Zafer sadece inananlarındır!

Zafer sadece inananlarındır!
Zafer sadece inananlarındır!

Aksa Tufanı’nın bir galibi, iki de mağlûbu var; bir değil, iki. Muzaffer ortada: Belki de insanlık tarihinin görmediği bir mukavemetle lânetli kavmin bütün o fenni silâhlarına ve maddi imkânlarına rağmen ordusunu perişan eden Hamas. Mağlûpların ilki İsrail ise ikincisi ‘müslümanlar!’ Müslümanlar tarafından temsil edilemeyen, mümessilsiz yani başsız kalmış, omurgasızlaştırılmış devasa bir güruh. yahudi, müslümanları nasıl yeneceğinin pekâlâ farkında. Evvelâ onları hilâfetsiz, yani sahipsiz bıraktı; sonra da her bir fırkasını tarumara girişti.

Belki de siz bu satırları okuduğunuz esnada mel’ûn bir el, düştüğü o mağlûbiyet çukurundan İsrail’i çekip çıkarır ve kaldığı yerden zulmünü sürdürmesinin yolunu açar; bilemeyiz. Ama şurası muhakkak: Aksa Tufanı’nın bir kazananı var, iki de kaybedeni. Evet, iki.

Kaybedenlerden ilki elbette İsrail. Hani son dört-beş asırdır Avrupa’nın ve asırlardır insanlığın kusmuğu yahudiler’in alenen ve resmen ilk devleti İsrail; ikincisi ise adıyla-sanıyla müslümanlar. Büyük M ile yazılmayı hakketmeyen zamane ‘müslümanları’; daha isabetli bir tesmiye ile müzülmanlar.

Zamane müslümanını hakiki Müslüman’dan pekâlâ sarahatle tefrik edebilirsiniz. Hakiki ve derin Müslüman, tariften azade; onu nerede görürseniz derhâl tanırsınız. Tavrıyla, edasıyla, kılığıyla ve kıyafetiyle, hülâsa her şeyiyle “Ben buradayım ve benim burada bulunmam cümle âleme şifa...” der adeta. Zamane müslümanı yani hakikatte müzülman ise ne idüğü meçhûl bir karakterdir. Bukalemun gibi her kılığa girer. Bakarsınız bir gün lâik olmuş, öbür gün Avrupacı, ertesi gün Amerikancı veya Avrasyacı, bir başka gün Çin’den yana. Adi menfaati icabı girmeyeceği kılık, taraftarı olmayacağı inanç veya felsefi görüş kalmaz. Liberal de olur, Tatürcü de, muhafazakâr da, milliyetçi de, ulusalcı da, postal yalayıcı da.

Şahsiyeti yok ki kalıbı olsun.

Haz iştiyakı, korku endişesi

Sözde müslümanı da tıpkı sahicisi gibi şıppadanak tanırsınız. Meselâ üç cümlesinden biri hakikati yansıtırsa öbür ikisi muhakkak o hakikate düştüğü şerhlerle ilkini de bertaraf eder. Zihni de, ruhu da ikirciklidir. İnandığını iddia ettiği Mutlak Hakikat ile içine sıkıştığı mukayyet ahvâl arasında sürekli gidip gelir. Sabitesizdir. Yahut sabitelerini zırt-pırt değiştirir ama ya bunun hiç farkına varmaz veya fark ettiğinde de ‘geliştiğini’ zanneder. Ama o, kendisini ve bazen etrafını hâlâ Müslüman kaldığına inandırabilir. Hâlbuki ondaki müslümanlık, halis imandan pay almamıştır ama kültürel manâda, bir yere aidiyet saikiyle veya düpedüz menfaat devşirme maksadıyla kendisini o kisveye ait addeder.

Öte yandan tıpkı pis bir kâfir gibi gününü gün etme derdindedir aslında. Yegâne endişesi budur. İnandığını iddia ettiği şeyleri, ‘şahsi zaferini’ payandalamak maksadıyla kullanmaktan imtina etmek aklına dahi gelmez. Bir hayvanın esas endişesi nasıl karnını doyurmak ve hayatta kalmaksa onun temel endişesi de kazanmaktır; her ne olursa olsun kazanmak. Çünkü onun için kazanmak, peşinde koştuğu hazların tatmin fırsatı demek.

Aslen haz merakı ile korkuları tarafından idare edilir de o kendisini, bizzat kendi iradesiyle idare ettiğine inandırır. Maharetle!

