Gâvura gâvur demek doğru değil mi?

Tanzimat Fermanı ilan edilip de Müslümanlar ile gayrimüslimlerin artık eşit haklara sahip oldukları kabul edilince halk bu değişikliği kısaca “gâvura gâvur denmeyecek” şeklinde formüle etmiştir. Buradan mülhem, zamanımızda küfür söz ve davranışları bulunan, yıllarca ‘İslam’a saldıranlara ya da Müslümanların inançları ve mukaddesatıyla dalga geçenlere gâvur yani kâfir demeyelim mi?’ konusunu ortaya koymaya çalışacağız.
Birisi kalkıyor ‘Kur’an-ı Kerim’e Hz. Muhammed’in sözleri karışmış olabilir’ diyor. Bir başkası bazı ayetleri çıkarmak gerektiğini söylüyor. Bir diğeri ‘Kur’an’dan başka güvenilir bir şey yok’ deyip sünneti toptan inkâr ediyor. Yetmiyor Kur’an’ı kendince açıklayarak yeni emir ve yasaklar icat ediyor. Yani peygamberliğe soyunuyor. Yine bir başkası Peygamber (a.s.v.) Efendimizin hâşâ “hata” edebileceğini hatta hâşâ “günah” işleyebileceğini söyleyip bir de kendince hata ve günahlarını sayarak, Rasülullah (a.s.v.)’ın söz ve davranışlarının diğer insanlar tarafından Kur’an yoluyla kontrol edilebileceği herzesini yumurtluyor.
Şimdi bunlara ne diyeceğiz? Farklı görüşler diyerek bu kişileri İslam dairesi içinde mi kabul edeceğiz yoksa “sizin dininiz size bizim dinimiz bize” yani daha açık ifadeyle “bunu diyen gâvur olmuş” mu diyeceğiz?
İmanla ilgili genel ilkeler
Her Müslim, Allah Teâlâ ve Rasülullah (a.s.v.) katından gelen her hususa genel (icmali) olarak iman etmek zorundadır. Bunların bir bölümünün ise detayını bilmek gerekir. İmanın ve İslam’ın şartları olarak formüle edilen hususlar gibi.
Allah’a imanda, O’nun varlığı yanında temel sıfatlarına da ve eksik sıfatlardan münezzeh olup tüm kemâl sıfatların O’nda bulunduğuna iman etmek de vardır.
Enbiyaya iman eden kişi, peygamberlerin temel sıfatları olan ismet, sıdk, emanet, fetânet ve tebliğ sıfatlarına yani her peygamberin günahlardan korunup hata üzerinde bırakılmayacağına; her hususta doğru söylediklerine ve emin olduklarına; feraset, basiret ve akıl seviyelerinin üst düzey olduğuna ve insanlara ulaştırmaları gereken her hususu tebliğ ettiklerine inanması gerekir. Ayrıca ilk peygamberin Hz. Âdem (a.s), son peygamberin ise Hz. Muhammed (a.s.v) olduğuna, ondan sonra artık ister nebi ister resul densin peygamber gelmeyeceğine de iman etmelidir.
Kitaplara iman eden biri, Kur’an’ın Allah kelamı olduğuna, içine herhangi bir insan sözü karışmadığına, lafız ve mânâsının korunup değişmeden bize kadar geldiğine, ona tâbi olmadan kurtuluş olamayacağına iman etmelidir.
Meleklere iman eden kişi, onların var olduklarına, Allah’ın emrine asla isyan etmeyeceklerine, Kur’an’da ve mütevatir sünnette adları geçenler haricinde de çok sayıda bulunduklarına iman etmesi gerekir. Bunun yanında şeytan ve cin gibi gözle görmediğimiz varlıkların olduğuna da inanılmalıdır.
Ahiret gününe iman eden kişinin, kıyametin kopacağına, mahşer/haşr, amel defteri, havz, hesap, sorgu, şefaat, sırat, cennet ve cehennem olduğuna; insanın her tür amelinin sorguya ve değerlendirmeye tâbi olduğuna, iman edenlerin cennete, kâfirlerin cehennem gireceğine iman etmesi gerekir.
