Zor oyunu bozar

Eski boksör Mike Tyson, çıkacağı bir maç öncesinde rakibinin dövüş planlarını soran gazetecilere şöyle demişti: "Ağzının üstüne yumruk yiyene kadar herkesin bir planı vardır."
İsrail kurulduğu günden beri hiç zoru görmedi. 1948'de zaten İngilizler etnik temizlikle o toprakları işgale hazırlamıştı. Birkaç kez eski Arap yönetimleriyle savaşa girdi ama savaştığı gün sayısı bile bir elin parmaklarını ancak geçiyordu.
Aradan geçen 77 yılda siyonist rejim Filistinlilerin her şeyini aldı. Belki her şeyi istediği zamanda alamadı ama zamanla istediği her şeyi aldı. İlk başta yahudilerin derdinin Filistin olduğunu sananlar sustu. Fakat sonra sıra teker teker susanlara geldi. Kim daha sessiz kaldıysa israil ona daha az bulaşır sandılar. Ama öyle olmadı. Çünkü israilin insanlık dışı işgaline destek vermemek 'yahudi düşmanlığı' olmuştu. Önce yahudi terörüne sesini çıkaranlar saf dışı bırakıldı. Sonra da sessiz kalıp göz yumanlar. Geriye sadece israile açıktan destek verenler ve sessizce destekleyenler kaldı.
Yahudiler 7 Ekim'den sonra Gazze'de soykırıma başladıklarında kendileri için böyle bir dünya hazırlamıştı. O güne kadar yaptıkları tüm soykırımlardan bir şekilde 'aklanmış', tüm katliamlarının üstü bir şekilde örtülmüş, cinayetlerine ses çıkarmak isteyenler 'antisemitizm' silahıyla bir şekilde susturulmuştu. Bölgedeki Müslüman ülkelerinin tamamı kendi tarafındaydı. Ya cinayetlere ortak olarak ya da sessiz kalarak israilin ilerleyişine destek verildi. Ve bu süreçte her şey, elbette 'uluslararası hukuka' uygun yapıldı.
Kanla yazılmış bir hukuk
'Uluslararası hukuk', her zaman bir plan dâhilinde hareket eden siyonizmin en büyük planıydı. Theodor Herzl, siyonizmi kurup Osmanlı'ya kafa tutmaya başladığında elinde uluslararası hukuk vardı. Siyonistlerin arkasına saklandığı güçlü uluslar ve onların kendi aralarındaki hukukun adı o zamanlar 'uluslararası hukuk' değildi. Ama bugünkü anlamıyla 'uluslararası hukuk' yavaş yavaş şekilleniyordu. Ve tabii ki bu hukuk sadece siyonistlerin çıkarlarını koruyordu. Dünya daha o günlerde bu masala inandırıldı. Zaten dünya o zamanlar bu kadar büyük de değildi. Bir biz vardık cihanda, bir de küffar.

Biz, bu çarkın içine 'çaresizlikten' düştük. Padişah 2. Abdülhamid, o günlerde gerçek bir devlet adamına yakışır şekilde davrandı. Siyonistler sarayda kendisini tehdit ettiğinde bile hukuk yolundan ayrılmadı. Devleti yıkmayı planlayan sinsi bir örgüt her gün devletin kılcal damarlarına sızıyor, devletin topraklarından parça istiyordu. Ama Abdülhamid Han asla 'uluslararası hukuk' normlarını çiğnemedi. Tüm siyonistleri bir odada toplayıp, Bostancıbaşı'nın sorunu kökten çözmesine izin verebilirdi. Ama Ulu Hakan öyle yapmadı. Bugün aynı şedid düşünceler mantıklı insanlara ne kadar saçma geliyorsa, o gün de mantık buna izin vermedi. Etrafı sinsi düşmanlarla çevrilmiş, sarayı iki yüzlülerin meskeni olmuş, ülkesinin içi hainlerle dolmuş olan padişah, ülkesinin parçalanmaması ve halkının acı çekmemesi için büyük tavizler verdi ama 'uluslararası hukuktan' hiçbir zaman taviz vermedi. Tüm enerjisini, bir gün bu hainlere karşı koymak için ülkesini güçlendirmeye çalışarak harcadı.
O gün hiç gelmedi ama bir gün şartlar oluştu ve planlar devreye girdi. Bostancıbaşı'nın kendilerine yapması gerekeni, siyonistler Osmanlı'nın padişahına yaptı. Kıtaları ipek bir kumaş gibi kesip biçen dedelerin torunu, tahtan indirilip bir odaya hapsedildi. Fakat bu, Abdülhamid Han'ın başına gelen en kötü şey değildi. Allah ona uzun bir ömür verdi ve Ulu Hakan uluslararası hukuka bağlılığının bedelini, ülkesinin parçalanması ve halkının çok daha büyük acılar çekmesini kapatıldığı odanın penceresinden izleyerek ödedi. Uluslararası tarih kitaplarına ise tüm naifliği ve hukuka bağlılığına rağmen adı 'Kızıl Sultan' olarak yazıldı. Elbette Bostancıbaşı'na bırakmadığı siyonistler tarafından.
Geri dönülmez nokta: Gazze

