Gazze için merhamet! Haçlıyı imana getiren o merhamete ne oldu?

Haçlıyı imana getiren o merhamete ne oldu?
Haçlıyı imana getiren o merhamete ne oldu?

Hiç baktın mı, kaç tane Gazzeli yiğit yatıyor Çanakkale’de? Çanakkale vatandı onlar için. Dedesi Çanakkale’de vatanı için şehid düşen Gazzeli kardeşini böyle terketmek İslam’a, insafa, iz’ana, insanlığa sığar mı? Mevzu yiğitlik de değil... Mevzu merhamet bugün. Sadece bir parça ekmek, bir yudum su. Bunu da yapamıyorsak... Bunu da yapmaktan aciz kalıyorsak... Vah olsun, eyvah olsun, yuh olsun hepimize!

  • Haçlıların kanları Türklerin öfkesini yatıştırdı fakat Greklerin hainliği şiddetin şeklini tamamen değiştirdi. Türkler şehirde kalmış olanları görmek için döndüler ve o andan itibaren fakirlerimize ve hastalarımıza iyilikler yapıp sadakalar verdiler. Buna karşın Grekler henüz gücü kuvveti yerinde olanları kendilerine hizmet etmeye zorluyor ve gördükleri hizmetin bedeli olarak onları ancak dövüyorlardı. Bazı Türkler bizim Frank paralarını arkadaşlarından satın alıp, bunları fakirlere dağıttılar. Grekler o sıra ellerinde bir şeyler kalmış olanları yağmalamakla meşguldü. Böylece bizimkiler, kendilerine zalimce davranan dindaşlarından uzaklaşıp, merhametli davranan kâfirlere güvendiler ve onlara sığındılar. Türkler şehirden çekilirken, üç binden fazla Haçlı savaşçısı gencin Türklere katılıp gittiğini öğrendik. Ey bütün ihanetlerden daha zâlim merhamet! Onlara ekmek veren Türkler, onların imanlarını aldı. Lakin şurası kesin ki, Türkler bizimkilerin hizmetiyle yetiniyor ve kimseyi inancını inkâr etmeye zorlamıyordu.
  • Odo de Deuil - Kral 7. Lui'nin Haçlı Seferi

Türkler gerçekten enteresan bir millet. Başka milletler kendi tarihlerini didik didik edip en ehemmiyetsiz hadiselerden bile muazzam edebiyat eserleri, tiyatro oyunları ve oskarlık sinema filmleri üretirken, Türkler başka milletleri kıskandıracak muhteşem hikâyelere sahip oldukları halde çoğu kez bunun farkında bile değil. Meseleyi daha da ilginç kılan ise başka milletler sahip olmadıkları faziletleri “uydur uydur anlat” kabilinden kendileri üretiyorken, Türklere dair faziletlerin pek çoğunu aslında onlardan pek de hazzetmeyen düşmanları bizzat itiraf ediyor.

Bunlar müfredatta okutulmalı

Girişte verdiğimiz Odo de Deuil’in söyledikleri işte böyle bir itiraf. İlköğretim müfredatında kesinlikle yer alması gereken şu hikâyeyi ne yazık ki bir avuç uzmandan başkası bilmiyor. Oysa bu ve benzeri birçok hikâye başkalarında olsa, hele benzer bir iyiliğe biz mâruz kalsak, sittin sene her vesileyle başımıza kakarlar, bizi minnet altında bırakmak için ellerinden geleni yaparlar.

Frank soyundan bir din adamı olan Odo de Deuil, İkinci Haçlı Seferi’nin mühim kroniklerinden birinin yazarı. Frank kralı 7. Lui’nin hem kâtibi hem de kraliyet râhibi olarak onunla birlikte yola çıkıyor ve her şeyi kayda alıyor. Yazdıklarını okuyunca Türkler hakkında hiç de olumlu ifadeler kullanmadığı görülüyor ve bu gayet normal. Çünkü Türk, bir Haçlı için baş düşman demek. Haçlı seferlerinin çıkış noktası, Türkleri Anadolu’dan ve mukaddes topraklardan söküp atmak değil mi zaten?

Kendilerini Antalya’ya zor attılar

Selçuklu Atabeyi Aksunguroğlu İmaduddin Zengi, uzun süredir Haçlıların elinde bulunan stratejik ehemmiyetteki Urfa şehrini 1144 yılında ele geçirince başta Papa olmak üzere bütün Avrupa tir tir titredi ve “Kudüs de elden gidecek” diye İkinci Haçlı Seferi için hazırlıklar başladı. Alman imparatoru 3. Konrad ile Frank kralı 7. Lui önderliğinde gerçekleşen bu sefere önce Alman imparatoru çıktı ve Eylül 1147’de soluğu İstanbul’da aldı. Bir ay sonra da onu Frank kralı izledi.

Anadolu’ya önce geçen Almanlar, 70 bini ağır zırhlı olmak üzere 100 bini bulan bir askeri güce sahipti. Bu güçle müthiş bir kibre kapılan Alman imparatoru, Eskişehir yakınlarında Selçuklular tarafından ağır bir baskın yedi ve ordusunun onda biri ancak kurtulabildi. Kendini derhal İstanbul’a atıp ülkesine kaçmaya yeltenen 3. Konrad, Frank kralı 7. Lui’nin gelişi ve kendisine yardımıyla sefere devam kararı aldı. Frank-Alman birleşik Haçlı ordusu, Türklerin korkusundan Ege sahil yolunu tutup Denizli üzerinden Antalya’ya ulaşmaya çalışsa da defalarca Türk baskını yedi ve perişan bir vaziyette zar zor kendini şehre atabildi.

