cemiyeti Faslı kutlandığı Seyahatname’sinde bildirilmektedir. Bu kutlamaların Emir Sultan tarafından başlatıldığı onun ölümünden sonra da devam ettiği kaydedilmiştir. Senaî ve Evliya Çelebi, bu bayramlarda dört bir yandan Emir Sultan severlerinin Bursa’ya geldiğini kaydederek, bayramın kalabalıklığını vurgulamışlardır.”
Erguvan ile başlayan ağaç farkındalığım oturduğum muhit vesilesiyle bende özel bir yere sahip oldu. Şubat ayının ortalarında güneş gibi renkleriyle kışın ortasında içimizi ısıtan mimozalar yolunu gözlediğim ağaçlar listesine katıldı. Geriye dönüp baktığımda çocukluğumdan hatırladığım kokulu çiçeği olan iki ağaç geliyor aklıma, gül ve hanımeli. Gül bahçesi deyince rahmetli Rukiye Teyze’nin eline kimse su dökemezdi. Küçük halamın kayınvalidesinin elinin değdiği bu bahçe âdeta bir cennet bahçesiydi. Şimdilerde göremediğim koyu bordo güller kokusuyla, görünüşüyle hafızamda hâlâ müstesna bir yer tutar.
Hanımeline gelince her çocuk gibi çiçeğinin balını dilimize değdirirken hatırlıyorum kendimi.

İki çiçek hatırasından adını çiçek saati koyduğum bir zaman dilimine geçmek için uzun yıllar, çevresel faktörler, ilgi alanlarını kayması ve daha pek çok sebep gerekiyormuş.
Üsküdar için çiçek saati ismini verdiğim mevsim, şubatta mimozalar ile başlıyor. Bu, ağacı heybetli, çiçeği zarif güzelin ardından manolyalar teşrif ediyor. Manolya ağacının heybeti bir tarafa çiçekleri için gökyüzünün nilüferleri ifadesinin ona çok yakıştığını düşünüyorum. Manolya, Asya ülkelerinde uzun ömürle ilişkilendirilirken Batı’da asalet ve zerafetin sembolü olmuş. İstanbul’da baharın en görkemli müjdecilerinden. Çiçeklerinden salata yapılması ve turşusunun kurulması da bambaşka bir boyut. Çiçek saati ağaçlarını saydıktan sonra bu konudan ayrıca bahsedeceğim.
Manolya çiçeklerini dökmeye başlarken, morların dansı başlar. Önce kokusuyla bizi başka alemlere ışınlayan mor salkımlar sahneye çıkar. Kendisiyle ilgili şöyle bir tabir var hatta: “Wisteria/histeria”. “Wisteria” mor salkımın Latince ismi. “Histeria” ise yoğun duygusal tepkileri ifade etmek için kullanılır. İki kelime birleşince kokudan mest eden bir güzellik ortaya çıkıyor.
Mor salkımların saltanatı uzun sürer. Erguvanlar bu saltana “bir çekil kenara, tüm asaletimle geliyorum” der ve Boğaz morun tonlarıyla göz okşayan güzellikler sunar, seyretmeyi bilenlere.
Sessiz, sakin ve gururlu leylak hanım bu morların dansında içe dolan hüzünlü kokusuyla sahne alır. Onu görebilmek için iyi bir gözlemci olmak gerek. Zira sayıları günden güne azalıyor,
Şakayık, gül, hanımeli ve yasemin için baharın sonunu yazın başını beklemek icap eder.
- Manolya Turşusu
- 1 su bardağı elma sirkesi
- 1 su bardağı su
- 1 tatlı kaşığı bal
- 1 çay kaşığı tuz
- Yıkayıp temizlediğimiz manolya yapraklarını temiz bir kavanoza dolduralım. Su, sirke ve tuzu bir taşım kaynatalım. Altını kapatınca balı ekleyelim. Kavanozdaki yaprakların üzerine dökelim. Ağzını kapatalım. Bir gün sonra hazır olan turşuyu ağzını açtıktan sonra buzdolabında muhafaza edelim.


Çiçekler göz ve gönlümüzü okşarken divan şiirinden pek çok edebiyat eserine de konu olmuş. Bunu hepimiz biliriz ya da eğitim hayatımızda bir şekilde karşımıza çıkmış ve şahit olmuşuzdur. Ama gastronomiyle ilişkilendirmek için ya kadim bir bilgiye sahip olmalı ya da özellikle ilgi alanınıza girmeli.
Gül reçeli ve şerbeti neredeyse hepimiz için bilindik olurken, diğer çiçeklerin hayatımızda görüntüden başka bir şekilde yer almayışına bir sürü sebep bulabiliriz fakat bu onlarla yapabileceklerimize bir engel teşkil etmez. Hem öğrenmek bir sorumluluk getirecekse, o sorumluluğu yüklenmek adına paylaşalım.
Önce pirimiz Evliya Çelebi Seyahatname’sinde bu konuyla ilgili nelerden bahsetmiş ona bakalım.
“Evliya Çelebi’nin eserinde bahsedilen şerbet türleri şunlardır: amber, gül, limon (veya gül ile limon), hummas (kuzu kulağ, erguvan şerbeti, gülnar şerbeti, karanfil şerbeti su teresi şerbeti köknar şerbeti, koruk şerbeti, nilüfer, nergis, karabaş, gelincik, şakayık, zambak şerbetleri.”
Bunun dışında pek çok şerbet ve reçel türü mevcut. Günümüz gastronomisinde çiçeklerden çoklukla dekor amaçlı istifade ediliyor. Peki biz bunları günlük hayatımıza nasıl dahil edebiliriz? Lavantayla başlayabiliriz. Çünkü tarımı son yıllarda yaygınlaştı ve ulaşabilme imkânımız da oldukça kolay. Limonatada aroma verici olarak kullanabileceğimiz gibi özellikle şeftali ve kayısı reçellerine bir tutam ilave etmek lezzetini arşı alaya çıkarıyor.


Erguvan çiçeklerini salatamıza ya da muhallebi türü tatlılarımızın üzerine serpiştirerek kullanabiliriz. Erguvan, gül ve diğer çiçek şerbetleri için genel bir reçete; “Çiçekler toplanıp soğuk suyla yıkanıp süzüldükten sonra cam şişelere doldurulması ve üzerine az miktarda şeker, limon tuzu ve su konulup kapağı sıkıca kapatılarak güneşte 4-5 gün bırakılması ile elde edilir.”
Çiçeklerle herhangi bir şey yapmadan önce önemli noktaları da sıralayalım.
*Sadece güvendiğiniz ortamlardaki çiçekleri kullanın, yol kenarı ya da parklarda bulunan çiçekleri tüketmeyin.
*En güzel toplama zamanı çiçeklerin açmaya başladığı sabah saatleridir. Daha sonraki saatlerde acı bir tada sahip olabilirler.
*Çiğ olarak salatalarda, pizza veya üzeri açık hamur işlerinde dekor amaçlı kullanabilirsiniz.
*Turşu yapmak isterseniz, zencefil, sirke, şekerli sıcak suyla hazırlayacağınız salamura suyunu kullanabilirsiniz.