Siyonistler bugün yürüttüğü işgali belki 1948'de planlamadı ama 1948'deki planları bugünkü işgali de içine alıyordu. Gazze'de 22 ay önce başlattığı soykırım, yahudi teröristler için bir dönüm noktası oldu. Soykırımın daha ilk günlerinde, işgalciler uluslararası sistemin bir daha asla eskisi gibi olmayacağına karar vermişti. Artık uluslararası hukuka ihtiyaçları yoktu ve 7 Ekim 2023 uluslararası hukukun da çöktüğü gün oldu.
Trump'ın damadı ve yahudi iş adamı Jared Kushner, soykırımın henüz başında Harvard Üniversitesi'nde yaptığı bir konuşmada bunu açıkça itiraf etmişti. Gazze'yi Müslümanlardan 'temizleyip' orada büyük bir 'tatil köyü' kurma fikrinin babası olan Kushner, yahudilerin bu fırsatı kaçırmaması gerektiğini belirterek "alabilecekleri her şeyi almalı ve geride hiçbir şey bırakmamalılar" demişti.
İsrail, Lübnan'ı işgal etmeye başladığında ise dili daha da çözüldü ve yahudilerin önlerinde nasıl bir fırsat gördüğünü şu sözlerle açıkladı: "Amerika için doğru hareket, şu anda İsrail'e işi bitirmesini söylemek olacaktır. Bu fırsat uzun zamandır bekleniyordu. Ve bu sadece İsrail'in mücadelesi değil. Böyle anlar nesiller boyu sadece bir kez gelir, hatta hiç gelmez. Orta Doğu çoğu zaman çok az şeyin değiştiği katı bir yerdir. Bugün, sıvıdır ve yeniden şekillendirme yeteneği sınırsızdır. Bu anı boşa harcamayın.”

