İklim Kanunu bu toprakların hayallerine de ruhuna da yabancı...

İklim Kanunu bu toprakların hayallerine de ruhuna da yabancı...
İklim Kanunu bu toprakların hayallerine de ruhuna da yabancı...

Dünya atmosferine salınan sera gazı emisyonunun %1’ini dahi üretmeyen ülkemizin bu çabası sahiden işgüzarlık değil mi? Ürettiğimiz sera gazının 23 katını üreten Çin (%21.70), 16 katını üreten ABD (%15.26), 11 katını üreten AB (%10.04), 8 katını üreten Rusya (%7,53) ve 6,5 katını üreten Hindistan (%5.89) dururken bize ne oluyor? Neden biz dünyanın sözde iklim değişikliğiyle mücadelede kılıcını çekip ilk öne atılan ülkesi oluyoruz?

İkinci kez Meclis’e gelen İklim Kanunu 2 Temmuz günü 242 kabul, 140 ret oyuyla geçti. Böylesi kritik bir kanun görüşülürken 210 kişi ise oylamaya katılmadı. Kanun bir hafta sonra 9 Temmuz’da Cumhurbaşkanı tarafından onaylanıp, yürürlüğe girdi. Son olarak da ana muhalefet tarafından Anayasa Mahkemesi’ne taşındı.

Allah akıbetimizi hayreylesin.

Bu duayı her şeyin yolunda olduğu durumlardaki ruh haliyle değil, kanun sonrasının iyi olmayacağından emin olmanın endişesiyle ediyoruz. Yine de “kanundan sonra yaşanan her gün bir öncekini aratacak” düşüncemizde umarız haklı çıkmayız.

Varsın bakanlığın açıkgöz bürokratları “doğru bilinen yanlışlar” diyerek sosyal medyadan ya da sahibi meçhul sitelerden kanunu temize çıkarmaya çalışsınlar. Varsın birileri, “felaket boyutlarında bir iklim değişimi yok, dolayısıyla apar topar İklim Kanunu çıkarmanın gereği de yok” diyenleri “komplocu-şuursuz-maşa-hâin” ilan etsin. Bu ve benzeri kanunlarla bizi nasıl bir akıbet beklediğini Yaradan, bir zaman sonra nasılsa hepimize gösterecek. Bakalım eline karbon karnesi sıkıştırılmış insanlar, yapay gıdalarla ayakta kalmaya çabalarken aldıkları nefesin dahi sayaca bağlandığını gördüklerinde bu sefer hangi pişmanlıkların girdabında bizlere hak verecekler.

Uzun ve ciddi hiçbir ilmi araştırma, inceleme, takibat yapmadan, küreselci şeytanların hazırlayıp servis ettiği ezber bilgileri sabah akşam tekrarlayarak iklim kanununun gerekliliği savunulsa da bizim bu tür kanunlara tavrımız hep menfi olacak.

Peki, niçin karşıyız?

Düşüncelerimizi detaylandırmadan önce ülkemizin, milletimizin, çocuklarımızın, torunlarımızın hayrına olanı istemeyecek kadar komplo teorilerine batmış, idrakini yitirmiş insanlar olmadığımızı hatırlatalım. Klasik ziraatçılığın yasaklanacağı, çiftçinin istediği ürünü ekemeyeceği, insanlara yapay et yedirmek için helâl kılınan hayvanların telef edileceği gibi planların bizlerin uydurduğu safsatalar değil, yavaş yavaş pratiğe dökülen planlar olduğunu da ekleyelim.

Öncelikle kanunun amacında dile getirilen küresel ortalama sıcaklık artışının 1,5°C’nin altında sınırlandırılmasına katkı sağlamak için sera gazı emisyonlarının kademeli olarak azaltılması ve iklim değişikliğine dirençliliğin ve uyumun sağlanması gibi süslü sözlerin gerçek hayatta bir karşılığının olmadığını düşünüyoruz. Buna dair yazılarımızı isteyenler bulup okuyabilir.

Nicedir iklim değişikliği nedeniyle 1,5 milyar insanın yer değiştireceği, toplumları sosyal patlamaların, çatışmaların hatta savaşların beklediği gibi yalanların servis edildiğini biliyoruz. Bu değişimleri destekleyici kıtlıklar, kuraklıklar, aşırı sıcaklar, fahiş fiyatlarda satılan gıdalar çoktandır gündemden düşmüyor. Bu tür haber ve pratikler, zengin ülkelerin enerji devamlılığı için ihtiyaç duydukları hammaddelere kolayca erişmek için “sürekli yapay sorunlar uydurulacak” tezimizi güçlendiren değişimler.
Nicedir iklim değişikliği nedeniyle 1,5 milyar insanın yer değiştireceği, toplumları sosyal patlamaların, çatışmaların hatta savaşların beklediği gibi yalanların servis edildiğini biliyoruz. Bu değişimleri destekleyici kıtlıklar, kuraklıklar, aşırı sıcaklar, fahiş fiyatlarda satılan gıdalar çoktandır gündemden düşmüyor. Bu tür haber ve pratikler, zengin ülkelerin enerji devamlılığı için ihtiyaç duydukları hammaddelere kolayca erişmek için “sürekli yapay sorunlar uydurulacak” tezimizi güçlendiren değişimler.

