Hilâfet, İHA, SİHA, Gazze ve Palavra

Dünyanın en büyük ikinci ordusuna, onca uçağa, zırhlı araca, tanka, topa, silâha, İHA’ya, SİHA’ya, şuna-buna rağmen Gazze’ye niçin birkaç şişe su, birkaç çuval un, birkaç lokma gıda sokamıyoruz? Niçin? Bütün bu manzaraya bakan makûl bir zihin gördüklerinden tiksinmekte ve derin bir ümitsizliğe kapılmakta yerden göğe kadar haklı. Öyle ya, hangi akıl bu zilleti izah edebilir ve hangi gönül bu tahkire tahammül edebilir?
Kendisine ümitsizliğin haram kılındığı kişilere mümin denir.
Hele hele günümüzde Müslümanlık, adeta İslâm Dini’ne iman etme mükellefiyetinden çıkmış, sureta bir tarzda ve kültür seviyesinde, üstelik öteki iman ve inanç çeşitlerinden de içine nice unsuru devşirmekte bir beis görmeyen, bir nevi hamuleye dönüşmüş vaziyette. O yüzden pek bir kıymeti harbiyesi yok. Öylesine kıymetten mahrum ki kendisinden 100 kat küçük bir kavmin zincirsiz kölesi hâline gelmiş vaziyette. Evet, kendisinden tam 100 kat küçük; evet, zincirsiz köle sürüsü. Daha acısı, ekserisinin bu köleliğe gönüllü olması.
Adı Müslüman ama kendisi İslâm’dan fersah fersah uzak, iki buçuk milyarlık bir güruh.
Koyun sürüsü bile güdülürken, önündeki otların tadına bakacak kadar duraklar, küçücük de olsa bir irade gösterir ama bu öbek öbek iki buçuk milyarlık sürü, başlarına geçirilen koyun postu giydirilmiş çakallar sayesinde iradesiz bir çakıl yığını gibi istenilen yere dürtülebilmekte; kurt bile değil, çakal.
Tefrikin adı cemaat
Sadece bizde değil, Müslümanlar’ın yaşadığı her yerde ahali cemaatlere bölünmüş vaziyette. Aslen ve zaten cemaat binası üzerine oturtulan İslâm’daki ‘cemaat’ yapılanması ile mevcut cemaatlerin arasındaki yegâne benzerlik, isimle sınırlı. Hakikatte ümmet yekûnu, tıpkı bir yapbozun parçaları gibi cemaatlerin biraraya gelmesiyle teşekkül ederken günümüzde cemaatler öylesine şeytani bir tefrikle birbirlerinden koparılmış vaziyetteler ki, bir mahâlledeki bir cemaatle aynı mahâlledeki bir başkası yan yana gelemez ki birbirlerini bütünlemelerinden bahsedebilelim. Her cemaat, gizlice ve sinsice öbürüne düşmanlaştırılmış; düşmanlaştırılamadığında en azından ötekilerden tamamen koparılmış parçalar. Ve biraraya geldiklerinde kendi aralarında bir bütün değil, adeta bir yığın hâline gelebilmekteler ancak; bir çöp yığını üstelik. Aralarındaki hakiki cemaatten izler, renkler ve kokular barındıran pek az nümûne de, o çöp yığını arasında kirlenmekte, heba olup gitmekte.
Böylesine vahim, içler acısı, rezil ve umut hakkından mahrum bir vaziyetteyiz. Resmen bir asırdır temsil makamımızdan mahrum bırakılmamızın elim neticelerinden sadece bir tanesi bu. Hilâfet gitti, itibar bitti. Haşyet ve itibar.
Güneşte bırakılmış bir hayvan leşinden daha hızlı çürüdük. Koktuk. Bırakalım İslâm ahlâkını, gayrimüslim ahlâkından dahi nasibine kırıntı düşeni alkışlayacak bir denaetteyiz. Kendimize zelillikte rakip arar hâle düştük. Ve bu ruh sefaletimizden gurur duymaya başladık. Her birimiz işimize hile katmadan, lâfımıza yalan eklemeden edemiyoruz. Sanki Şiiyiz. Tövbe Ya Rabbi! Malûm, Şii taifesini Abdull.h ibni Sebe isimli bir yahudi yoldan çıkardı. Peki ama bizi ne zaman, hangi yahudi yoldan çıkardı?
