İstanbul sözleşmesi öldürür

Eğer dinimizi, toplumumuzu, geleceğimizi korumak istiyorsak aileyi korumak zorundayız. Bunun için de Kur’an-sünnet ile konulan hükümlere uymaktan başka çaremiz yok!
Allah-ü Teâlâ çeşitli ayetlerde (Bakara 75, 79, Maide 13, 41, Nisâ 46 Âl-i İmran 78 gibi) Yahudilerin Tevrat’ı nasıl bozduklarını anlatır. Bunlardan başlıcası, kelimelere Allah-ü Teâlâ’nın takdir ve murat ettiği anlamdan başkasını vermektir.
Konfüçyüs’ün, “Bana hükümeti yönetme görevi verilseydi, işe önce kelimeleri düzeltmekle başlardım” dediği aktarılır. Çünkü“Lisan bozulursa düşünce bozulur; düşünce bozulursa davranış bozulur...”

Özellikle son iki yüzyıldır tüm dünyada kavramların bozulması, anlamlarının alt üst edilmesi süreci yaşanıyor. Kadim din ve medeniyetlerin kavram tanımlarına, özellikle de değer yargısı ifade edenlerine müdahale edildi. İyi-kötü, güzel-çirkin, doğru-yanlış, Hakk-batıl, faydalı-zararlı gibi temel değer mefhumlarının muhtevaları değiştirildi. Yine başrolde yahudiler vardı. Hâlen de buna devam ediyorlar.
Batı dünyasında yaşanan bu süreç İslam dünyasına da ulaştı ve Müslümanların zihninde Kur’an-sünnet kaynaklı mefhumların mânâları değiştirilmeye başlandı. Maalesef epey başarılı da oldular.
Bu kavram tahrifinin en fazla yaşandığı alanların başında aile hukuku geliyor. Kadim dinlerin aile ilgili emir, tavsiye ve yasaklarının neredeyse tamamı mahkûm edilmekte; bunların ne kadar “kötü”, “yanlış”, “zararlı”, kendi ortaya koyduklarının ne kadar “iyi”, “doğru” ve “faydalı” olduğu uzun uzun anlatılıyor, yazılıyor.
İstanbul sözleşmesi yaşatır mı?
CEDAW’ın ortaya çıkardığı uluslararası anlaşmalardan biri olan İstanbul Sözleşmesinden Türkiye’nin çekilmesi üzerine, buna muhalefet edenlerin en fazla kullandıkları sloganlardan bir tanesi “İstanbul Sözleşmesi yaşatır.” Güya Sözleşme sayesinde kadınlara karşı şiddet önlenecekmiş, ev içi şiddet ortadan kalkacakmış, kadın cinayetleri engellenecekmiş. Böylece mutlu, mesut yaşanacakmış. Acaba gerçekten öyle mi?
CEDAW’ı ve İstanbul Sözleşmesini kabul eden ve bu minvaldeki politikaları benimseyen -Türkiye dâhil- ülkeler aynı zamanda şiddet ve kadın cinayeti istatistikleri de yayınlıyorlar. Öncelikle Türkiye’de bu husustaki istatistikler denilenleri doğrulamıyor. Kendi yaptıkları ve yayınladıkları araştırmalar kadına karşı şiddetin azalmadığını gösteriyor. Kadın cinayetleri hususunda emniyet birimleri ile farklı kadın derneklerinin verdikleri sayılar arasında farklılık olsa da ortak noktaları özellikle İstanbul Sözleşmesi ve ona bağlı olarak çıkan 6284 sayılı Kanun kabul edildikten sonra kadın cinayetlerinin arttığı yönünde. (Örnek için bk. Anıt Sayaç : Şiddetten Ölen Kadınlar İçin Dijital Anıt)
Avrupa’da da durum farklı değil. Mesela Eurostat’ın verilerine göre 2013'ten 2023'e kadar AB'de polis tarafından kaydedilen tecavüz dâhil cinsel şiddet suçlarının sayısı istikrarlı bir artış göstererek 2023'te 2013'e kıyasla %79.2'lik bir artışa ulaşmış, aynı dönemde tecavüz suçlarının sayısı neredeyse üç kat (%141) artmış (bk Crime statistics - Statistics Explained - Eurostat).
