‘Devletin malı deniz...’ Hikmet-İ Hükümetten kleptokrasiye

‘Devletin malı deniz...’ Hikmet-İ Hükümetten kleptokrasiye.
‘Devletin malı deniz...’ Hikmet-İ Hükümetten kleptokrasiye.

Şu günlerde sadece bizde değil başta Amerika olmak üzere birçok yerde demokrasiden kleptokrasiye yani hırsızlar rejimine geçiş yapılabildiğine dair tartışmalar yaşanıyor. Platon’dan Makyavel’e uzanan “Hikmet-i hükümet için her şey mübahtır” zihniyetinin varıp dayandığı yer burası galiba.

"Herkes bilir ki yasama önemli bir iştir. Fakat belli bir düzene oturmuş bir şehir, iyi çıkarılmış yasaların yürütülmesini beceriksiz yöneticilere bırakırsa, bu iyi yasalardan faydalanmaktan ziyade maskara olur. Dahası, bunların yüzünden şehirlerin başına olmadık zarar ve yıkımlar gelebilir."

Platon - Yasalar

Şark ikliminde Eflatun nâmıyla bilinen Yunan feylesofu Platon, iyi bir yönetimin olmazsa olmazını iki şeyden ibaret görür. Adaleti sağlamaya dönük iyi yasalar ve bu yasaları uygulayacak becerikli yöneticiler. Çoğu kez iyi yasalar yapmak bir beldeyi maskaralıklar ülkesine dönüşmekten kurtarmaya yetmez. Yasalar iki yüzü keskin bir kılıç gibidir çünkü. İşi bilenin elinde her türlü kötülüğü bertaraf edip ülkenin selâmetini temin ederken, beceriksizin elinde ülkenin geleceğini tehlikeye düşüren bir yıkım aracına dönüşür.

Bir site devleti yahut imparatorluk olsun farketmez, her hangi bir idare için beceriksiz yöneticilerden daha tehlikelisi de mevcuttur. Diyelim ki yönetici gayet beceriklidir, pek çok konuda eşsiz yeteneklere sahiptir ve fayda üretir. Fakat bu faydayı toplum için değil kendi şahsı için üretmeyi tercih eder. O vakit Platon’un teorisinin eksik yanı da ortaya çıkar. İyi bir yönetim için sadece iyi yasalar ve bunları uygulayacak becerikli yöneticiler bulunması yetmez. Becerikli bir yöneticinin aynı zamanda “iyi insan” olabilmesi gerekir.

Her türlü yalan ve hile mübah

Platon’dan günümüze dünyanın geçirdiği safahat incelendiği vakit, iyi insan yetiştirmenin yasa yapıcılar tarafından pek de ehemmiyet verilmeyen bir husus olduğu görülür. Yasalar “iyi insan” tipolojisinden ziyade “makbul vatandaş” tipolojisini dikkate alır. Burada aslolan, insanlık dışı kararlar alıyor olsa da sorgulama zahmetine girmeden mevcut yönetimin devamlılığını sağlayacak nitelikte “hemşehir/vatandaş” yetiştirmektir. Yöneticiler bunu temin için gerektiğinde her türlü yalana ve hileye başvurabilir.

Platon’un ideal yönetimi tasvir ettiği “Devlet”inde geçen şu diyalog bu hususun en bariz örneklerinden biridir:

- Devlet adamlarımız yönettikleri insanların yararına, yalana ve düzene başvurabilirler demiştik. Bu türlü yalanları da birer ilaç gibi yararlı saymıştık.

- Haklıydık böyle saymakta.

- Öyleyse, sağlık kadar önemli olan evlenme ve üretmede de aynı şeyi yapmakta haklı oluruz.

- Nasıl?

