Trump’ın stratejik belirsizliği

Görünüşe bakılırsa en büyük hayal kırıklığını yaşayacak olanlar, Trump’ın Çin’le ölümüne bir savaşa girerek Ortadoğu’dan el çekeceğini, İsrail’i azgınlaştıran desteğini çekmek zorunda kalacağını uman Müslümanlar olacak.
ABD ile Çin arasındaki soğuk savaş sıcak bir savaşa mı dönüşüyor? Yeni Başkan Donald Trump’ın Çin’e ek gümrük vergileri getirmesine karşılık Çin alışılageldik ihtiyatlı dili bir anda terk ederek gayet savaşkan bir söylem ortaya koydu. Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Lin Jian 5 Mart’ta şunları söyledi: “ABD'nin istediği şey savaşsa, ister gümrük savaşı, ister ticaret savaşı, isterse başka bir savaş olsun, sonuna dek savaşmaya hazırız.”
Çin’le ilgili bir cümlede savaş kelimesi geçiyorsa gözlerin çevrildiği ilk yer olan Tayvan’da suların bir anda ısındığı gözlendi. 13 Mart’ta Tayvan Devlet Başkanı Lai Ching-te millî güvenlik toplantısının ardından yaptığı açıklamada, Çin’in Tayvan’ı içten yıkmak için çeteleri, medyayı, partileri, muvazzaf ve emekli ordu ve emniyet mensuplarını devşirdiğini söyleyerek ülkesinin tedbir olarak yeniden askerî mahkeme sistemini devreye sokacağını duyurdu.
“Adayı absorbe etme çabalarına” karşı koyacaklarını ifade eden Lai, konuşmasında Çin’den “yabancı düşman güç” olarak söz etti. Bu da iki “ülke” arasındaki süregelen gerginliği bir üst kademeye taşıdı. 18 Mart’ta Tayvan Savunma Bakanlığı, ada çevresinde 59 askeri hava aracı, 9 savaş gemisi ve 2 yüksek irtifa balonu tespit ettiklerini bildirdi.
Çin’e odaklanan dış politika
Lai’nin açıklamalarına sözlü cevap da gecikmedi. Pekin’in Tayvan İşleri Ofisi sözcüsü Chen Binhua, “Tayvan’ın bağımsızlığını savunan ayrılıkçı güçler kırmızı çizgiyi aşmaya cüret ederse, kararlı tedbirler almaktan başka çaremiz kalmaz. Ateşle oynayanlar mutlaka yanar” şeklinde üst perdeden tehditler savurdu.
Pekin, Lai Ching-te'nin göreve gelmesinden itibaren Tayvan'a yönelik kıskacını sıkılaştırmakta. Geçen sene üç büyük askerî tatbikat düzenleyerek Tayvan’ı kuşatma altına alma provaları yapmıştı. Benzer bir saldırgan tutum, ABD’nin askerî müttefiki Filipinler’e yönelik de kendini belli etmekte. Pekin’in kabiliyet ve kararlılığını gösterme adına en büyük sahil güvenlik gemisini, Filipinler’in münhasır ekonomik bölgesine göndermesi tansiyonu yükseltmişti.
Pasifik’te suların ısınması uzunca bir süredir zaten beklenen bir şeydi ve açıkçası Ukrayna Savaşı bunun başlıca habercilerinden biriydi. Çin’in ABD’ye karşı potansiyel en büyük müttefiki olan Rusya’yı yıpratıcı bir savaşla ıslah ederek Çin’den ayırmaya dönük bir planın parçası olarak başlatıldığı düşünülen savaşta ilginç gelişmeler yaşanıyor. Trump, Putin’e murad ettiği tüm tavizleri vererek Ukrayna cephesini soğutma karşılığında Rusya’nın Çin’le ittifaktan vazgeçmesini sağlamaya çalışıyor. Bu da onun Çin’e odaklanan dış politikasıyla sureta bir tutarlılık arz ediyor.
Gelgelelim Çin’e karşı Rusya’yı yanına çekmeye çalışırken koskoca Avrupa kıtasını karşısına alması hiç de ferasetli bir tercih gibi görünmüyor. NATO’dan ayrılma noktasına gelen ABD’nin kendilerini Rusya karşısında yalnız bıraktığını düşünen AB, Çin’i yanına çekmek için iyimser bir hamle yaparak AB-Çin ilişkilerinin 50’inci yıldönümü münasebetiyle Başkan Şi’yi Brüksel’e davet etti. Şi ise Avrupa’nın niyetinin Rusya’yla arasını açmaya dönük olduğunu anlamayacak değildi ve önceden ilan edilmiş olan ABD ziyareti öncesi elini zayıflatacak bu daveti elinin tersiyle itiverdi.
