Bir yürüyüş ve durak Selçuklu Mezarlığı

Ahlat Selçuklu Mezarlığı.
Ahlat Selçuklu Mezarlığı.

Gevaş Selçuklu Mezarlığı sadece tarihimizi değil kimliğimizi koruma noktasında da ne kadar hoyrat davrandığımızı gösteriyor. 1940’lı yıllarda Gevaş’a bir kaymakam atanır. Yol açmak için birçok alternatifi varken mezarlığın tam ortasından dozerle yol açtırır. Sanduka ve şahideler dozerle göle kadar iner. Zamanla göl çekilmeye başlayınca gün yüzüne çıkan sanduka ve şahideler mezarlığa tekrar getirilir. Durum maalesef bu kadarla da bitmiyor. Gölden mezarların sadece 23 tanesi çıkarılabilmiş geri kalanlar ise Akdamar Adası iskelesini ayakta tutmak için kullanılmıştır.

Gevaş’ta geçirdiğim son yılımda buraya bir borcum olduğu hatırlatıldı. Yıllarca değişmeyen yerlere bakmanın insanı istemsiz bir şekilde içe döndürdüğüne şahit oldum. Başlarda korkutucu gelen bu duyguyla zamanla yüzleşerek ayağımı her gün önünden geçtiğim mezarlığa sabitledim. Selçuklu Mezarlığı. Bütün mevsimleri, yok olmasını istemediği bir maziyi saklayarak taşıyordu üzerinde. Kökleri 1300’lere uzansa da yeni serpilmeye başlayan bir genç kız gibi henüz keşfediliyordu. Onunla aramda ancak yaşanılarak anlaşılması mümkün bir bağ kurdum. Özel olmasını istediğim bu yakınlık için onu çoğu zaman akşamları ve üzgünken ziyaret ettim. Bu yazının amacı sadece Selçuklu Mezarlığı’yla ilgili bilgileri aktarmak değil yazı, içe doğru yolculuğun bir nüvesini de taşıyor.

Van’ın Gevaş ilçesinde yer alan 13.yüzyıldan bu yana ayakta duran(!) mezarlık Selçukluların Anadolu’daki ikinci büyük mezarlığı olma özelliğine de sahip. Türk mirasının en güzel örneklerini her anlamda barındırdığını söyleyebilirim. Sandukalara ve şahidelere işlenen motifler büyük bir incelik taşıyor. Birçok mezar zamanla deforme olsa da bir o kadarı da bizimle konuşmaya devam ediyor. Şahideli olan mezarların yanında yalnızca sandukalı mezarlar da mevcut. Ne zaman yolum düşse toprağın altından bir mezarın daha çıkarıldığına şahit oluyorum. Üstelik toprağa gömülüş mezarlar bize kendini anlatmak için zamana yenilmemiş. Hayatımda ilk defa karşılaştığım bu durum bende bir yönüyle şaşkınlığa da sebep oluyor. Ruhunu terk etmiş bedeni, birileri önce toprağa gömüyor asırlar sonra ise başka birileri gelip mezarı gün yüzüne çıkarmak için günlerce uğraş veriyor. Çıkarılan ve görebildiğim kadarıyla birçok sandukada ‘çarkıfelek’ motifinin olması başlanılan noktanın neresi olduğunu anlamama bugünden bakınca çok da yardımcı olmuyor. Nitekim Gevaş Selçuklu Mezarlığı sadece tarihimizi değil kimliğimizi koruma noktasında da ne kadar hoyrat davrandığımızı gösteriyor.

Halime Hatun Kümbeti.
Halime Hatun Kümbeti.

Mezarlığın kapısından girince solda yer alan Halime Hatun kümbeti son gücüyle sizi karşılamaya davranan yaşlı bir ev sahibi aslında. Kümbetin altındaki odada medfun. Zamanında demir bir kapısı varmış ama define avcıları kendilerine bir yol bulup demirin bir kısmını kırmış. İçeri girince şaşkınlığımı ve ürkekliğimi gizleyemedim. Halime Hatun’un mezarı da belki define saklıyordur diye epey tahrip edilmiş. Van-Hakkari çevresine hakim olan Mir İzzettin Şir, genç yaşta vefat eden kızı Halime Hatun için yaptırmış kümbeti. Fakat kümbetin ön cephesinde yer alan kitabede isminin Halime olduğuna dair kesin bir bilgi edinemiyoruz. Çok açık bir şekilde Arapça c-l-m harfleri yer alıyor. Yapılan araştırmalar bu konuya bir netlik getirmediği için zamanla Halime olarak kabul görüyor.