Yahudileştiremediklerimizden misiniz?

Birilerimiz işine hile, sözüne yalan katmadan duramıyorsa öbürlerimiz de tıpkı ‘Aport!’ emrini bekleyen bir av köpeği gibi en pestpaye yalanlara bile inanmaya hazır bir hâlde beklemede. Siyasette, ticarette, sanatta, fikirde, ilimde... istisnasız her yerde yalan, hile, desise almış başını gidiyor. Ne hazindir ki her birimiz huzuru şerde arar olduk. Yeter ki bir gıdım menfaatimizden mahrum kalmayalım. Öyle bir çıkmazdayız ki bizzat kendi ellerimizle önümüze mânia yığmakta, sonra da hayasızca, habire yolumuzun tıkanmasından şikâyet etmekteyiz. Hatta çoğumuz, kendi elleriyle kendi önüne yığdığı bu engeller yüzünden isyana meyletmede; devletine, milletine ve hatta Rabbi’ne. Mânâsız bir körlük ve zelil bir nankörlük almış başını gidiyor. Kimse kimsenin elinden tutmuyor. Birinin eli yekdiğerine uzanmışsa yegâne gayesi menfaat.
Ufuklar, zihinler, kâlpler, dünyalar küçüldü; insanlar küçüldü. Müslümanlarsa küçüldükçe küçüldü. Hem hakikate nispetle böyle bu, hem de küffarın gözünde. İki senedir iki milyon Müslüman, hem de en sahici ve halis Müslüman, vatanlarını müdafaa ve İslâm’ın izzetini muhafaza etmek gayesiyle canları dâhil her şeylerini feda etmekte ama ne iki buçuk milyarlık yekûn tutan Müslümanlar, ne de başlarındaki biri öbüründen sefil idarecileri kıllarını kıpırdatmakta. Bundan daha sefil ne tasavvur edilebilir ki!
İddiamız başka, vasfımız başka: Adı konmamış bir nevi yahudilik bizimkisi.
Kudretten mahrum kuvvet
Doğru, ahalisi Müslüman memleketlerin arasında askeri kuvvet bakımından en üstünü biziz. Doğru, sadece Müslümanlar arasında değil, dünyadaki öbür devletlerin arasında da ezici bir askeri kuvvete sahibiz. Şükür. Bu muzafferiyetten müşteki olacak değiliz ya. Ama sormadan edemiyoruz: Dünyanın en büyük ikinci ordusuna, onca uçağa, zırhlı araca, tanka, topa, silâha, İHA’ya, SİHA’ya, şuna-buna rağmen Gazze’ye niçin birkaç şişe su, birkaç çuval un, birkaç lokma gıda sokamıyoruz?
Niçin?
Handiyse iki senedir bizden aziz ve Cennetlik kardeşlerimiz Gazze’de katledilirken, küçücük çocuklar açlıktan şehit edilirken ben ne anladım bu askeri kuvvetten? O toplar şimdi ateşlenmeyecekse, o tanklar şimdi yürümeyecekse, o gemiler ve fırkateynler şimdi yüzmeyecekse, o uçaklar, İHA’lar ve SİHA’lar şimdi uçmayacaksa ne zaman uçacak? Ne zaman ve kime karşı?
Nikbinlik haram bize, ümitsizlik de
Bütün bu manzaraya bakan makûl bir zihin gördüklerinden tiksinmekte ve derin bir ümitsizliğe kapılmakta yerden göğe kadar haklı. Öyle ya, hangi akıl bu zilleti izah edebilir ve hangi gönül bu tahkire tahammül edebilir? Gelgelelim bize nikbinlik de, ümitsizlik de haram. Madem ki Müslümanız, o hâlde bizden alınan izzeti de, haysiyeti de, devleti de, hilâfeti de elbet geri alacağız. Memuruz buna.
Müminsek elbette.
Sapık itikatları icabı birileri ‘tanrı’yı kıyamete zorlayadursun, sapla samanın, Müslüman’la münafığın ayrılacağı günler yakın.
Abone olmak için: www.birlikte.com.tr/gercek-hay...