- Üzerinde anlaştığımız ilkelere göre, her iki cinsin de en iyilerinin en fazla, en kötülerinin de en az çiftleşmeleri gerekir. Ayrıca en kötülerin değil, en iyilerin çocuklarını büyütmeliyiz ki, sürünün cinsi bozulmasın. Bunun için başvurulacak çareleri yalnız devlet adamları bilmeli... Bence, evlenecekleri kurnazca tertiplenmiş kurallarla seçmeli. Böylece cinsleri iyi olmadığı için seçilmeyen mutsuz yurttaşlar devlet adamlarına değil, kaderlerine küsmüş olurlar.

Amerika olmak üzere birçok yerde demokrasiden kleptokrasiye yani hırsızlar rejimine geçiş yapılabildiğine dair tartışmalar yaşanıyor. Platon’dan Makyavel’e uzanan “Hikmet-i hükümet için her şey mübahtır” zihniyetinin varıp dayandığı yer burası galiba.
Amerika olmak üzere birçok yerde demokrasiden kleptokrasiye yani hırsızlar rejimine geçiş yapılabildiğine dair tartışmalar yaşanıyor. Platon’dan Makyavel’e uzanan “Hikmet-i hükümet için her şey mübahtır” zihniyetinin varıp dayandığı yer burası galiba.

Amerika bir kleptokrasi mi?

Şu günlerde sadece bizde değil başta Amerika olmak üzere birçok yerde demokrasiden kleptokrasiye yani hırsızlar rejimine geçiş yapılabildiğine dair tartışmalar yaşanıyor. Platon’dan Makyavel’e uzanan “Hikmet-i hükümet için her şey mübahtır” zihniyetinin varıp dayandığı yer burası galiba.

25 Mart’ta Foreign Policy dergisi için Georgetown Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Okulu Global Politika ve Güvenlik Eş Başkanı Profesör Jodi Vittori “Amerika Bir Kleptokrasi mi?” başlıklı uzun bir yazı kaleme aldı.

Vittori, bu yazıda bakın ne diyor?

“Federal hükümet harcamalarında dolandırıcılık ve israfın tamamen bulunmadığını iddia eden çok az kişi vardır. Geçtiğimiz yıl ABD Hükümet Hesap Verebilirlik Ofisi, federal hükümetin dolandırıcılık nedeniyle yılda 233 milyar ila 521 milyar dolar arasında para kaybettiğini ve kurumların son 20 yılda yaklaşık 2,7 trilyon dolarlık uygunsuz ödeme yaptığını tahmin etti.”

“Federal hükümet harcamalarında dolandırıcılık ve israfın tamamen bulunmadığını iddia eden çok az kişi vardır. Geçtiğimiz yıl ABD Hükümet Hesap Verebilirlik Ofisi, federal hükümetin dolandırıcılık nedeniyle yılda 233 milyar ila 521 milyar dolar arasında para kaybettiğini ve kurumların son 20 yılda yaklaşık 2,7 trilyon dolarlık uygunsuz ödeme yaptığını tahmin etti.”
“Federal hükümet harcamalarında dolandırıcılık ve israfın tamamen bulunmadığını iddia eden çok az kişi vardır. Geçtiğimiz yıl ABD Hükümet Hesap Verebilirlik Ofisi, federal hükümetin dolandırıcılık nedeniyle yılda 233 milyar ila 521 milyar dolar arasında para kaybettiğini ve kurumların son 20 yılda yaklaşık 2,7 trilyon dolarlık uygunsuz ödeme yaptığını tahmin etti.”

Başkanlık seçimi sürecinde Biden yönetiminin beceriksizliği üzerine sert sataşmalar yapan Trump’ın yolsuzluk konusuna da sık sık vurgu yaptığı biliniyor. DOGE (Hükümet Verimliliği Departmanı) diye yeni bir birim kurup Elon Musk’ı başa getirmesinin sebebi de bu zaten. Trump, Amerikan devlet hazinesinin Demokratlar tarafından yağmalandığı fikrinde. İşe bakın ki, Demokratlar da onun hakkında benzer kanaatleri paylaşıyor.

