Yeni beslenme akımı: Fibremaxxing

​Yeni beslenme akımı: Fibremaxxing
​Yeni beslenme akımı: Fibremaxxing

Son dönemde sosyal medyada hızla yayılan “fibremaxxing” yani lif tüketimini artırma akımı, bu kez diğer trendlerden oldukça farklı bir yönüyle dikkat çekiyor. Genellikle sosyal medyada dolaşan beslenme akımlarının çoğu kısa sürede popüler olup ardından unutulsa da, bu yeni eğilim aslında yıllardır beslenme uzmanlarının altını çizdiği bir gerçeği tekrar gündeme taşıyor: Vücudumuzun liflere gerçekten ihtiyacı var. Hadi gelin bu konuyu biraz daha ayrıntılı inceleyelim.

Günlük beslenmemizde yeterli miktarda lif tüketmek, yalnızca sindirim sistemini düzenlemekle kalmaz, aynı zamanda kalp sağlığından bağışıklığa kadar birçok alanda koruyucu etki gösterir. Ne yazık ki yapılan araştırmalar, insanların büyük çoğunluğunun ihtiyaç duyulan lif miktarını karşılayamadığını gösteriyor. Uzmanlar yetişkin bireylerin günde yaklaşık 30 gram lif alması gerektiğini belirtiyor; ancak ortalama tüketim miktarı genellikle 20 gram civarında kalıyor. Bu fark, uzun vadede ciddi sağlık sorunlarının ortaya çıkmasına neden olabiliyor.

Lifin önemi yıllar boyunca çoğunlukla “bağırsakları çalıştırmak”la özdeşleştirilmiş olsa da, son yıllarda yapılan bilimsel araştırmalar bunun çok ötesinde etkileri olduğunu ortaya koydu. Lif açısından zengin bir beslenme düzeni, vücutta oluşan kronik iltihaplanmayı azaltarak kalp hastalıkları, inme, tip 2 diyabet ve kolon kanseri riskini önemli ölçüde düşürebiliyor. Ayrıca lif, bağırsaklardaki yararlı bakterilerin beslenmesini sağlayarak sindirim sisteminin doğal dengesini koruyor. Bu bakteriler yeterli lif bulamadığında, vücut için zararlı olabilecek farklı bileşenleri parçalamaya başlıyor ve bu durum uzun vadede bağırsak sağlığını olumsuz etkileyebiliyor.

Bağırsak florasının dengesi yalnızca sindirim için değil, bağışıklık sistemi ve hatta ruh hali üzerinde de etkili. Bilim insanları, bağırsak ve beyin arasında doğrudan bir iletişim hattı bulunduğunu ve bağırsak sağlığının duygu durumunu etkileyebileceğini belirtiyor. Bu nedenle, liften zengin bir beslenme biçimi sadece bedensel değil, zihinsel sağlığı da destekliyor.

Peki, günlük hayatta lif alımını nasıl artırabiliriz? Aslında bu oldukça basit. En etkili yol, bitkisel kaynaklı gıdaları soframızda daha fazla yer vermekten geçiyor. Kahvaltılarda yulaf ezmesi, tam tahıllı ekmek ya da chia tohumları tercih edilebilir. Ana öğünlerde ise mercimek, nohut, kuru fasulye gibi baklagiller hem lif hem de bitkisel protein açısından zengin seçeneklerdir. Sebze ve meyve tüketimini artırmak da son derece etkili bir yöntemdir. Örneğin, bir avuç ahududu ya da bir porsiyon bezelye bile günlük lif ihtiyacının önemli bir kısmını karşılayabilir. Tam tahıllı makarna, kabuklu kuru meyveler, çekirdek karışımları ve düşük tuzlu konserveler de lif bakımından değerli alternatiflerdir.

Ancak her beslenme trendinde olduğu gibi bu konuda da aşırıya kaçmak doğru değildir. Lif takviyesi olarak satılan tozlar veya tabletler, dengeli bir beslenmenin yerini alamaz. Uzmanlar, lifin en doğal halinin gıdalardan alınması gerektiğini vurguluyor. Çünkü lifli besinler yalnızca lif içermez; beraberinde vitamin, mineral ve antioksidanlar da sağlar. Üstelik doğal gıdalarla beslenmek, lif alımını vücudun doğal doygunluk hissiyle sınırlandırdığı için aşırı tüketime de engel olur.

Yeterli lif almamanın sonuçları ise zaman içinde hissedilmeye başlar. Uzun süre düşük lifli beslenmek, sindirim sisteminde yavaşlamaya, kabızlığa, mide rahatsızlıklarına ve bağırsak iltihaplarına neden olabilir. Daha da önemlisi, düşük lifli bir diyetin kalp-damar hastalıkları ve kolon kanseri riskini artırdığı bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Özellikle son yıllarda genç yaşlarda görülen bağırsak kanseri vakalarındaki artışın, lif yetersizliğiyle ilişkili olabileceği düşünülmektedir.

Tüm bu nedenlerle, “fibremaxxing” akımı her ne kadar sosyal medyada doğmuş olsa da, altında yatan fikir aslında doğru bir noktaya işaret ediyor: Vücudumuz lifle çalışır. Ancak bu akımın amacını yanlış anlamamak gerekir. Lif alımını artırmak, toz takviyelere yönelmek anlamına gelmez; tam tersine, doğaya dönüp sebze, meyve, tahıl ve bakliyat tüketimini artırmak demektir. Gerçek hedef, vücudu aşırı yüklemek değil, dengeli ve sürdürülebilir bir şekilde desteklemektir.