Bize göre İklim değişikliği masalını uyduran küreselcilerin ulus devletleri zorladıkları bu tür kanunların ilk amacı, ülkeleri sera gazı emisyonunu düşürme yalanıyla hazırlanan “uyum paketi” tuzaklarına çekip borçlandırmak. Ve enerji ihtiyaçlarını karşılamak için zayıf ülkelerin yerli ve millî kaynaklarına çökmenin yolunu külfetsizce açmak. Uzun soluklu niyetleri ise yapay gıdalara muhtaç edilen insan neslini dijital teknoloji üzerinden köleleştirip, nüfusu kendilerince ideal olarak belirledikleri seviyelere çekmek.

Nicedir iklim değişikliği nedeniyle 1,5 milyar insanın yer değiştireceği, toplumları sosyal patlamaların, çatışmaların hatta savaşların beklediği gibi yalanların servis edildiğini biliyoruz. Bu değişimleri destekleyici kıtlıklar, kuraklıklar, aşırı sıcaklar, fahiş fiyatlarda satılan gıdalar çoktandır gündemden düşmüyor. Bu tür haber ve pratikler, zengin ülkelerin enerji devamlılığı için ihtiyaç duydukları hammaddelere kolayca erişmek için “sürekli yapay sorunlar uydurulacak” tezimizi güçlendiren değişimler.

Yapay sorunlarla birlikte niyet; kobalt, bakır, lityum, grafit ve nikel gibi kritik mineral ve metallere ihtiyaç nedeniyle nadir toprak elementlerine sahip ülkeler, Tek Dünya’nın yeni sömürü sistemini inşa etmeyi kolaylaştıracak bu tür iklim kanunlarını çıkarmaya zorlanıyorlar.

Hedef kaos ve huzursuzluk

Bizim gibi sera gazı üretimi düşük ama nadir toprak elementlerce zengin ülke insanlarının yerinden yurdundan olma, sosyal ve silahlı çatışmalarla karşı karşıya kalma, sağlık, gıda, barınma, güvenlik alanlarında ciddi sorunlarla karşı karşıya kalma gibi tehlikelerin içine çekilmek istendiği de biliniyor. Daha şimdiden bölgemizde ve dünyanın farklı coğrafyalarında kurgulanan savaşlardan, sosyal adaletsizliklerin ateşlediği huzursuzluklardan bunların yaygınlaşacağını söylemek mümkün.

Öte yandan bir musibet olarak pazarlanan iklim değişikliğini sözde azaltması beklenen teknolojilerin, geleneksel enerji kaynaklarından daha fazla tabii kaynak tüketip, daha fazla sera gazı emisyonunun atmosfere salınmasına neden olacağı gerçeği de sürekli gözden kaçırılıyor. Ya da sera gazı emisyonlarını dert ettiklerini söyleyenler, daha fazla sera gazı emisyonu üretecek bir enerji sistemini alternatif olarak bizlere yutturmaya çalışıyorlar ki bu, gerçekte niyetin ne olduğunu gösteriyor. Benzer düzmece tehlikenin metan gazı üreterek sera gazı emisyonlarını artırdıkları için hedefe konulan sığırların üzerinde oynandığını görmüştük zaten.

Oysa Mars tam bir karbondioksit cenneti

Kanun ne diyorsa desin, küresel ısınmanın müsebbibi ilan edilen CO2’in “felaket sınırı” denilen 400 ppm’den daha fazla oranlara ulaştığında aksine gıdamızın daha bollaşmasına, doğamızın daha çok yeşillenmesine imkân verecek bir nimet olduğunu kimse reddedemiyor. Dünya atmosferinde %0,038 oranındaki CO2 oranını felaket olarak gösterirken, atmosferindeki CO2 oranı %95 olan Mars’ta yaşama hayali kurmalarındaki mantıksızlık, oynanan oyunu kolayca ifşa ediyor zaten.

