“Dıj güjlere” selâm çakanlar

“Dıj güjlere” selâm çakanlar
“Dıj güjlere” selâm çakanlar

Her fırsatta “dıj güjler” diye kıs kıs gülerek bu ülkenin kavruk yüzlü insanlarına çamur atmaya çalışanların, ömürleri boyunca “dıj güjler”e selâm çakanlar olması tirajı-komik bir hâdise. Kendi köklerine ihanet edip Batı cenahına dalkavukluk yapanların, Amerika Afganistan’dan çekilirken yüzüstü bırakılan Afgan işbirlikçilerinden ibret alması gerekmiyor mu? Giderken kendilerini almayan Amerikan uçaklarının tekerleklerinden medet umanlar nasıl da patır patır yere çakılıp telef olmuştu. Hiçbir memleket insanının telef olmasını istemiyoruz. Bu toprağa aidiyet hissini pekiştirip, bu memleket için çalışan fertler görmek istiyoruz.

CHP, her zaman derin çelişkilerin ve ironilerin partisi olageldi. Sözde Cumhur’un, sözde halkın partisiydi ama özde hiçbir vakit Cumhur’un ve halkın partisi olmayı başaramadı. 102 yıllık cumhuriyet tarihinde gizli oy - açık tasnif yöntemiyle yapılan “dostlar alışverişte görsün” seçimlerinin tek parti dönemini hariç tutalım, Yüce Türk Milleti, CHP’ye asla ve kat’a tek başına iktidar yüzü göstermedi. Belki Yüce Türk Milleti’nin değil ama yabancı mahfillerde “Bizim çocuklar başardı” cümlesiyle alkışlanan askeri darbelerin, vesayetçi odakların demokrasi şampiyonu(!) ise her zaman CHP olageldi.

Yabancıların parmağı bulunan darbeler kime yaradı?

Dikkatinizi çekelim, Türkiye’de hiçbir darbe CHP iktidarına karşı yapılmadı. Bütün darbeler CHP muhalefette iken gerçekleşti. 27 Mayıs 1960 darbesi sâbık başbakan Menderes’i asarken İsmet İnönü’nün CHP’si o karambol ortamında bile tek başına değil ancak koalisyon ile iktidara gelebildi. 12 Mart 1971 muhtırası, muhalefet partisi CHP’nin Kocaeli milletvekili Nihat Erim’e yeni bir hükümet kurdurdu. Ardından yapılan seçimlerde CHP’ye gün doğdu, koalisyon ile iktidar yüzü gördü. 12 Eylül 1980 darbesi yapıldığında CHP yine muhalefet partisiydi. 28 Şubat 1997 “postmodern darbesi” CHP’nin ikizi olan “Karaoğlan Ecevit”in DSP’sine koalisyon yoluyla iktidar kapısını araladı. Sahi, 15 Temmuz 2016’daki FETÖ kalkışmasında darbeci askerlerin arasından sellemehüsselam geçip giden ana muhalefet partisi CHP’nin lideri Kılıçdaroğlu değil miydi?

Zaten tek parti dönemi olarak bilinen CHP iktidarının nasıl başladığına bakarsanız, muhtıra ve darbelerin niçin hep CHP zihniyetine çalıştığını rahatlıkla anlayabilirsiniz. Fakat her nedense Türk tarihinin dönüm noktalarından biri olan bu husus cumhuriyet tarihçileri tarafından ya hiç görülmez yahut üstünkörü geçilir. O vakit Ali Şükrü Bey cinayeti sonrasında yaşananların Birinci Meclis’in feshine, dolayısıyla mutlak CHP iktidarına nasıl yol açtığını detaylarıyla okumak da sizin vazifeniz ey aziz okur!

Girizgâhta ne demiştik? “CHP, her zaman derin çelişkilerin ve ironilerin partisi olageldi.” Sözü uzatıp sizi yakın tarihin mebzul örnekleriyle bunaltmaya hiç gerek yok. Bakınız 8 Eylül 2018’de zamanın muhalefet lideri, CHP genel başkanı Kılıçdaroğlu neler söylemiş?

“Kurtuluşun ve kuruluşun,

Dış güçlere boyun eğmeyenlerin,

Kula kulluk etmeyenlerin partisi,

Halkın Partisi CHP 95 yaşında.”