Kaza ve kadere iman eden kişinin, Allah Teâlâ’nın her şeyi detayıyla bildiğine, insanın başına gelecek her şeyin Allah katında kayıtlı olduğuna, hayır veya şer her ne varsa yaratıcısının Allah olduğuna; insana irade-i cüziyye denilen bir dileme kudreti verildiğine ancak Allah’ın irade etmediği hiçbir şeyin varlık dünyasına gelemeyeceğine; ecelin belli olduğu, rızka kefil olunduğuna iman etmesi gerekir.
Her Müslüman, Allah Teâlâ’nın ve Rasülullah’ın her emrine gönül hoşluğu göstermesi, İslam’ın hiçbir hükmünü beğenmezlik etmemesi gerekir. İmanda şüphe olmaz. İman edilecek hususlar bellidir. Hiç kimse bunlardan bir şey çıkaramaz veya bir şey ilave edemez. Peygamber Efendimizin ahirete irtihali ile birlikte artık yeni bir ayet veya hüküm gelmeyecektir. Bu sebeple iman edilecek hususlar bakımından imanda artma eksilme olmaz. İman yekpare, parçalanamaz bir bütündür. “Nasıl olsa çok sayıda iman edilecek mesele var birkaçına iman etmesem ne olur? Çoğunluğuna iman etmem beni kurtarır” denemez.
Küfre nispette ölçüler
Akaid kitaplarımızda küfür sözler (elfâz-ı küfr) ve fiilleri (efâl-i küfr) ile alâkalı bölümler yer almış; bunları söylemek veya yapmanın insanı İslam’dan çıkaracağı ifade edilmiştir. Bununla birlikte ehlisünnet ulema, icmali iman dediğimiz genel olarak İslam’a iman etmiş yani kelime tevhidi ve iki şahadeti söylediği işitilen veya insanların mümin/Müslüman bildiği bir kişinin kolayca küfre nispet edilmesini doğru bulmamıştır. Bununla ilgili çeşitli ölçüler koymuşlardır.
1- Ehl-i kıble yani namaz kılan kişiler tekfir edilmez:
Bu hem namazı kabul edip kılan toplulukların hem de –velev ki bayramdan bayrama olsun- namaz kıldığı bilinen kişilerin kolayca küfre nispet edilmemesi gerektiğini anlatır. Temelde Şia gibi ehli bidat dediğimiz gruplar için söylenmiştir. Ancak böyle bir kişinin üstte saydığımız temel meselelerden birini inkâr etmesi halinde küfre nispet edilir.
2- Müminin işi ve sözü hayra yorumlanır:
Fıkıhta da temel olan bu kurala istinaden, Müslüman olduğu bilinen bir kişinin yaptığı garip bir davranış veya yanlış bir söz olabildiğince hayra olacak şekilde tevil edilir. Bu kuralın yansıması olarak küfür sözlerden birini söyleyen bir kişi, ayrıca açıklama yapmadığı zaman bu sözü olabildiğince tevil edilip kâfir hükmü verilmekten kaçınılır. Mesela halk arasında bazı bilgisiz kişilerin kullandığı “Allah’ın unuttuğu yer” ifadesi, Allah’a eksiklik izafe ettiği için küfür sözlerden biridir.
Ancak bunu söyleyenlerin kastı o değildir. İnsanlardan uzak, köhne bir yer mânâsına kastedilmektedir. Bu sebeple bunu söyleyen bir Müslüman “Allah unutabilir” demediği müddetçe kâfir olarak nitelenemez, bu sözü başka anlamda kullandığı söylenir. Yalnız başka mânâ kastedilse bile bu tür sözleri söylemenin doğru olmadığını, kişiyi günahkâr yapacağını da ifade etmek gerekir.
