Modern dönemde Avrupalı Müslümanların kimlik mücadelesi: 1917 Seniçe Konferansı

Berlin Kongresi'nden bu yana Sancak bölgesinde yaşanan tarihi olaylar ve Boşnak halkının Bosna Hersek'e ilhak istekleri, en açık biçimde 1917'de toplanan ünlü Seniçe Konferansı'nda dile getirildi.
Resmî olarak 1912-1913 Balkan Savaşları ile Balkan coğrafyasından Anadolu topraklarına çekilen Osmanlı Devleti, yaşanan bu travmatik kaybın yaklaşık 5 yıl akabinde dünyanın karşılaştığı ilk kitlesel-küresel savaş olan Birinci Dünya Savaşı ile dağılmış ve yerini Türkiye Cumhuriyeti’ne bırakmıştı. Osmanlı Devleti’nin Balkan coğrafyasından çıkarılması ise günümüze değin ‘devletin varlık sebebini kaybetmesi’ olarak yorumlanmaya devam etti. Nitekim Balkan Savaşları’ndan çok kısa bir süre sonra Birinci Dünya Savaşı’nda mevcut travmayı üzerinden atamayan devlet yapısı, ordunun modern askerî sistemler karşısında geri kalmışlığının da etkisi ile 6 asırlık varlığını yitirdi.
Yalnızca 6 asırlık bir devlet sisteminin değil; sosyolojik, kültürel ve dinî yapıların/sistemlerin kaçınılmaz olarak bölgeyi yerelden merkeze doğru dönüştürmesi kaçınılmaz oldu. Bu açıdan incelendiğinde Osmanlı Devleti, Balkan sosyolojisinin ayrılmaz bir parçası oldu ve kendi devlet yapısı Balkan sosyolojisinden gerek askerî gerek bürokratik ve diplomatik açıdan yararlandı.
Yaşanan bu uzun soluklu dönüşüm süreci doğal olarak Osmanlı Devleti’nin bölgeden çekilmesinden sonra da sosyolojik, kültürel ve dinî perspektiften etkisini devam ettirmesini sağladı. Daha da ileriye gidecek olursak, Osmanlı Devleti sonrası bölgede aslî unsur görevini üstlenen Avusturya-Macaristan İmparatorluğu da devletleşmelerine destek verdiği bölge ülkelerinin devlet-toplum, toplum-din ilişkilerinde Osmanlı Devleti’nin etkisini yoğun bir şekilde tespit etti. Bu etkiden dolayı, gerek askerî gerek bürokratik gerek de akademik düzeyde Fransız ekolünün de denklemin içerisinde dâhil olmasıyla ciddi bir dönüşüm süreci başlatıldı.
Dönüşüm sürecinin merkezinde kaçınılmaz olan bir unsur, sosyolojik miras ve toplumsal bir gerçeklik vardı: Avrupa Kıtası’nda oldukça güçlü bir Müslüman sınıf. Osmanlı Devleti’nin gönül politikaları ya da insanî/İslâmî yol haritaları bölge halklarının kitleler halinde İslâm dinine geçmesini sağlamıştı ki bugün bu bölge halkları arasında Arnavut ve Boşnak isimleri en ön planda gelmekte. Ancak sosyolojinin daha derinine inildiğinde Torbeş, Goralı, Sırp tarih yazımının ayrı bir halk olarak belirttiği Raşka toplumları gibi yerel/mikro halklar da hızlı şekilde İslâm dinine geçi yaptı ve bu mevcut halklar günümüzde de Balkan sosyolojisinin ve kültürünün merkezinde yer alıyor.
Avrupalı Müslümanlar