Dünyanın yüzüne tükürdüler
Ne Kushner ne de onun gibiler bu soykırım boyunca 'uluslararası hukuk'tan hiç bahsetmediler. İçini boşalttıkları bu kavramı işlerine geldiği gibi kullanmak için bile zahmet etmediler. Bunun yerine, 1945'te 'yeni bir dünya savaşı ve soykırım yaşanmasın diye' kurulan BM'nin tüm hukukunu çiğnediler. BM'deki yüzlerce ülke 'soykırımı durdurun' kararı almasına rağmen, tarihin bugüne kadar şahit olmadığı vahşette bir soykırımı şiddetini artırarak devam ettirdiler. 'Bundan daha vahşi ne yapabilirler ki' denilen her olaydan sonra daha vahşi eylemlere imza attılar. Dünya sadece seyretti.
Uluslararası Ceza Mahkemesi, işgal hükümetinin başbakanı ve bakanlarını yargılamaya başlayınca, UCM’nin artık hükümsüz olduğunu açıkladılar. 'Biz bu mahkemeyi üçüncü dünya ülkelerinin diktatörlerini yargılasın diye kurduk' diyecek kadar rahattılar. Çünkü dünya sadece seyrediyordu.
BM'den kendilerine karşı alınan hiçbir kararı tanımadılar. Hiçbirine uymadılar. Hatta işgalin BM Büyükelçisi Gilad Erdan, BM kürsüsünden BM Sözleşmesini parçaladı. Görev süresi bittiğinde ise 193 BM üyesi ülkenin yüzüne tükürür gibi BM binasına doğru bakarak 'Aslında bu gereksiz binayı yerle bir etmek lazım' diyebiliyordu. Çünkü dünyanın bu videoyu izlemekle yetineceğini biliyordu.
- 'Dünya beşten büyüktür'
- Cumhurbaşkanı Erdoğan 2013 yılında bu sözü ilk söylediğinde herkes ne demek istediğini anladı. Pek çok BM üyesi ona hak verdi. Bazıları alkışladı. Çok azı destek verdi. Ama hiçbiri bu duruşun arkasından gitmedi. Çünkü geri kalan 192 BM üyesi ülke içinde dünyanın isterse beşten büyük olabileceğini bilen sadece yahudiler vardı.
- Yahudilerin bildiği bir başka şey ise dünyadan büyük olmak için kalan 4'e bile ihtiyaçları olmadığıydı. Çünkü kurdukları uluslararası sistem, dünyadan büyük olmak için en güçlü 1'in desteğini yeterli kılıyor. Bu uluslararası sistemi yıkıp yenisini yapmak da mümkün olmuyor çünkü uluslararası hukuk ve sistem buna izin vermiyor. Günün sonunda elimizde ne yaptığından bile haberi olmayan 'uluslararası toplumun' bir şeyler yapmasını bekleyerek boşa geçirilmiş zamanlar kalıyor.
Bir gün hepimiz pişman olacağız
Gazze'de 7 Ekim'den bu yana devam eden soykırım, 2 Mart'tan beri başka bir boyuta girdi. İşgalciler o günden bu yana Gazze'ye tam abluka uyguluyor ve ne gıda ne de temel ihtiyaçların hiçbirinin bölgeye girmesine izin vermiyor. Bu yazı yayına hazırlanırken, Gazze'de açlıktan toplu ölümler başlamış, sokaklarda açlıktan ölen insanların görüntüleri sosyal medyada yayılmıştı. Yine de dünya harekete geçmedi. ‘En cesurumuz’ 'uluslararası toplum bir şeyler yapsın' diyecek kadar ileri gidebildi.
Bu saatten sonra kendisi için geri dönüş olmadığını bilen israil, tüm bunları yaparken uluslararası hukuktan bahsetmedi. İnsan hakları zaten lügatlerinde yok. Hiçbir ikili anlaşmayı tanımadı. Hiçbir sözleşmeyi umursamadı. Kendine uluslararası hukuku hatırlatan herkesle dalga geçti. Daha ileri gidenleri ise 'uluslararası hukukun tadına baktırmakla' tehdit etti. Çünkü israil hiçbir zaman zoru görmedi. Her zaman bir planı vardı ve bu planı uygulamak için her zaman uygun bir ortam sağladı. Bunun için de en büyük kozu hep 'uluslararası hukuk' oldu.

Bu soykırımın nasıl biteceğini, dünyanın israil gibi bir virüsten nasıl kurtulacağını elbette yalnızca Allah bilir. Belki yahudilerin üzerine gökten felaketler indirip bu işi kendi yöntemleriyle çözecek. Belki direniş kazanacak ve Allah, yahudi teröristlere karşı direnen tek halkı zaferi için vesile kılacak. Belki de 2 milyar Müslüman 'uluslararası toplum bir şeyler yapsın' diye sayıklarken israil 2 milyon Gazzeliyi yavaş yavaş yok edecek ve Allah vaadini bizim olmadığımız bir toplumla, bizim göremeyeceğimiz zamanlara bırakacak. Elbette Allah en doğrusunu bilir.
Bizim kesin olarak bildiğimiz ise bu düzenin böyle gitmeyeceği. Bir gün birileri, bir şekilde israilin ağzının üstüne ilk yumruğu vuracak ve bütün planlar alt üst olacak. Ve yine bir gün, hepimiz bugün harekete geçmediğimiz için pişman olacağız. Bazılarımız bu pişmanlığı yarın siyonist terör kapımıza dayandığında yaşayacak.
Bir kısmımız siyonist terör ilk yumruğu yiyip devrildiğinde bu işin aslında ne kadar kolay olduğunu görünce. Geri kalanlarımız ise 'uluslararası hukukun' bizi kurtaramayacağını anladığımız mahşeri bir mahkemede bu pişmanlığı tadacak. Ve bunun da hiçbirimize bir faydası olmayacak.