Güç yoluyla barış
Çin’in ABD savunma sanayisinin odaklandığı birincil tehdit hâline gelmesi dünden bugüne gerçekleşmedi. 2010 yılında Çin, dünyanın ikinci büyük ekonomisi ve bilahare rakip süper güç olarak arz-ı endam ettiğinden, son yıllarda da ABD’den bile daha büyük bir deniz gücüne sahip olduktan sonra saflar netleşti. ABD, Hint-Pasifik'te Çin’e bir had çekmek ve had bildirmek için muhtelif ittifaklar kurdu, Avustralya, Filipinler, Japonya ve diğer ülkelerle bağlarını güçlendirdi, buralardaki silah üretimini artırdı ve askerî üslerini tahkim etti. İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana barış zamanında yapılan en büyük askerî yığınak da ABD tarafından Çin’in arka bahçesinde vukua geldi.
Açıktır ki bu yığınak, 2049’da ordu standartlarını en üst seviyeye çekmeyi planlayan Çin’i caydırmak içindi. Şu da var ki yığınağın kendisi, Çin’in silahlanma yarışındaki hevesini kırbaçlayan bir işlev görmekteydi. 2049’a değin açık çatışmadan sakınan Çin’e umduğu bu mühlet verilecek mi, yoksa henüz dezavantajlı konumdayken -ABD’nin pek ustası olduğu yöntemlerle- bir oldubittiyle savaşa mı çekilecek, en çok merak edilen sual buydu.
Amerikalılar “güç yoluyla barış” stratejisi uyarınca yığınak yapsalar da Pekin’in Hint-Pasifik'te hakimiyet kurma hırsını dizginlemeyi bugüne dek başaramadılar. Bu başarısızlığın bir sebebi de Washington’ın epey zamandır “stratejik belirsizlik” stratejisini takip etmesiydi. Yani Çin, Tayvan’a askerî müdahalede bulunduğunda vereceği cevabın ne olacağının belirsiz olması Pekin’i müdahaleden, Taipei’yi de bağımsızlık ilanından alıkoymuş olsa da son zamanlardaki hareketlilik bu belirsizliğin Çin’i caydırmada daha az etkin olduğunu gösteriyor.
2013’te tahtına kurulan Şi, bugünler için hazırlığını ikmal etti ve 2023’te Biden’a Tayvan’la gerekirse zorla birleşeceğini açıkça söylemekten geri durmadı. Biden, adayı savunma hususunda açık vaatlerde bulunmuş bir başkan olmasına rağmen Çin’in saldırgan tavrını geriletmeyi beceremedi. Şimdi ise kartlar yeniden karıldı ve Pekin’le ticaret savaşları tehdidini dilinden düşürmeyen Trump iş başında.
Çin’le ölümüne bir savaş mı?
Her ne kadar gerilimi artırıp sert bir söylem kullansa da Trump’ın Tayvan’ı savunmak, Filipinler ve diğer müttefiklere verilmiş garantileri korumak hususlarındaki tavrı hayli belirsiz. Kabinesinde Marco Rubio ve Mike Waltz gibi Çin bahsinde şahin sıfatıyla tanınan simalar bulunsa da Elon Musk gibi Çin’de kapsamlı ticarî maslahatları olan biri de var. Trump bol keseden tehditler savursa da İran konusunda bile Kasım Süleymânî suikastı hariç temelde savaşları sona erdirmeye odaklanan izolasyonist bir karakterde olduğunu yeterince ortaya koydu. Tayvan veya Filipinler hatırına Çin’le savaşmaya ilgi göstereceğini umanlar hayal kırıklığına uğrayabilir.
Çin tüm bu belirsizlikleri ve kararsızlıkları kullanarak askerî modernizasyonunda tam gaz ilerliyor, bir yandan nükleer cephaneliğini genişletirken bir yandan da Doğu ve Güney Çin Denizi’nde Amerikan donanmasını geride bırakmaya gayret ediyor. Nitekim NATO gibi devasa bir savunma ortaklığını keyfî biçimde dağıtmaya yeltenen Trump’ın Çin’e başka nice fırsatlar sunabileceği ortadadır.
Görünüşe bakılırsa en büyük hayal kırıklığını yaşayacak olanlar, Trump’ın Çin’le ölümüne bir savaşa girerek Ortadoğu’dan el çekeceğini, İsrail’i azgınlaştıran desteğini çekmek zorunda kalacağını uman Müslümanlar olacak. Yine de Trump’ın çelişik ve çılgın mizacı bu bapta hâlâ umut kaynağı olmayı sürdürebilir.