Türkiye’de “İstanbul Sözleşmesi yaşatır” diyenler bu husustaki mevzuatın uygulanmadığını iddia ediyorlar. Peki, Avrupa’da da mı uygulanmıyor?

Tabii burada şiddet, sözleşmeyi savunanlara göre tanımlanıyor. CEDAW kabul edilip bu minvaldeki politikalar uygulanmaya başlandıktan sonra kendi yaptıkları tanıma göre şiddette herhangi bir azalma olmamış. İstanbul Sözleşmesini kabul eden ülkelerde de durum değişmemiş, hatta bazı şiddet türlerinde artış yaşanmış. Yani kendi iddialarını kendi istatistikleri yalanlıyor. Ama yine de aynı şeyi söylemekten vazgeçmiyorlar.
Sözleşmenin öldürdükleri
İstanbul Sözleşmesinin can emniyetini korumada bir faydası olmadığı çeşitli kurumlarca sunulan istatistiklerden anlaşılıyor. Bundan daha vahimi ise Sözleşmenin toplum hayatiyeti için gerekli şeyleri ortadan kaldırması, bir başka ifadeyle öldürmesidir.
Sözleşme öncelikle toplumsal cinsiyet kavramı ile fıtratı öldürüyor. Bu kavrama göre erkek-kadın arasında üreme haricinde bir fark yok. Bu sebeple erkeğin aile reisi, kadının ev hanımı olması; çocuk büyütme görevinin kadında, evin geçimini temin etme görevinin erkekte kabul edilmesi vb. hususların hepsi de toplumların “uydurduğu” şeyler.
Sözleşme, hukûkî eşitliğe yetmez diyor ve mutlak kadın-erkek eşitliği istiyor. Halbuki insan olma noktasında ortak pek çok özelliği bulunan erkek ve kadının farklı fıtratları olduğu hem ayetlerle hem de hadislerle sabittir. Şeytanın en önemli uğraşı alanı insan fıtratını değiştirmedir (bk. Nisâ 4/118-119). Bunlardan en başta geleni de “kadını erkek, erkeği kadın yapmaya çalışmasıdır.”
Şiddeti geniş tanımlamak
Cinsel şiddet hususunda nikâhlı veya nikâhsız birlikte yaşamayı ayırmayıp “rıza/onayı” tek meşruiyet şartı haline getirerek ve rıza olduktan sonra her tür cinsel ilişkiyi serbest bırakıp, rıza/onay olmadığı zaman nikahlı eşle ilişkiyi tecavüz kapsamında görerek evlilik kurumunu öldürüyor.
Şiddet kavramını çok geniş tanımlayıp kadının bir yere gitmek için kocasından izin almasının istenmesini, giyimine karışılmasını psikolojik şiddete, kadının dış dünyada çalışmak için kocasının izni şartını ekonomik şiddete, kız evladı tedip için yapılacak bir kısım hususları fizîkî şiddete girdirerek aileyi öldürüyor.
İslam’a göre ailenin reisi erkek
İslam, aile reisi olarak erkeği görmüş, buna göre de sorumluluk ve haklar vermiştir. Aile kurumunun devamı için bunların hepsi gerekli hususlardır. Ancak Sözleşme bunların hepsini ortadan kaldırmaktadır.
