Meksika’da restoranlarda yeni dönem: İstediğini ye, ödeyebildiğini öde

Bir tabak yemeğin fiyatını kim belirler? Menüde yazan rakam mı, yoksa masadan kalkarken hissettiğin değer mi?


Meksika’nın kalabalık başkentinde bir restoran var: Masala y Maiz. Adı artık Michelin rehberinde parlıyor ama sahipleri için asıl mesele yıldızlar değil, toplum. Onların asıl derdi, herkesin aynı sofraya oturabilmesi. Zengin ya da yoksul, turist ya da yerli… Burada önemli olan, tabağa konulan yemek değil, o tabaktan doğan eşitlik duygusu.
Restoranın girişinde kimse size fiyatlarla ilgili bir bilgi vermiyor. Menü geliyor, yemek geliyor; ödeme kısmı ise sadece sizin vicdanınıza bırakılıyor. Masanın üzerine zarif bir zarf bırakılıyor, içine istediğiniz kadar koyuyorsunuz. Ama tek bir şartla: bıraktığınız miktarın ne kadarının doğrudan çalışanlara gittiğini yazmak zorundasınız. Yani şeflerin derdi sadece yemek değil, emeğin hakkını da görünür kılmak.
Kimi misafir cüzdanını açıp muhtemel hesabın üç katını bırakıyor, kimi el emeğiyle yaptığı küçük bir sanat eserini hediye ediyor. Kimi belki de yalnızca birkaç peso koyabiliyor. Ama fark etmiyor; çünkü herkes aynı sofradan, aynı lezzetle kalkıyor. Vanilya ve lime ile pişmiş karidesler, tamarind soslu kızarmış tavuklar… Hiçbir tabak “fakir işi” küçültülmüş porsiyonlarla servis edilmiyor.
Bu model yalnızca yemek değil, bir manifesto. ‘Gentrifikasyonla’ boğuşan, gelir uçurumunun derinleştiği bir şehirde, bir günlüğüne de olsa duvarları yıkıyor. Masala y Maiz’in başlattığı bu hareket şimdi Meksika’daki yirmiden fazla restorana yayılıyor. Hatta Şili’den Kolombiya’ya, Peru’dan New York’a “biz de katılmak istiyoruz” diyenler var.

Peki bir gün biz de Türkiye’de böyle bir modelle karşılaşsak, ne yaparız?