“Dış güçlere boyun eğmeyenlerin partisi” ifadesinin ne denli ağır bir çelişki ve ironi barındırdığı demin verdiğimiz darbe örnekleriyle daha da katmerleniyor. Türkiye’de yaşanan darbe süreçlerinin arkasında yabancı mihrakların ve de parmakların bulunduğu, siyasi yelpazenin bir ucundan diğerine bu ülkenin bütün kesimlerince müsellem bir husus değil mi? 12 Eylül darbesine giden yolda sabah sağcının elinde solcuyu vuran silah, akşam solcunun elinde sağcıyı vurmadı mı? Bu ülkenin pırıl pırıl gençleri birbirini katletsin diye o silahları ellerine tutuşturan yabancı istihbarat örgütlerinin aparatları değil miydi? 1977 Taksim Katliamı’nda Intercontinental otelinden meydandaki binlerce kişiye kurşun sıkanlar kimdi?

“Dış güçlere boyun eğmeyenlerin partisi” imiş? İlginç. Hiçbir darbe girişimi onların aleyhine olmamış bilakis sonrasında gelişen süreçler kendi lehlerine neticeler üretmiş. Dahası, başları sıkışınca kendi ülkelerini yabancılara şikâyet etmek mutat alışkanlıkları olmuş. The Economist, BBC ve The New York Times gibi yayın platformları elbette bunun için var.

Halkın tercihiyle iktidar olan Erdoğan’a bıkmadan, usanmadan her fırsatta “diktatör” yaftasıyla hırlayan, 2023 seçimlerini “en büyük seçim” olarak niteleyip “Demokrasiyi kurtar, oyunu ver, Erdoğan gitmeli” diyen The Economist’in CHP’nin şikâyet platformuna dönüşmesinden daha doğal ne olabilir?

Tesadüfe bakın ki, “dış güçlere boyun eğmeyen” Kılıçdaroğlu, dış dünyaya mesaj vermek için The Economist’i seçmişti. The Economist de “Kemal Kılıçdaroğlu Demokratik Bir Türkiye Artık Yakın Diyor” başlığıyla aldığı pası gole çevirmek istemişti. Peki, Kılıçdaroğlu nasıl bir mesaj vermişti?

“14 Mayıs'taki zafer, Türkiye'nin Batı’ya doğru istikametini yeniden eski haline kavuşturacaktır. Bu istikamet bir idealin yansımasıdır. Türkiye her zaman Batı'nın gururlu bir üyesi olacaktır. Türkiye tüm uluslararası kurumlarda Batı cenahının bir parçasıdır ve bu şekilde hareket etmeye devam edecektir."

Yani demek istiyor ki, “Sizi iplemediği için diktatör diyerek sürekli eleştirdiğiniz Erdoğan var ya, işte onu 14 Mayıs seçimlerinde perişan edip zafer kazanacağım. Eksen kayması ile Batı cenahının tasmalı maymunu olmaktan çıkıp kendine yeni bir istikamet çizmeye çalışan Türkiye’yi tekrar hizaya sokacak, sizin emirlerinize âmâde kılacağım.”

Halkın tercihiyle iktidar olan Erdoğan’a bıkmadan, usanmadan her fırsatta “diktatör” yaftasıyla hırlayan, 2023 seçimlerini “en büyük seçim” olarak niteleyip “Demokrasiyi kurtar, oyunu ver, Erdoğan gitmeli” diyen The Economist’in CHP’nin şikâyet platformuna dönüşmesinden daha doğal ne olabilir?
Halkın tercihiyle iktidar olan Erdoğan’a bıkmadan, usanmadan her fırsatta “diktatör” yaftasıyla hırlayan, 2023 seçimlerini “en büyük seçim” olarak niteleyip “Demokrasiyi kurtar, oyunu ver, Erdoğan gitmeli” diyen The Economist’in CHP’nin şikâyet platformuna dönüşmesinden daha doğal ne olabilir?

Kılıçdaroğlu bahsini uzatmaya gerek yok. Tıpkı 15 Temmuz FETÖ darbesinde görüldüğü gibi, Batılı haber ajanslarının pür dikkat kesilip canlı yayınlarla dünyaya duyurduğu ve ellerini ovuştura ovuştura netice almayı beklediği Gezi Parkı sivil darbe teşebbüsünde nerede durduğunu hatırlayalım yeter.