Bu meyanda sâbık başkan Joe Biden’ın ulusa veda konuşmasında "Amerika'da bir oligarşi şekilleniyor" cümlesini ve de Senatör Bernie Sanders’ın “Trump yönetimi ülkeyi hızlı bir şekilde bir kleptokrasiye doğru götürüyor" tespitini bir kenara not edelim.

Ayrıca hatırlanırsa Trump’ın yemin etme törenine Amerika’nın, hatta dünyanın en zenginleri olan Elon Musk, Jeff Bezos, Mark Zuckerberg, Sundar Pichai, Sam Altman, Tim Cook gibi milyarder işadamlarının katıldığını biliyoruz. Bazı uzmanların bu durumu “Trump Amerikasının Yeni Oligarkları” olarak yaftaladığı da herkese mâlum.

Gelelim ülkemize...

Nicedir “Küçük Amerika” olmayı kendine hedef belleyen Türkiye’de Jodi Vittori’nin Amerika için sorduğu soruyu artık birilerinin sormasının vakti gelmedi mi? Yıllardır kör-topal yoluna devam eden demokrasimizin fena halde kleptomani (hırsızlık yapmadan duramama hali) semptomları gösterdiğini, demokrasi olarak vehmedilen bizdeki rejimin aslında bir “kleptokrasi” olduğunu sahi ne zaman farkedeceğiz?

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde yapılan onca vurgunun kendi seçmen kitlesinde bulduğu yankı da mı bizi derin uykumuzdan uyandırmaya yetmiyor? Küçüğünden büyüğüne, fakirinden zenginine kolektif bir çalma kültürünü “devletin malı deniz, yemeyen domuz” mottosuyla yücelten ve her türlü ideolojik kamplaşmanın ötesinde bir buluşma noktası telâkki eden şu topluma ne demeli?

Dünyaca meşhur Ipsos Kamuoyu Araştırma Şirketi’nin “Kesinlikle Tanrıya veya Yüce Bir Varlığa İnanıyorum” anketinde yüzde 93 ile birinci gelen Endonezya’nın ardından yüzde 91 ile ikinci gelen bir ülkenin, gırtlağına kadar hırsızlığa, kamu malını çalmadan duramama hastalığına yakalanmış olmasını Allah aşkına neyle izah edeceğiz?
Dünyaca meşhur Ipsos Kamuoyu Araştırma Şirketi’nin “Kesinlikle Tanrıya veya Yüce Bir Varlığa İnanıyorum” anketinde yüzde 93 ile birinci gelen Endonezya’nın ardından yüzde 91 ile ikinci gelen bir ülkenin, gırtlağına kadar hırsızlığa, kamu malını çalmadan duramama hastalığına yakalanmış olmasını Allah aşkına neyle izah edeceğiz?

Kamu malı yiyeni şehid olmak bile kurtarmıyor

Dünyaca meşhur Ipsos Kamuoyu Araştırma Şirketi’nin “Kesinlikle Tanrıya veya Yüce Bir Varlığa İnanıyorum” anketinde yüzde 93 ile birinci gelen Endonezya’nın ardından yüzde 91 ile ikinci gelen bir ülkenin, gırtlağına kadar hırsızlığa, kamu malını çalmadan duramama hastalığına yakalanmış olmasını Allah aşkına neyle izah edeceğiz?

Hem Allah’ın varlığını-birliğini tasdik edip hem de Allah ve Resulü’nün en nefret ettiği, bağışlanması kesinlikle imkânsız bir suçu işlemekten geri durmayan insanlar olmayı gerçekten nasıl başarıyoruz, lütfen âkil biri bunun izahını yapsın hepimize.

Hikmet-i Hükümeti “iyi insan”a yatırım yapmak telâkki eden bir Peygamber’in (a.s) ümmeti olarak, Platon ve Makyavel gibilerinin zihniyetiyle her şeyi mübah gören bir kleptokrasiye ne ara çabucak geçiş yaptık?