Mir İzzettin Şir’in oğlunun mezarı da yapılan son çalışmalar da bulunuyor. Adına yapılan bir kümbet yok. Emsal şahideler de var en az onun kadar görkemli. Kümbetle oğlunun mezarını yapan usta muhtemelen aynı kişi: Ahlatlı usta Pehlivan oğlu Esed. Mir İzzettin Şir iki çocuğunu da erken yaşta kaybetmiş. Oğlunun başucu şahidesinde Arapça “Ömrü kısa hasreti uzun yazıyor.”

Halime Hatun Abdulkadir Geylanî’nin torunuyla evlendiği için kümbetin yapılmasında tarikat etkisini göz ardı edemeyiz. Birçok şahidede ‘seyyid’ kelimesi yer alıyor. Seyyid olmanın önemi buraydaki son defnin 2004 yılında olmasıyla açıklanabilir. Bölgede yaşayan ‘Görentaş’ ailesi Geylanî’nin soyundan geldiği için 2004 yılında buraya defnedilmesine izin verilmiş olabilir. Nitekim mezarlığa ilk defin 1305 yılında olmuş. Bu cümleleri yazarken söylemeden geçemeyeceğim şeylerden biri ise atalarının bir kısmının burada metfun olduğunu iddia eden insanların gözlerinin önündeki tahribata en az yetkililer kadar izin vermiş olmaları. Kümbetin çevresindeki bazı şahideler balyozla kırılmış olmalı. Hemen yanındaki şahideler sağlamlığını korurken en görkemlilerine zarar verilmiş. Sanırım bu kasıtlı eylemin muhatapları önemli bir şahsiyetti.

Sandukalarda yer alan niş, gülbezek ve çarkıfelek motifleri ve daha birçok motif dönemin dinî ve sosyal hayatıyla ilgili bilgiler sunuyor.
Sandukalarda yer alan niş, gülbezek ve çarkıfelek motifleri ve daha birçok motif dönemin dinî ve sosyal hayatıyla ilgili bilgiler sunuyor.

Bunun yanı sıra mezarlığın birçok yeri kazılmış, tarihe ışık tutabilecek şahideler sandukalar üst üste yığılıp kırılmış vaziyette. Daha vahim olanı -diyeceğim ama her hadise diğerinden daha vahim sonuçlar doğurmuş- 10 bin metrekarelik bu alanda sinekten ve bacakları saran otlardan yürümek neredeyse imkânsızlaşıyor.

Kümbetin hemen yanında Veli Sevin tarafından 1989- 1994 yılları arasında yapılan yüzeysel kazıda yüksek ihtimalle bir zaviye olduğu tespit ediliyor. Yüksek ihtimalle dememin sebebi burası kimilerine göre medrese, kimilerine göre dârülkurâ veya zaviye.

Mir İzzettin Şir Camii ve Medresesine ait vakfiyesinde kendisini Abbasilere dayandırdığı ve yine kendi iddiasına göre seyyid olduğu yönünde bilgiler yer alıyor. Şu anda 50 metrekarelik bir alanda çalışmalar devam ediyor. Tamamı bittiğinde en çok merak ettiğim şeylerden birisi mezar taşlarındaki isimlerin hangi dile hangi millete hangi bölgeye ait olduğu. Buna cevap bulunursa tarih İzzettin Şir’i haklı mı haksız mı çıkaracak, anlayacağız. Yine de çalışmalar nihayete ulaşsa da kayıtlar mezarlığın daha geniş bir alana sahip olduğu yönünde, azımsanmayacak bir kısmı zamanında imara açılmış. Mezarlığın biraz yukarısında bulunan İzzettin Şir Camii’ne kadar uzanan alanda günümüzde evler okullar mevcut. Dolayısıyla belki de zihnimizdeki birçok soru yalnızca soru olarak kalmaya devam edecek.

Asıl vahim olan meseleyi elim yazmaya varmadığı için biraz sona sakladım. 1940’lı yıllarda Gevaş’a bir kaymakam atanır. Yol açmak için birçok alternatifi varken mezarlığın tam ortasından dozerle yol açtırır. Sanduka ve şahideler dozerle göle kadar iner. Zamanla göl çekilmeye başlayınca gün yüzüne çıkan sanduka ve şahideler mezarlığa tekrar getirilir. Kapının hemen yanına bir suçlu gibi yan yana dizili vaziyette kendilerini başka bir belirsizliğe hazırlarlar. Durum maalesef bu kadarla da bitmiyor. Gölden sadece 23 tanesi çıkarılabilmiş geri kalanlar ise Akdamar Adası iskelesini ayakta tutmak için kullanılmış. İskeleye gittiğinizde bazılarını okuyabilmeniz bile mümkünken yapılan hatada hâlâ ısrarcı olunmaya devam ediliyor ne yazık ki.