Sapkınlığı normal kabul etmek
Sapkınlıkları normal kabul edip, koruma altına alarak toplumun ahlâkını öldürüyor. Sözleşmede “cinsel yönelim/sexual orientation” ile “toplumsal cinsiyet kimliği/gender identity” şeklinde iki tanım bulunmakta. Cinsiyet kimliği, kişinin kendisini ait hissettiği cinsiyeti yani kendini kadın veya erkek hissetmesini ifade ediyor. Buna göre biyolojik olarak erkek olan biri kendini kadın, kadın olan biri de erkek hissedebilir. Bu hususta genlerin ve toplumun değerleri değil, kişinin kendi belirlemesi önemlidir.

Cinsel yönelim ise kişinin hangi cinsten kişilere cinsel ilgi duyduğunu, şehevî arzularının hangi cinse yöneldiğini ifade etmek için kullanılmaktadır. Her çeşidinden cinsel yönelimin normal olduğunu savunanlara göre bunun nasıl ortaya çıktığı belli değildir. Bu hususta yazan ve homoseksüellik, lezbiyenlik gibi cinsel sapkınlıkları normal kabul edenlere göre cinsel yönelim kişilerin tercihleri ile oluşmaz ve değiştirme imkânı yoktur.
Nedense kadınla erkek arasında biyolojik (üreme) farklılık haricinde bir farklılığın olmadığını, bunun dışındaki her şeyin toplum tarafından sonradan belirlendiğini, kişinin biyolojik cinsiyetini bile değiştirebileceğini söyleyenler konu sapkınlığa gelince bunun âdeta kader olduğunu iddia etmektedirler. Bunlara göre bir kadının başka bir kadına veya bir erkeğin başka bir erkeğe ilgi duyması normal olduğu gibi bir kadın rahatça kendini erkek, erkek de kadın olarak tanımlayabilmelidir.
Bu derece sapkınlıkların normal kabul edilip koruma altına alınması toplumun zamanla inkırazına yol açar. Lut aleyhisselamın kavminin helâki herkesçe mâlum.
Amaç: Fıtratı, evliliği, aileyi, ahlâkı öldürmek
Kısaca söylemek gerekirse İstanbul Sözleşmesi ve benzerleri; fıtratı, evliliği, aileyi ve toplum ahlâkını öldürmektedir. Ama kavramları tarif edenler bunları bize kurtuluş gibi gösteriyorlar. Garip olanı kendi iddia ettikleri bile gerçekleşmediği halde yine aynı ısrarlarında devam etmeleri.
Türkiye yerinde bir kararla İstanbul Sözleşmesinden çekilmiştir ancak bu Sözleşmenin istinat ettiği CEDAW bizim açımızdan yürürlükte olduğu gibi, çok büyük oranda İstanbul Sözleşmesi hükümlerine göre kaleme alınan 6284 sayılı “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” da yürürlüktedir. Yani Sözleşmeden çekilmek bir iradeyi göstermesi açısından kıymetli olsa da fiiliyatta değişen önemli bir şey bulunmamaktadır.
Hak Allah’tan gelendir
Kur’an-ı Kerim’de 550-600 civarında ahkâm ayeti olduğu kabul edilir. Bunlar arasında en büyük kısmı aile hukuku ile ilgili olanlar oluşturur. Bu ayetlerin bir kısmından sonra (bk. Bakara 2/229, 230; Nisâ 4/13, 14; Talak 65/1, 4) “bunların Allah’ın koyduğu sınırlar olduğu, bu sınırlara uymayanların önce kendilerine sonra başkalarına zulmedecekleri, uyanların ise kurtulacakları” uyarısı yapılır. Bu bize hem ailenin ne kadar önemli olduğunu hem Allah-ü Teâlâ’nın hükümlerine uyulmadan ailenin korunamayacağını hem de insanların bu hususta sapmaya müsait olduğunu gösterir.
Eğer dinimizi, toplumumuzu, geleceğimizi korumak istiyorsak aileyi korumak zorundayız. Bunun için de Kur’an-sünnet ile konulan hükümlere uymaktan başka çaremiz yok!
“Hak, Rabbindendir. O halde sakın şüphecilerden olma!” (Bakara 2/147)