Batı cenahına teslimiyet, CHP’nin genlerinde var. En başından istikamet orası olarak belirlenmiş çünkü. Nitekim Özgür Özel’in 26 Mart’ta BBC’ye verdiği röportajda söyledikleri yüz yıllık ezberin günümüze yansımasından ibaret. Bu röportaja kızanlar, köpürenler olmuş. Hiç gerek yok hâlbuki. “Terk edilmişlik hissediyoruz” demek suretiyle CHP’nin yüzünü ısrarla niçin bu topraklara, bu toprakların kavruk suratlı insanlarına değil de Batı’ya dönük tuttuğunu ne de güzel ifade etmiş.

“Bütün Avrupa tepki gösterirken, İngiliz İşçi Partisi’nin, Starmer’ın bu konuda herhangi bir şey söylememesini gerçekten anlamıyoruz. Terk edilmişlik hissediyoruz. İstanbul’un Büyükşehir Belediye Başkanı’nı alıp hapse koyuyorlar ve İngiltere buna ses çıkarmıyor. O zaman bu nasıl dostluk, bu nasıl kardeş parti, bu nasıl demokrasiyi birlikte savunmak? Demokrasinin beşiği İngiltere ve bizim kardeş partimiz İşçi Partisi buna nasıl sessiz kalabiliyor? Gerçekten çok kırgınız.”

Benzer bir “terk edilmiş sendromu”nu İmamoğlu’nun 28 Mart’ta The New York Times’a yazdığı yazıda görüyoruz. “Türk Cumhurbaşkanı’nın En Büyük Rakibiyim. Tutuklandım” başlığıyla yayınlanan yazıda, İmamoğlu tıpkı Özgür Özel gibi hem Washington yönetiminin hem de Avrupalı liderlerin sessizliğinden şikâyet ediyor.

“Baskılara rağmen dayanışma işaretleri var. Türkiye’deki ve dünyanın dört bir yanındaki sosyal demokrat liderler ve belediye başkanları—Amsterdam’dan Zagreb’e—cesur ve ilkeli duruş sergileyerek bana destek verdi. Sivil toplum da geri adım atmadı. Peki, ya dünya genelindeki hükümetler? Onların sessizliği kulakları sağır edecek kadar yüksek. Washington yalnızca son tutuklamalar ve protestolar konusunda endişesini ifade etti. Çoğu Avrupa lideri güçlü bir tepki vermekten kaçındı.”

İflah olmaz The Economist, sütunlarını mağdur eş kontenjanından Dilek İmamoğlu’na açmayı unutmadı elbette. “Dilek İmamoğlu Erdoğan demokrasiyi yenemez diyor” takdimiyle sunulan yazının ilk paragrafı yıllarca The Economist’in diline pelesenk ettiği “Erdoğan diktatördür” temasını işliyor. Ne kadar şaşırtıcı, öyle değil mi?

“19 Mart sabahının erken saatlerinde eşim Ekrem İmamoğlu tutuklandığında, Türkiye genelinde milyonlarca kişi benimle aynı duyguyu paylaştı: yalnızca üzüntü değil, aynı zamanda ağır bir adaletsizlik hissi ve büyüyen bir öfke. Yirmi yılı aşkın bir süredir iktidarda olan mevcut hükümetin yönetiminde, ülke giderek daha otoriter bir yola sürüklenirken birçok insan bu duyguları yaşamak zorunda kaldı.”

Her fırsatta “dıj güjler” diye kıs kıs gülerek bu ülkenin kavruk yüzlü insanlarına çamur atmaya çalışanların, ömürleri boyunca “dıj güjler”e selâm çakanlar olması traji-komik bir hâdise. Kendi köklerine ihanet edip Batı cenahına dalkavukluk yapanların, Amerika Afganistan’dan çekilirken yüzüstü bırakılan Afgan işbirlikçilerinden ibret alması gerekmiyor mu? Giderken kendilerini almayan Amerikan uçaklarının tekerleklerinden medet umanlar nasıl da patır patır yere çakılıp telef olmuştu.

Hiçbir memleket insanının telef olmasını istemiyoruz. Bu toprağa aidiyet hissini pekiştirip, bu memleket için çalışan fertler görmek istiyoruz.

Şu sevimsiz “dıj güjler” muhabbeti de artık bitmeli...