Mezarlığın girişinden yukarı çıkınca tahta yolun bitiminde sağda yirmi adet küçük sanduka yer alıyor. Bu sandukalar çocuk mezarı olabilir. Belki yaygın bir hastalık sebebiyle aynı zamanda vefat etmiş çocuklara aittir. Dikkatimi çeken bir diğer şeyse şahideler okunabilsin diye sandukayla şahide arasında bir boşluğun düşünülmüş olması. Celi-sülüs hattının güzel örneklerini baştan sona okuyabilmek hepsi için değilse de birçoğu için mümkün. Ayetler şahideye hadisler sandukaya yazılmış olsa da bu konuda bir istisna mevcut. Bir şahidenin üzerinde hadis yazdığını gördüm. Hemen hemen hepsinde “Kâle’n-nebiyyu sallallâhû aleyhi ve sellem ed-dünya haramü’n alâ ehli’l-âhire ve’l-âhiretü haramün alâ ehli’d-dünya ve’d-dünya ve’l-âhire haramün alâ ehlillahi te’ala.” Yazıyor. Anlamı ise “Nebi Allah’ın selamı O’nun üzerine olsun dedi ki: Dünya, ahiret ehline haramdır; ahiret de dünya ehline haramdır. Yüce Allah ehline ise hem dünya hem de ahiret haramdır.“ Şahidelerde ise Bakara 255, Ali İmran 18 ve Tevbe suresinden bir ayet yazılmış. Başka bir istisna ise bir şahidenin üzerinde de Hz. Ali’nin sözü yer alıyor olması. Devam eden çalışmalardan öğrendiğim kadarıyla küçük bir alanı dönemin İranlı tebaasının mezarları oluşturuyor.

Mezarlıkla ilgili çalışmalar devam ettiği için edindiğim birçok bilgiyi paylaşamıyorum fakat umut ediyorum ki en yakın zamanda nihayete erer ve merak edilen birçok soruya da cevap olur.

Özellikle sandukalarda yer alan niş, gülbezek ve çarkıfelek motifleri ve daha birçok motif dönemin dinî ve sosyal hayatıyla ilgili bilgiler sunuyor. Niş; duvarda bırakılmış boşluk anlamını taşıyor. Sandukalarda da boşluk yer alıyor fakat kim bilir belki içleri doluydu, zamana ve ihmale yenik düşerek silindi. Çiçek biçimindeki dairesel süsleme motifi anlamına gelen gülbezek ise ölenin gül bahçesine gitmesini umdukları için yapılmış olabileceğini düşündürüyor bende. Ölüme ve ölene karşı hissettikleri hüsnüzandan etkilenmemek mümkün değil. Ya da henüz hayatta olan bizler ölüm korkumuzu yok etmek adına aynı umudu arıyor ve öyle görmek istiyor olabiliriz.

Gevaş’ta geçirdiğim son yılımda buraya bir borcum olduğu hatırlatıldı. Yıllarca değişmeyen yerlere bakmanın insanı istemsiz bir şekilde içe döndürdüğüne şahit oldum.
Gevaş’ta geçirdiğim son yılımda buraya bir borcum olduğu hatırlatıldı. Yıllarca değişmeyen yerlere bakmanın insanı istemsiz bir şekilde içe döndürdüğüne şahit oldum.

Bu fotoğrafı çalışmalar esnasında çekmiştim. Rastgele konan iki elmanın üçüncüsü benim cebimdeydi. Yolculuğumun boşuna olmadığını burada geçirdiğim son yılımda idrak etmeye başladım diyebilirim. Gökten üç elma düştü hikâyesi olmasaydı bile bir elmanın bana verildiğine inanırdım. Gevaş’ın eski ismi yorulmak, yorulduğunda dinlenmek anlamına gelen ‘Vestan’ sözcüğü. İran’dan gelen ya da İran’a giden kervanlar Vestan’da konaklayıp yola öyle devam edermiş. Ben bir kervana dâhil değilim fakat ben bir yolcuyum, dinlendiğim yerde üç elmadan biri bana verildi. İkisinin şimdilik benden uzakta olması yürüyeceğim mesafe hakkında da ipuçları veriyor.