3- Yukarıda sayılan temel iman meselelerinden birini kabul etmeyen küfre nispet edilir:
Mesela:
- Allah Teâlâ’nın şanına yakışmayan sıfatlara inanmak, O’nun bazı şeyleri bilmediğine, her şeye gücü yetmeyebileceğine, bir şeylere muhtaç olduğuna, insana benzediğine, zalim olduğuna vb. inanmak;
- Peygamberlerin masum olmadığını, artık nebi gelmeyeceği ama resul gelebileceğini, peygamberlerin hatasını bizim bulup doğrusunu ortaya koyabileceğimizi söylemek;
- Kur’an’a -Peygamberimiz olsa bile- insan sözü karıştığını, bazı ayetlerin sonradan eklendiğini, bize eksik geldiğini iddia etmek kişileri küfre girdirir.
4- Kesin farz ve haramları reddetmek, bunlardan birini beğenmemek küfürdür:
Haramı haram olarak kabul edip yapmak, farzı farz kabul edip yapmamak kişiyi günahkâr yapar ancak küfre girdirmez. Ancak bunları inkâr etmek veya bu neden farz, bu neden haram deyip beğenmemek kişiyi kâfir yapar. Burada kastettiğimiz üzerinde icmâ oluşan; faiz, zina, şarap içmek, domuz eti yemek gibi haram ve namaz, oruç, zekât, tesettür gibi farzlardır. İçtihâdî haram dediğimiz; sigara içmek, bazı deniz ürünlerini yemek gibi haramları kabul etmeyen kişi küfre nispet edilmez.
5- Dinin herhangi bir değeri, kutsalı ile alay etmek, küçümsemek küfürdür
Kuvvetli olmasa bile bir sünnetle alay etmek; Müslümanların şiar kabul ettiği şeylerle dalga geçmek kişiyi küfre götürür. Bir sünnetin sabit olduğunu kabul etmemek başka, dalga geçmek başkadır. Mesela sarığı, sünnet-i hüdâ dediğimiz tâbi olunması gereken bir sünnet görmeyen kişiye hiçbir şey denilmez; ancak kendisine sünnet denildiğinde dalga geçmeye başlar, onu küçümseyecek şeyler yapılırsa küfre girer. Ancak derse ki, “ben sünnet olduğunu kabul etmediğim için böyle söyledim/yaptım, yoksa sünneti küçümsemiyorum” o zaman küfre nispet edilmez ancak günah sahibi olmaktan da kurtulamaz. Burada yapılacak şey edebiyle ve delilleriyle kanaatini ortaya koymaktır.
6- Haramı helâl, helâli haram kabul etmek küfürdür:
Ulema haramın helal olmasını istemeyi de küfür görmüştür. Bunlar da kesin olan haramlar içindir. İçki içmeyi, faiz almayı, kul hakkı yemeyi helâl görmek; eti, ekmeği vb. helâl olan şeyleri haram kabul etmek kişiyi küfre götürür. Helâl-haram koyma yetkisini bir insana vermek de aynı kapsamdadır. Müçtehitler ancak Kur’an ve sünnete istinaden bir hükmü açıklayabilirler. Onlar bir hususta haram hükmü veriyorlarsa muhakkak ayet ve hadisten delilleri vardır.
7- Kur’an’dan tevil ile Müslümanların kabul ettiğinden farklı bir hüküm çıkaran genel itibariyle küfre nispet edilmez:
Ancak üzerinde icmâ hâsıl olmuş farz ve haramlarda yeni bir görüş ortaya konamaz. Mesela, Kur’an’da beş vakit geçmiyor iddiasıyla namaz vakitleri üçe düşürülemez, formu değiştirilemez; başörtüsü Kur’an’da geçmiyor, o yüzden farz değildir denemez. Çünkü namaz ile ilgili ayetlerdeki vakitler ve açıklamaların anlamının şu anda bildiğimiz beş vakit namaz ile form olduğu; tesettür ile ilgili ayetlerin başörtüsü farzını ifade ettiği üzerinde ümmetin icmâ hâsıl olmuştur. Bunlarla ilgili içtihad yapılamayacağı gibi bunları reddetmek de insanı küfre götürür.
8- Sünneti toptan reddeden, bunu güvenilir olmadığı iddiasıyla bile yapsa küfre nispet edilir:
Çünkü bu durum, Kur’an’da Rasûlullah’a uymayı, onu örnek almayı ve ona itaati emreden çok sayıda ayetin kabul edilmemesi mânâsına gelir. Bir de Kur’an’ı kendi reyine göre açıklamaya başlayacaktır ki bu bir nevi peygamberlik iddia etmek demektir.