Öte yandan “Sıfır Karbon” söyleminin insanı sıfırlamak derdine hayatı var eden en temel elemente açılmış akıl dışı bir savaş olduğu ya da daha bakkal düzeyindeki bütçeyi denkleştirmede zorlanan bir dünyada “Net Zero Emisyon” hedefini gerçekleştirmenin büyük bir kurusıkı olduğu görüldüğünde İklim Kanunu gibi kanunların gereksizliği çıkıyor ortaya. Atmosferde sera gazı emisyonlarının artmasının suçlusu ilan edilen insanın ve sığırların, Tanrıcılık heveslisi küreselcilerce rastgele seçilmediğini ve iklim değişikliği yalanının insana bahşedilen bitkisel, hayvansal gıdanın yapaylaştırılması yoluyla insan neslini kurutmanın şeytani oyunu olduğunu bu nedenle rahatlıkla söyleyebiliyoruz.

Yeni Dünyanın köleci emperyalist planlarını meşrulaştıracak yeni yasaların, olmayan bir şeyi bahane ederek imzalanan taze anlaşmaların, albenili cümlelerle süslenmiş körpecik iklim kanunlarının yüzlerce yıldır uygulananlar gibi ne insanların ne de çevrenin yararına olmayacağını söyleyecek kadar insanlık tecrübeli aslında.

Neyiz ki ne yapalım?

Kanun ne diyorsa desin, küresel ısınmanın müsebbibi ilan edilen CO2’in “felaket sınırı” denilen 400 ppm’den daha fazla oranlara ulaştığında aksine gıdamızın daha bollaşmasına, doğamızın daha çok yeşillenmesine imkân verecek bir nimet olduğunu kimse reddedemiyor. Dünya atmosferinde %0,038 oranındaki CO2 oranını felaket olarak gösterirken, atmosferindeki CO2 oranı %95 olan Mars’ta yaşama hayali kurmalarındaki mantıksızlık, oynanan oyunu kolayca ifşa ediyor zaten.
Kanun ne diyorsa desin, küresel ısınmanın müsebbibi ilan edilen CO2’in “felaket sınırı” denilen 400 ppm’den daha fazla oranlara ulaştığında aksine gıdamızın daha bollaşmasına, doğamızın daha çok yeşillenmesine imkân verecek bir nimet olduğunu kimse reddedemiyor. Dünya atmosferinde %0,038 oranındaki CO2 oranını felaket olarak gösterirken, atmosferindeki CO2 oranı %95 olan Mars’ta yaşama hayali kurmalarındaki mantıksızlık, oynanan oyunu kolayca ifşa ediyor zaten.

Hepsinden önemlisi evrendeki büyüklüğü bir bakterinin 6 milyarda biri olduğu söylenen bir dünya üzerinde yaşayan 8 milyar insanın, yüzlerce değişken parametre ile ilişkili iklimi “felaket” boyutlarında değiştirebileceğini iddia etmenin (hâşâ) Allah’a şirk koşmak olacağı nasıl reddediliyor?

Ölmez sağ kalırsak, böyle apar topar oldubittiye getirilen kanunlarla insana bahşedilen ilâhî ve hikmetli hayatın nasıl yaşanmaz kılındığını birlikte göreceğiz. Dediğimiz gibi varsın her şeyin güllük gülistanlık olduğu söylensin. Varsın hızla gelen tehlikenin bizim paranoyamız olduğuna inanılsın. Yüksek mevkilerin albenili sözleriyle bizleri taşa tutan kalabalıkların karbon ayak izi kotasıyla cebindeki parayı istediği gibi harcayamadığı, istediği gibi seyahat edemediği, istediği gibi yiyemediği, giyinemediği, ekemediği, istediğinde çocuk yapamadığını gördüğündeki halini Allah hepimize gösterecek.

Yeşillenme ucubesi

Seksen yıl önce “Yeşil Devrim denen ucube üretim anlayışı” insanlığın hayatına girmesin diye feryat edenleri kâle almayanların yerinde, bugün “Yeşil Ekonomi, “Yeşil Kalkınma” “Yeşil Enerji” ile ilgili uyarılarımızı dikkate almayanlar oturuyor. Tıpkı bugün en sıradan insanın bile “zehir” dediği pestisitlerin, sentetik gübrelerin, antibiyotiklerin, hormonların ziraatta kullanılmasının insanın felaketi olacağını söyleyenlerin komploculukla suçlanması gibi onlar da bizi komploculukla suçluyorlar. Tıpkı DDT’nin, Roundup’ın, glutenli buğdayın, GDO’lu ürünlerin, teflonun, güneş kreminin, mRNA’lı aşıların, 5G’nin insan hayatına sokulmaması için çırpınan insanlara denildiği gibi bize de “şuursuz” deniliyor.

İklim değişikliği ile mücadelede esas alınacağı söylenen iklim kanununu yapanlara anlatamadığımız şey, mücadele edilecek gerçek bir tehlikenin olmadığı. Anlayamadığımızsa sera gazı emisyonlarının azaltılması ve iklim değişikliğine uyum faaliyetlerini planlayan bir yasayı çıkarmanın neden bizim önceliğimizin olduğu. Öyle ya 1990-2022 yılları arasındaki 32 yılda küresel çapta atmosfere yayılan toplam sera gazlarının sahibi olan Çin, ABD, AB, Rusya, Hindistan dururken dünyayı kurtarmak neden bize düşüyor?

