Orası artık köy değil... Mahalle!

Orası artık köy değil... Mahalle!
Orası artık köy değil... Mahalle!

Hayır, şu meşhur “kırsal hayat güzellemesi” yapıyor değiliz. Buna karşı olduğumuzu da söylemiyoruz. Dileyen daha tabii, daha sakin, daha sağlıklı bir hayat için elbette şehirleri terk edip köylere, kasabalara yerleşebilir. Bu şahsi bir tercihtir ancak saygı duyulur. Bizim söylemek istediğimiz şahsi tercihleri aşan, Türk milletinin sosyal ihtiyaçlarını çözme noktasında bir formül arayışından ibaret. Tabii ki jakoben bürokrasiyi aşmak şartıyla...

Sosyal ihtiyaçlar her türlü ilerlemenin ve yeniliğin yakıtıdır, motivasyon kaynağıdır. Bugün kullandığımız pek çok teknolojinin ardında sosyal ihtiyaçların baskısıyla fazladan mesai yapan zihinlerin emeği vardır. Sosyal ihtiyaçları dikkate almadan yenilik peşinde koşanların pek azı başarılı olabilir. Hayatımıza artı değer katmayan bir çalışma, zaman ve emek israfından başka bir şey değildir çünkü. Düşünsenize, bir şirket kurulmuş ve büyük paralar harcayarak işimize katiyen yaramayacak aletler, edevatlar üretmeye çalışıyor, saçma sapan icatların peşinde koşuyor. Bu şirketin gereksiz ürünlerine halk tarafından rağbet olmayacağı için, dolayısıyla para da kazanamayacağı için her hangi bir yaşama şansı olabilir mi?

Diyelim ki gereksiz işlerle uğraşan şirketleri ürünlerini almayarak cezalandırdık ve silinip gittiler. Peki, işimize katiyen yaramayacak saçma sapan icatların peşinde koşan, üstelik bunları bize dayatan, bizatihi devletin kendisi olursa ne yapacağız?

İçimizdeki jakobenlere dikkat!

Jakobenleri duymuşsunuzdur. Başını Robespierre’in çektiği, Fransız devrimine damga vuran bu ekibin en belirgin özelliği, hiçbir uzlaşmayı kabul etmeyerek dayatmacı bir karakteri temsil etmesiydi. Bunlar, devrimi birlikte yaptıkları Girondinleri ılımlı bularak giyotine gönderdikleri gibi kendilerinden olan Danton’u bile “bu kadar terör fazla” dediği için idama mahkûm ettiler. Terör dönemi olarak anılan kısa iktidarlarında giyotinler her gün insafsızca işledi. Halk namına halkı doğradılar. Fakat örgütlendikleri teşkilatın adı pek romantikti: “Société des Jacobins, amis de la liberté et de l'égalité / Jakobenler Derneği, Özgürlük ve Eşitliğin Dostları.”

Ülkemiz hamdolsun jakoben bir zihniyetle yönetilmiyor. Fakat sokak köpekleri meselesinden tutun da çarşı pazardaki fiyat istikrarsızlığına hatta ne yiyip içtiğimizi bilemediğimiz gıda teröristliğine varıncaya değin kördüğüm olmuş problemlerimiz var ve sanki birileri “Sizin için en doğrusu bu, çünkü biz öyle istiyoruz” dercesine bu problemlerin üzerine gidilmesini bir şekilde engelliyor, gündeme bile getirilmesine mânî oluyor.

Jakoben bir zihniyetle elbette yönetilmiyoruz ama bu içimizde jakobenliğe hevesli bazı güç odaklarının olmadığı mânâsına gelmiyor. Türk toplumunun her tabakasına sızmayı başarmış bu güç odaklarının izini siyasette, bürokraside, sanatta ve iş dünyasında sürmek, bunları bir şekilde tesirsiz kılmak, en azından zararlarını minimum seviyeye indirmek durumundayız.

Sosyal problemler kördüğüm oldu

Türk milletinin zıddına kendi bildiklerini okuyan jakoben vesayet unsurlarına inat sosyal ihtiyaçların karşılanması noktasında ne gerekiyorsa behemehal yapılmalıdır. Zira sosyal bünyemiz ve bilhassa aile kurumu, Cumhurbaşkanımızın da beyan ettiği gibi ciddi sıkıntılar ve tehditlerle yüz yüzedir.