9- Kur’an’ın hükümlerinin bugün geçerli olmadığını, hadler gibi bazı hükümlerinin çağdışı olduğunu veya bu hükümlerin sadece Araplara yönelik olduğunu söylemek küfürdür.
10- Amel imanın bir parçası değildir:
İman başka onun gereğini yerine getirmek başkadır. Namazı kabul ettiği halde kılmayan, orucu kabul ettiği halde tutmayan küfre nispet edilmez; büyük günah sahibi kâfir olmaz.
Diğer kurallar

Dinden çıkan kişi ancak aynı yoldan İslam’a girebilir. Küfür bir söz veya fiil sebebiyle kâfir olan kişinin yeniden İslam’a dönebilmesi ancak söylediği sözden, yaptığı fiilden tövbe ederek gerçekleşebilir. Yukarıda saydıklarımızı söyleyen bir kişi, kelime-i tevhidi ve şahadeti söylese de namaz kılsa da bunlardan tövbe ettiğini bildirmediği müddetçe insanlar nezdinde kâfir olarak kalmaya devam eder.
Müslüman olduğu bilinen veya anne-babası Müslüman olan bir kişi, aleyhte delil olmadığı müddetçe mümin kabul edilir. Gayrimüslim olduğu bilinen bir kişi de iman ettiğine delil olmadıkça kâfir kabul edilir. Buna göre memleketimizde yaşayan ve Müslüman bir ailede doğan kişilerin kendi beyanları veya güvenilir şahitler olmadıkça imanlı olduğu kabul edilir ve tevil edilebilecek küfür sözler işitildiğinde uygun şekilde yorumlanır, ölünce cenaze namazı kılınır. Küfrünü ilan eden veya yukarıda saydığımız maddelerden biri nedeniyle küfre nispet edilen bir kişinin ise ya kendi tarafından ya da güvenilir en azından bir şahit tarafından bundan tövbe ettiği ifade edilmelidir. Böyle olmadığında o kişinin kâfir olduğu kabul edilir ve cenaze namazı kılınmaz, arkasından rahmet okunmaz.
İmanda itibar sonadır. Bir kişi hayatı boyunca kâfir olarak yaşasa, ömrünün son demlerinde Müslüman olsa, onun cenazesi kılınır, Müslüman mezarlığına gömülür, arkasından rahmet okunur, ahirette de kurtulacağı ifade edilir. Tersi de geçerlidir. Hayatı boyunca Müslüman olan birisi, hayatının sonunda küfre girerse, kâfir olarak öldüğü kabul edilir, cenaze namazı kılınmaz, Müslüman mezarlığına gömülmez ve arkasından rahmet okunmaz.
Bize düşen nedir?
Bir kişiye kâfir demeye çok meraklı değiliz. Ancak kişi küfrünü açık etmiş, Müslümanların mukaddesatına dil uzatmış, dini tahrif edip bozacak şeyler söylemeye başlamış ise artık onun hakkındaki hükmü ortaya koymamız ve bundan da çekinmememiz gerekir. İsmi lazım olmayan, isimlerinin önünde kalabalık titrler bulunan bazılarının sapkın sözlerini, “bilimsel görüş, farklı bakış açısı” gibi ifadelerle meşrulaştırmaya ya da masum göstermeye çalışmak anlamlı da değil doğru da…
Evet, Müslüman birine kâfir demekte hata etmektense kâfir birini Müslüman kabul ederek hata etmek evlâdır. Ancak gerektiği zaman ‘ben Müslümanım’ deyip de gâvurluk yapanların gâvurlukları ortaya konmalıdır ki, onu Müslüman zannedip de dediklerine az çok kıymet verenler intibaha gelsinler. Çünkü eğer sapkın fikirleri olanları İslam dairesinde kabul edersek içeriden biri olarak konuşmuş olacaklar ama kâfirliklerini ortaya koyarsak hariçten gazel okuyan konumuna düşeceklerdir.