Gelin bu macerayı Odo de Deuil’den dinleyelim:

“Antalya’da bolca erzak bulsak da ederinden çok pahalı. Elde kalan atlara gelince, onların hayatta kalmaları için lüzumlu arpa ve yulafı ne pahasına olursa olsun tedarik edemedik. Bizimkilerin çoğuna göre bunun sebebi, Greklerin kalleşliği. Otlak sorduğumuzda bize kıraç arazileri gösterdiler. Üstelik ellerinde bize verecek bir şeylerinin olmadığını söyleyip durdular.”

“Türklerin kılıcı bu kalleşlerden daha az tehlikeli”

Rahip Odo’nun vakayinamesi baştan başta Grekler diye andığı Bizans’ın kahpelikleriyle dolu. Anadolu’ya girdiklerinden itibaren Frankları bir parça ekmeğe muhtaç eden, onu da ancak bir ata karşılık verip soyup soğana çeviren Bizanslıları, Antalya’daki bir konuşmasında Frank kralı 7. Lui bakın nasıl anlatıyor:

“Babalarımızın şanına leke süremeyiz, ancak onlar buraya dek bizim görmediğimiz bir kolaylıkla geldiler. Konstantinopolis’i geçtikten sonra aradıkları hedefe ulaşıp hemen Türklerle karşılaştılar ve onların topraklarında şövalyeliği en yiğit şekilde icra ettiler. Kaleleri ve şehirleri ele geçirip her vakit zengin kaldılar. Fakat biz Türklerin yerine karşımızda Hristiyanlar olarak güya uzlaştığımız, oysa bizim felaketimiz olan düzenbaz Greklerle karşılaştık. Grekler, bizi aylaklık, tembellik ve düzenbazlıklarıyla aldatıp sahip olduğumuz neredeyse her şeyi harcattılar.”

Nitekim Frank askeri Antalya’da gördüğü eziyete dayanamaz ve 7. Lui’ye gelip şunu söyler:

“Türklerin kılıcı bu kalleşlerden daha az tehlikeli!”

“Ey bütün ihanetlerden daha zâlim merhamet”

Bizans valisi, bütün orduyu Antalya’dan Antakya’ya götürmek için söz verdiği halde sadece 7. Lui ve bir avuç asilzade için gemi ayarlar. Haçlı ordusunun büyük bölümü şehirde Bizanslıların insafına kalır. Bir parça ekmek için daha önce soyup soğana çevrilen, dolayısıyla satacak bir şeyi de kalmayan Frank askeri, şehir ahalisinin hizmetçisi haline gelir. Bunlar gücü kuvveti yerinde olanlardır. Açlıktan dermanı kalmayanlar ile hastalar âdeta ölüme terkedilir.

Türkler bu sırada Antalya’ya bir baskın yapar. Perişan halde ölümü bekleyen Haçlı askerini görünce merhamete gelen asil Türk kalbi, Bizanslıların aksine onlara iyi davranır, birçoğuna para verip yiyecek alabilmelerini sağlar. Ve Türkler şehirden çıkıp giderken o yardım ettikleri Haçlı askerinden 3 bin kadarı da Müslüman olarak Türklerin safına katılır. Oysa kimse onları buna zorlamış değildir. Onları Müslüman yapan, Hristiyan Haçlı askeriyken şerefli İslam askerine çeviren Türk’ün merhametidir.

Odo de Deuil, işte bu yüzden o meşhur cümleyi söyler:

“Ey bütün ihanetlerden daha zâlim merhamet!”

Türk’ün merhametine ne oldu?

Dün kalbi İslam’a karşı büyük bir hınçla dolu Haçlı askerini merhametiyle İslam’ın saflarına katan o Türk nerede...

Bugün kalbi Allah ve Resulü’nün (sav) sevgisiyle çarpan Gazzeli kardeşini alçak siyonistlerin zulmüne terkedip sadece ah vah ederek ekranlardan izleyen şimdiki Türk nerede...

Hayır, eline silah alıp Gazze’ye imdâda gitmekten bahsetmiyoruz.

Zaten onu yapacak yiğitler çoktan Çanakkale’de şehâdet şerbetini içip gittiler, uğurlar olsun.

Allah onların şefaatlerine bizi de nail eylesin diyeceğiz ama nail olabilir miyiz şu halimizle?

Onlar ölümün mukadder olduğunu bilerek bedenlerini siper ettiler bu vatan için.

Hiç baktın mı, kaç tane Gazzeli yiğit yatıyor Çanakkale’de?

Çanakkale vatandı onlar için.

Dedesi Çanakkale’de vatanı için şehid düşen Gazzeli kardeşini böyle terketmek İslam’a, insafa, iz’ana, insanlığa sığar mı?

Mevzu yiğitlik de değil...

Mevzu merhamet bugün.

Sadece bir parça ekmek, bir yudum su.

Bunu da yapamıyorsak...

Bunu da yapmaktan aciz kalıyorsak...

Vah olsun, eyvah olsun, yuh olsun hepimize!