Aliya İzetbegoviç’in düşünsel ve entelektüel kimliğinin oluşmasında en etkili isimler arasında yer alan ve Genç Müslümanlar Hareketi’nin en başarılı ismi olarak gösterilen Mustafa Busuladziç’in de başyapıt eserine verdiği isimle devam edecek olursak “Avrupalı Müslümanlar” tanımlaması günümüzde de canlılığını koruyor ve birçok tartışmanın da merkezinde bulunmaya devam ediyor. Avrupalı Müslümanların bir dönem kendi topraklarında konsolosluk açmalarını bile hakaret olarak addettiği Batılı devletlerin yönetimi ile 1800’lü yılların ikinci yarısı itibari ile karşı karşıya kalması ise Birinci Dünya Savaşı ile dinî-millî kimliğin korunmasına yönelik ilk refleksin meydana gelmesini sağladı.
Günümüzde Sırbistan’da Boşnak nüfusun en yoğun yaşadığı Sancak bölgesinin önemli şehirlerinden olan Seniçe’nin (Sjenica) tarihi, 822 yılına kadar uzanıyor. Bugün Sırp toplumu içerisinde bile Sırbistan’dan ayrı bir Raşka gölgesinde Seniçe’nin de sınırlar içerisinde yer aldığı yeni bir Sırp devletinin kurulması gerekliliği tartışması devam ederken, Seniçe’de yaşayan Boşnak sınıf da bu tartışmaların bir aktörü olarak varlık mücadelesi vermeye devam ediyor.
Ortaya atılan bu yeni teze göre Seniçe’de bulunan Boşnak toplumu, Sırbistan’dan, İslâm dinini seçmiş ayrı bir Raşka toplumu olarak tanımlanıyor.

Tarihin bizlere işaret ettiği üzere iki asır boyunca günümüze uzanan bir süreçte Balkan coğrafyasında yaşayan Müslüman sınıf, devamlı olarak bir kimlik bunalımı içerisinde tutulmaya devam ediliyor.
- Ancak bu sancılı kimlik bunalımı ve çatışması süreci içerisinde 1864 yılı itibarıyla Osmanlı Devleti’nin Batı ucundaki Novi Pazar Sancağı’nın merkezi konumuna getirilen Seniçe’de Birinci Dünya Savaşı devam ederken 1917 tarihinde toplanan Seniçe Konferansı, yalnızca Sırbistan sınırları içerisinde değil, tüm Balkan coğrafyasında bulunan Müslüman toplumların kimlik mücadelesi açısından en öneli emsali teşkil etmeye devam ediyor.
Konferansın gerçekleştiği Valide Sultan Camii
Günümüzde Osmanlı Hanedanlığı’na ait, Avrupa topraklarında hâlâ ayakta kalan tek camisi olan ve Seniçe’nin en önemli simgesi konumunda bulunan Valide Sultan Camii, 1870 yılında Sultan Abdülaziz’in validesi Pertevnihal Sultan tarafından inşa ettirildi. İnşa edildiği dönemde devletin tekrardan eski gücüne kavuşmaya yönelik ‘harekete geçtiğine’ ithafen inşa edile cami günümüzde Kurşunlu Camii olarak da anılmaktadır. Zira Birinci Dünya Savaşı’nda Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ordusu, caminin üzerinde bulunan kurşun levhaları söküp mühimmat yapımında kullanmıştır. Günümüzde 1000 kişinin üzerinde ibadet etme kapasitesine sahip olan cami, günümüzde UNESCO koruması altındadır.
1917 Seniçe Konferansı
Birinci Dünya Savaşı’na doğru giden süreçte 1850 yılından itibaren bölgedeki ve özellikle Sırbistan sınırları içerisindeki kontrol gücünü yitiren Osmanlı Devleti’nin 1878 Berlin Antlaşması ile ilk kez resmî olarak Sırbistan’da çekilmeye başlaması sonucu yaklaşık 47 yıllık süre içerisinde Sırbistan sınırları içerisinde hâlihazırda kimlik bunalımı içerisine sokulmak istenen Boşnak nüfus için aidiyet sorunu ortaya çıkarmıştı. Sırbistan Krallığı’nın yönetimi altına girmeyi reddeden Boşnak toplum için tartışılması gereken iki nokta vardı: Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’na bağlı özerk bir yapı olmak ya da Sancak bölgesi olarak Osmanlı Devleti’nin kontrolünde kalmak.

- Tartışmaların bir sonuca varmaması ve Birinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru kaybeden tarafların yavaş yavaş belli olması sonucu 13-15 Ağustos 1917 tarihinde Seniçe’de bulunan Valide Sultan Camii’nde Avrupalı Müslümanların ilk kitlesel büyük kongresi gerçekleştirildi.