Şahsi menfaatinden başka bir hesap güdemeyen; aslen şahsiyetsizleştirilmiş, cahilleştirilmiş, seviyesizleştirilmiş, korkaklaştırılmış, kuklalaştırılmış, hissizleştirilmiş, izzetsizleştirilmiş, haysiyetsizleştirilmiş, köksüzleştirilmiş, omurgasızlaştırılmış ve en mühimi de başsızlaştırılmış iki buçuk milyarlık ebleh bir sürü. Bu çobansız sürüye ‘koyun sürüsü’ demek dahi haksızlık. O yüzden kurtlar, koyun postuna bürünerek bu sefil koyunların arasında rahatlıkla gezinebilmekte ve onlar da koyun postu giymiş kurtları hemencik bağırlarına basabilmekte.

Ümmet tarumar ama...

En hafifinden bir asırdır bu zilleti yaşıyoruz ama yaşadığımız zilleti kalkıp birisinin bize tarif etmesine, yani suratımıza ayna tutmasına tahammül edemiyoruz. O kadar uzağa düştük hakikatten ve hakikatin peşinde koşmaktan.

Hiç şüphesiz İslâm Tarihi’nin en zelil devrini yaşıyoruz. Düşmanlarımız bize hakarette sınır tanımıyor ama biz inatla düşmanlarımızı tanımaktan kaçınıyoruz. En ufak bir kavmiyeti, aşireti, ırsiyeti veya inancı yahut batıl itikadı temsil makamı varken bu iki buçuk milyarlık güruhun bir temsiliyet makamı yok. Yok, evet; yok! O yüzden güruh hâline getirildiklerini fark etmiyorlar ya. Pek yakın bir vakte kadar meselâ memleketimizdeki Müslümanlar’ın, en azından bir kısmının yegâne siyasi endişesi iktidara gelmek değil, bir asır evvel kendilerinden çalınan devletlerini geri almak ve o günden beri neler yapılmışsa hepsini geri döndürmek, vakti saati geldiğinde de hakiki manâsıyla muktedir olmak iken artık bu hedefler, iddia seviyesinde dahi dillendirilmiyor. Herkes hâlinden memnun; hâlinden yani sefihliğinden. Sünepelikten gayet memnunuz. ‘Kazanım’larımızla ‘mutlu’ ve ‘kutlu’ yaşayıp gidiyoruz işte.

Aksa Tufanı’nın kaybedenleri belli ama kazananı kim peki? Hiç şüphesiz bu harbin kazananı İslâmiyet. Filistinliler’in, hususen de hakiki ve derin Müslümanlar’ın mümessili ve göz nuru Kassam Tugayları. Rabbim ilânihaye Kassam’a ve bütün hakiki Müslümanlara nice zaferler nasip eylesin.

Acı hakikat: Günümüzde müslümanlar, beynelmilel vasatta temsil edilemeyen, mümessilsiz yani başsız kalmış, omurgasızlaştırılmış devasa bir güruh. Sayıları çok ama kıymeti harbiyeleri yok.sefil yahudi ise Müslümanları nasıl yeneceğinin pekâlâ farkında. Evvelâ onları hilâfetsiz, yani sahipsiz bıraktı; sonra da her bir fırkasını tarumara girişti.

Ümmetin Humeynivari çakma ve hatta güdümlü sahte mümessillere değil, hakiki bir hilâfete ihtiyacı var. Bize yaşatılan bütün zilletin esas sebebi, hilâfetten mahrum bırakılmamız. Bu ihtiyacı ekmekten, sudan ve güneşten aziz tutmadığımız müddetçe yahudi ve başka bir kısım küffar, bize zillet üstüne zillet yaşatacak. Muhtemelen İslâm’ın en şedid düşmanları ile müttefikleri, bizi aşağıların en aşağısına itecek ama idarecilerimiz kimi ustaca yalanlarla bizi kandırmaya muvaffak olacak; sonra da o palavralarla biz birbirimizi iknaya çalışacağız.

Veya silkineceğiz. Tıpkı zillete tahammül edemeyen bir avuç Filistinli hakiki mü’min gibi; ümmetin izzetinin mümessili Gazze mücahitleri gibi direneceğiz.

Zafer sadece inananlarındır. Ah, bu kaideye candan-gönülden bir inanabilsek.