Türkiye’de ölümler neden artıyor?

Artık neredeyse hiçbir yaşlı yatağında ölmüyor, istese de ölemiyor. Aile fertlerinin ambulansı araması, akabinde yoğun bakım, entübe, gasılhane ve mezar… Derken kaybolup gidiyorsunuz. Ne ölürken başınızda bir şehadet telkini yapan, ne Kur’an-ı Kerim okuyan, ne son anını görebilme ve ne helalleşme imkânı, ne de eşlerin son kez birbirine bakabilme fırsatı... Ambülansın aranmasından sonra her iş bitiyor ve yalan olup gidiyorsunuz.


Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK)’in doğum, ölüm ve hastalıklarla ilgili tablo ve grafiklerini incelediğinizde her biri parçalı dolayısıyla bütünlüklü verilmediğini görürsünüz.
Neticede TÜİK, ülkeyi yönetenler başta olmak üzere ilgililer, akademik çevreler, gazeteciler ve halkın bir bakışta ülke fotoğrafı çekmesine izin vermiyor.
Her verinin e-devlete anlık kaydedildiği bir zamanda TÜİK’in bazı verileri açıklamak için 4-5 ay neyi beklediğini de anlamak mümkün değil. Marttan hazirana farklı zamana yayılmasının da eski bir gelenek mi, kimsenin bilmediği veya bilmesinin istenmediği bir sır mı o da ayrı bir muamma.
Elimizdeki tek kaynak TÜİK olduğuna göre onun Türkiye’deki ölüm verilerine dikkatle baktığımızda bir şeylerin iyi gitmediğini gözlemliyoruz.
2023’e oranla 2024’te ölümler hayli düşmüş... Bunun için “ne güzel” diyebilirsiniz ama bu bizi yanlışa sürükler.
Temel soru şu: Korona öncesi 2019’da yıllık ölüm 436 bin iken ne oldu da 2024’de 489 bine yükseldi? Nüfus arttı, ülke yaşlandı dolayısıyla ölümler de arttı deyip işin içinden sıyrılmak da mümkün ama durum böyle bir gerekçeye dayanmıyor gibi.
Sağlık eski bakanı Fahrettin Koca’nın korona tiyatrosu sürecinde dediğini de ekleyip devam edelim: "Üzücü olan, hastalığı geçirmiş kişileri, hastalığın bıraktığı hasarlar ile neyin beklediği konusudur. Gelecek üç yıl boyunca hastalığı geçirmiş kişilerde ne tür yan rahatsızlıklar çıkacağı tespit edilemese de mevcut ölümlerin üç dört katı kadar kayıp beklendiği belirtilmektedir. Bu son derece hazin ve vahim bir tablo ve beklentidir…”
Hastalık anında ölmeyenlerin hastalık sonrası ölmesi söz konusu olamayacağına göre eski bakanın “hastalığı geçirmiş kişileri…” ibaresinin yerine “korona aşısı olmuş kişileri...” şeklinde değiştirdiğinizde mesele birden vuzuha kavuşuverir.
Diyelim ki 2020-2021-2022’deki aşırı artışın sebebi korona entübeleri ve aşılar. 2023’deki artışın sebebi ise 2023 Şubat depremi. Peki, 2019 ila 2024 arasındaki 53 bin kişilik artışa ne demeli? Bunun bir kısmı artan yaşlı nüfustaki yaşlılık ölüm artışları olsa da yine de bu mesele izah için yeterli değil. Bunun bir başka izahı olmalı.
Gelin şimdi de TÜİK’in 2019-2024 ölüm nedenleri tablosuna bir gözatalım.
ÖLM NEDENLERİ % | 2019 | 2024 |
Dolaşım sistemi hastalıkları | 36,8 | 36 |
İyi huylu ve kötü huylu tümörler | 18,4 | 16,3 |
Solunum sistemi hastalıkları | 12,9 | 15 |
İç salgı bezi, beslenme ve metabolik hastalıklar | 4,4 | 4,8 |
Dışsal yaralanma nedenleri ve zehirlenmeler | 3,7 | 3,9 |
Sinir sistemi ve duyu organları hastalıkları | 4,6 | 3,4 |
Diğer | 13,4 | 14,2 |
Bilinmeyen | 5,9 | 6,3 |
Tabloda kanserde azalma, solunumda belirgin bir artış dikkat çekiyor. “Bilinmeyen” ve “diğer” diye iki meçhul var ki işte bu ikisinin toplamı %20,5. Yani 5 ölümden birinin nedeni “diğer” ve “bilinmeyen.”

“Diğer” için burada yer almayan rahatsızlıklar deseniz bile “bilinmeyen” ne demek? Yaşlılık ölümleri mi?
Oysa artık neredeyse hiçbir yaşlı yatağında ölmüyor, istese de ölemiyor. Aile fertlerinin ambulansı araması, akabinde yoğun bakım, entübe, gasılhane ve mezar… Derken kaybolup gidiyorsunuz. Ne ölürken başınızda bir şehadet telkini yapan, ne Kur’an-ı Kerim okuyan, ne son anını görebilme ve ne helalleşme imkânı, ne de eşlerin son kez birbirine bakabilme fırsatı... Ambülansın aranmasından sonra her iş bitiyor ve yalan olup gidiyorsunuz.
Artık “ölüm döşeği” bile yalan oldu. Ne acı değil mi?
Evinde doğamıyorsun, evinde evlenemiyorsun, evinde ölemiyorsun.
Ne vâdenizle huzur içinde, ne tıbbî bir hatadan, ne de yoğun tedaviden öldüğünüz belli.
Ne dînî vecibelerinizi yerine getirebiliyorsunuz, ne de veriler sizin ülkenizin fotoğrafını çekmenizde işe yarıyor.
Ancak şurası bir gerçek ki Türkiye’de doğmak da, okumak da, meslek sahibi olmak da, yuva kurmak da, aileyi sürdürmek de, çocuk sahibi olmak da, sağlıklı yaşamak da, ölmek de büyük sıkıntı.
Ülke yaşlanmış, doğurganlık dip, hastalıklar tavan yapmış, ölümler artmış, evlilik güçleştirilmiş, kadının fıtri görevi yönetim erkinin de ısrarlı tavrı nedeniyle yok edilmiş, erkek şeyleştirilmiş, meslekler bitmiş, ahlâk ve güvenin bir ehemmiyeti kalmamış ve nihayetinde de insan heba edilmiş.

Yayın Yönetmenimiz Kemâl Özer bey geçen sayımızda madem her denilenin tersi yapılıyor o halde ‘nüfus nasıl azaltılır’ başlığı ile kısa ve ironik bir yazı kaleme almıştı. Biz de ondan cesaretle son birkaç resmî açıklama üzerinden diyoruz ki:
Memurların doğumdan itibaren çocuğun ilköğretim çağına başlayana kadar yarı zamanlı çalışması yetmez, işe de gelmesinler. Siz yeter ki ev hanımlarını insan yerine koymayın, memurlar tek başına bu ülkenin nüfusunu uçurmaya yeter.
İslam’ın reddettiği evlat edinme fiiline rağmen evlat edinen kadın ve erkek memurlara doğumda olduğu gibi evlat edinme sonrası yarı zamanlı çalışma hakkı getiriliyormuş. İslam ne derse tersini yapan Batı kalkındığına göre, biz de bu yolda devam edelim.
Evlat edinme yerine geliştirilen “koruyucu aile” sisteminden de vazgeçilmeli!