Ölmez sağ kalırsak, böyle apar topar oldubittiye getirilen kanunlarla insana bahşedilen ilâhî ve hikmetli hayatın nasıl yaşanmaz kılındığını birlikte göreceğiz. Dediğimiz gibi varsın her şeyin güllük gülistanlık olduğu söylensin. Varsın hızla gelen tehlikenin bizim paranoyamız olduğuna inanılsın. Yüksek mevkilerin albenili sözleriyle bizleri taşa tutan kalabalıkların karbon ayak izi kotasıyla cebindeki parayı istediği gibi harcayamadığı, istediği gibi seyahat edemediği, istediği gibi yiyemediği, giyinemediği, ekemediği, istediğinde çocuk yapamadığını gördüğündeki halini Allah hepimize gösterecek.
Ölmez sağ kalırsak, böyle apar topar oldubittiye getirilen kanunlarla insana bahşedilen ilâhî ve hikmetli hayatın nasıl yaşanmaz kılındığını birlikte göreceğiz. Dediğimiz gibi varsın her şeyin güllük gülistanlık olduğu söylensin. Varsın hızla gelen tehlikenin bizim paranoyamız olduğuna inanılsın. Yüksek mevkilerin albenili sözleriyle bizleri taşa tutan kalabalıkların karbon ayak izi kotasıyla cebindeki parayı istediği gibi harcayamadığı, istediği gibi seyahat edemediği, istediği gibi yiyemediği, giyinemediği, ekemediği, istediğinde çocuk yapamadığını gördüğündeki halini Allah hepimize gösterecek.

Faturası niçin bize kesiliyor?

Dünya atmosferine salınan sera gazı emisyonunun %1’ini dahi üretmeyen ülkemizin bu çabası, sahiden işgüzarlık değil mi? Ürettiğimiz sera gazının 23 katını üreten Çin (%21.70), 16 katını üreten ABD (%15.26), 11 katını üreten AB (%10.04), 8 katını üreten Rusya (%7,53) ve 6,5 katını üreten Hindistan (%5.89) dururken bize ne oluyor? Neden biz dünyanın sözde iklim değişikliğiyle mücadelede kılıcını çekip ilk öne atılan ülkesi oluyoruz?

Bu sorularımızın cevabını, iklim kanununun ikinci kısmında yer alan İklim Değişikliği ile Mücadele başlığının altındaki İklim Değişikliği ile Mücadele Faaliyetleri içinde buluyoruz aslında. İklim değişikliğine uyum faaliyetlerinin 6. Maddesi “…iklim değişikliği ile ilişkili mevcut veya olası kayıp ve zararları önlemeye, riskleri en aza indirmeye veya ‘fırsatlardan’ yararlanmaya yönelik uyum faaliyetleri gerçekleştirilir” diyor.

Üç buçuk milyar dolar için mi?

Bu da gösteriyor ki bizi asıl cezbeden, maalesef küreselci şeytanların tuzağına düşürülecek ülkeler can pazarındayken ortaya çıkabilecek fırsatlar. Tıpkı, para (borç) veren değil para alan (borçlandırılan) ülkeler statüsüne geçerek küresel iklim finansından 3,5 milyar Euro almayı kâr saydığımız gibi. Lakin bu kurnazlıklar bu kadim topraklara yakışıyor mu? İnsanlığın sonunu getireceği söylenen bir felaketin fırsatlarını ya da düşenin sırtından kazanılacakları düşünmek bu coğrafyada ayıp sayılmıyor mu?

“Artık sayılmıyor” deniliyorsa, söylediğimiz gibi derdin ne iklim ne çevre ne de eko-sistem olmadığı da ortaya çıkıyor. O yüzden de janjanlı lafları yazanlar “iklim değişikliğine uyum” sürecinin insanlarımıza ve tabiatımıza nasıl bir bedel ödeteceğini bilmiyorlarsa büyük bir vebalin altına girdiklerini bilmeliler. Sözde “felaket” boyutlarında bir iklim değişikliğinin mevcut veya olası olumsuz etkilerini önlemek ya da muhtemel zararlarını en aza indirmek yalanlarıyla kim bilir hangi ülkenin tabii kaynaklarımıza çökmesinin aracı olacak bu tür kanunlar.

Tarihinde hiç kölecilik olmadığıyla övünen bir coğrafyanın, Tek Dünyacı küreselcilerin yeni köleci-emperyalist planı hayata geçsin diye ileriye ilk atılan olması da bir başka acı. Bu kadim toprakların hayallerinin tükenmesine, ruhunun incinmesine tek başına bu bile yeter de artar...