Her şeyden evvel ülkemizde ciddi bir nüfus azalması vardır. Diğer yandan nüfusun ülke topraklarına dağılımında büyük bir dengesizlik mevcut. Ülkemizin kırsal kesimlerinde yeterli maişet imkânları oluşturulmadığı için 1960’lı yıllardan bu yana süren şehirlere göç seliyle birlikte hem şehirlerimiz orantısız ve çarpık şekilde büyüyerek şehir olma vasfından çıkmış hem de köylerimiz boşalarak hayatiyetini kaybetmiştir.

Kabul etmek lazımdır ki, şehirlere doluşan kalabalıklar ekonomik krizler ve artan kira fiyatlarıyla başa çıkma noktasında zorlanıyor. Nüfusumuz azalıyor diyoruz ya, bunca zorluğun içinde evlilerin çocuk yapmasını geçtik, evlenme çağını çoktan geçmişler bile evlenemiyor. Nüfusumuzu Anadolu topraklarına dengeli bir şekilde dağıtıp ülkenin dar bir kesimine toplanan iş imkânlarını ülke sathına yaymadan bütün bu problemleri çözme formülü bulunabilir mi, bundan açıkçası pek de emin değiliz.

Hayır, şu meşhur “kırsal hayat güzellemesi” yapıyor değiliz. Buna karşı olduğumuzu da söylemiyoruz. Dileyen daha tabii, daha sakin, daha sağlıklı bir hayat için elbette şehirleri terk edip köylere, kasabalara yerleşebilir. Bu şahsi bir tercihtir ancak saygı duyulur. Bizim söylemek istediğimiz şahsi tercihleri aşan, Türk milletinin sosyal ihtiyaçlarını çözme noktasında bir formül arayışından ibaret.

Tabii ki jakoben bürokrasiyi aşmak şartıyla...

Niye mi bunu dedik?

Okuyunuz o vakit.

Yaşanması muhtemel bir hikâye

Hadi şehirlere yığılmanın önünü alalım, köyümüze gidip orada atıl halde bulunan bağımızı bahçemizi işleyerek yeni bir hayat kuralım, devletimiz de nasıl olsa yakında buralara yeni iş imkânları getirecek dedik ve yola çıktık. O da ne? Uzun zamandır uğramasak da atadan babadan kalma köyümüz sandığımız yere yaklaşınca tabelaların değiştiğini, filan köy yazılı tabelanın yerine falanca mahalle tabelasının dikildiğini görüyoruz. Şehirde doğsak bile hâlâ bu köyün nüfusuna kayıtlı olan bizlere niçin zahmet buyurup da haber vermemişler diye de ister istemez düşünüyoruz. Bir şehrin kenar mahallesinde yıllarca oturduktan sonra meğer köyümüz diye başka bir şehrin kenar mahallesine gelmişiz de haberimiz yokmuş.

Hadi ona da ‘eyvallah’ dedik ama babadan kalma araziye yeni bir ev yapalım deyince iş iyice şirazeden çıkıyor. Büyükşehir belediyesine inşaat ruhsatı için gidiyoruz. Koca araziye daha önce 4 bina dikildiği için meğer yeni bir bina yapılamıyormuş. Niye böyle diye soruyoruz, öyle teknik, öyle mânâsız ve gereksiz şeyler söyleniyor ki neticede itiraz ediyoruz. Bunun üzerine yetkili: “Bizi niye darlatıyorsunuz, köyünüz büyükşehire geçip mahalle olmadan önce yapsaydınız ya evinizi, bu sıkıntıya hiç girmemiş olurdunuz” demez mi?

İyi de biz vatandaş olarak köyümüz mahalle olunca kendi arazimize ev yapılamayacağını nereden bilecektik. Üstelik yetkilinin dediği gibi, daha önce yapılabildiğine ve bu da meşru olduğuna göre, demek ki şu köyleri mahalleye çevirme işi bizi resmen mağdur etmiş, kendi mülkümüzde ev yapıp oturma hakkımızı elimizden almış.

Neticede Türkiye’nin en büyük sorunlarından birinin çözümüne vatandaş olarak katkıda bulunmak isterdik fakat yetkililerin bize sormadan aldığı bir kararla köyümüzdeki, pardon mahallemizdeki mülkümüze ev yapma hakkımızın elimizden alındığını öğrendik. Şehirden köye göç maceramız da böylece başlamadan bitmiş oldu.