Konferansın toplanmasında öncülük eden Taşlıca (Plevlije - Güney Sancak Bölgesi’nde ve günümüzde Karadağ sınırları içerisinde) Mehmed Paşa Bayroviç Belediye Başkanı ve Novi Pazar Belediye Başkanı Rıza Bey Muratbegoviç’in yanı sıra Boşnak entelektüel dünyasının ve toplumunun da birçok önemli ismi konferansa katılım gösterdi: Süleyman ef. Şeçeragiç, Hilmi Bey Kajabegoviç, Duljko Ağa Rahmusoviç, Hüseyin ef. Hasanbegoviç, Yusuf Ağa Hamzagiç, Ruşid ef. Spahoviç, Osman Ağa Dizdareviç, Hüseyin ef. Şahman.
Yugoslavya Krallığı’nın (ilk başta ismi Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı) kurulmasına giden süreçte isimlerini zikrettiğimiz Boşnak entelektüel sınıfının temelde üzerinde durduğu üç nokta günümüzde de Boşnak sınıfın temel meseleleri olarak varlığını sürdürüyor: De-Müslümanlaştırmaya karşı duruş, de-Osmanlılaştırmaya karşı duruş ve artan emperyalist politikalar altında kurulacak yeni krallıkta dinî-etnik kimliğin koruma altına alınması.
- Boşnak tarihinin en parlak anlarında biri olarak tarif edilen 1917 Seniçe Konferansı, sonuç bildirgesi olarak Avusturya-Macaristan ya da Osmanlı Devleti içerisinde kalan özerk bir bölge statüsü kazanma hedefini sonuç bildirgesinde açıklasa da Birinci Dünya Savaşı’nın kaçınılmaz sonucunun da etkisi ile konferans, Birinci Dünya Savaşı sonrası kurulacak Yugoslavya Krallığı içerisindeki Boşnak nüfusun varlık mücadelesinin hareket noktası haline gelmiştir.
Nitekim krallık içerisinde Cvetkoviç-Maçek Antlaşması ile krallık toprakları Sırp ve Hırvat toplum arasında bir “peçete” üzerinde taksim edilmiş, antlaşması sonrası Cvetkoviç-Maçek ikilisine “Boşnak nüfusun geleceği” sorulduğunda “Onlar bizim için yo hükmünde!” cevabı ise temelde 1917 Seniçe Konferansı’nın bugüne değin uzanan kimlik mücadelesinin başlangıcını oluşturmuştur. Öyle ki konferansın öncü entelektüel Boşnak isimleri Hilmi Bey Kajabegoviç, Selim Yusufoviç, Nurko Meşiç, şair ve imam İbrahim Bioçak Paçariz, Nuh İdrizoviç gibi figürler idam edilmiştir. İdam edilmeyen diğer liderler ve öncü isimler ise baskılar altında sürgüne zorlanmıştır.
Günümüzde ise 1917 tarihinde gerçekleştirilen Seniçe Konferansı’na benzer bir oluşumun meydana getirilmesi şu an pek mümkün görünmüyor. Bunun en önemli sebepleri arasında ise baskı ve asimile politikaları altında farklı kimlik tanımlamaları ile bölünmüş Boşnak toplumu ve bu Boşnak toplumunun önemli bir kısmının Sırbistan devleti ile yakın ilişkilerini sürdürmek istemesi. Nitekim 1917 tarihinde Avrupalı Müslüman entelektüellerin dönemin emperyal koşullarına göre sergiledikleri demokrat tutum kendi zaman diliminde toprak bütünlüğüne bir tehdit olarak görülmüştü. Bugün de bu bakış açısını değiştiren herhangi bir durumdan bahsedilemiyor. Tüm baskılar, ağır savaş koşulları ve sömürge politikaları altında Müslüman Boşnak tarihine adını altın harflerle yazdıran ve bir direnişin sembolü olan 1917 Seniçe Konferansı’nın fikri düşüncesi günümüzde ise artık bir ikilemle karşı karşıya: Ya Avrupa modernizmine sıkı sıkıya bağlılıkla ya da refaha erişim bakışı açısı odaklı bir asimilasyon… Ancak her şeye rağmen kendini adete bir harabeden tekrardan inşa eden Müslüman Boşnak sınıfı için tıpkı 1992-1995 yılında bizlere gösterdikleri gibi hiçbir şey imkânsız değil.