Kamu malını yemenin ne demek olduğunu hep birlikte daha iyi anlayalım diye size üç hadis-i şerifi nakledeceğiz.

İlk hadis

Tirmizi hariç Kütüb-i Sitte rivayeti olarak Ebu Hureyre (r.a)'den nakledilmiştir:

"Hz. Peygamber (a.s) ile Hayber Savaşı'na çıktık, Allah bize fetih ihsan etti. Bu fetihte altın-gümüş değil, sadece eşya, yiyecek ve giyecek maddelerini ganimet olarak aldık. Sonra Vadi'l Kura'ya gittik. Hz. Peygamber (a.s)'in yanında Dubeyboğullarından Rifâ'a bin Zeyd isimli kölesi vardı. Bu köleyi ona Cüzamoğullarından biri hibe etmişti. Vadiye indiğimiz sırada bu köle kalkıp devesinin üstündeki rahleye oturacakken bir ok isabet etti ve oracıkta öldü. Bunun üzerine biz:

‘Ya Rasülullah! Ona şehadet mübarek olsun’ dedik.

Allah’ın Resulü (a.s):

‘Hayır, Allah'a yemin ederim ki Hayber Savaşı'nda taksim edilmemiş ganimetlerden aldığı bir semle (kısa örtü), onun üstünde alev alev yanmaktadır’ buyurdu.

Ravi der ki :

"Bu sözü duyanlar korktu, bir zat elinde pabuç tasmasıyla gelip:

‘Ya Rasülullah! Ben bunu Hayber günü almıştım’ dedi.

Bunun üzerine Allah’ın Resulü (a.s) şöyle buyurdu:

“Ateşten bir pabuç tasması.”

İkinci hadis

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde yapılan onca vurgunun kendi seçmen kitlesinde bulduğu yankı da mı bizi derin uykumuzdan uyandırmaya yetmiyor? Küçüğünden büyüğüne, fakirinden zenginine kolektif bir çalma kültürünü “devletin malı deniz, yemeyen domuz” mottosuyla yücelten ve her türlü ideolojik kamplaşmanın ötesinde bir buluşma noktası telâkki eden şu topluma ne demeli?
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde yapılan onca vurgunun kendi seçmen kitlesinde bulduğu yankı da mı bizi derin uykumuzdan uyandırmaya yetmiyor? Küçüğünden büyüğüne, fakirinden zenginine kolektif bir çalma kültürünü “devletin malı deniz, yemeyen domuz” mottosuyla yücelten ve her türlü ideolojik kamplaşmanın ötesinde bir buluşma noktası telâkki eden şu topluma ne demeli?

Ebu Davud, Abdullah bin Amr bin el-As (r.a)'dan rivayet etmiştir :

"Bir ganimet ele geçirilince Allah’ın Resulü (a.s) Hz. Bilal'e emir verir, o da yüksek sesle duyurur, askerler de ganimet olarak ne ele geçirmişse getirip teslim ederdi. Hz. Peygamber de (a.s) önce beşte birini beytülmal hakkı olarak alır, sonra geri kalanı taksim ederdi.

Bir gün, Hz. Bilal'in ilanından sonra bir adam kıldan bir yular getirip:

"Ey Allah'ın Resulü! Ganimet olarak biz de bunu ele geçirmiştik" dedi.

Resulullah (a.s):

"Sen üç kere seslendiği vakit Bilal'i işitmedin mi? O zaman niye getirmedin?" dedi.

Adam Rasülullah (a.s)'a (geçerli olmayan) özürler beyan etti. Bunun üzerine Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurdu:

"Hayır! Bunu senden kabul etmiyorum. Kıyamet günü sen bununla birlikte geleceksin."

Üçüncü hadis

Taberani’nin Ebu Zerr’den (r.a) rivayeti olup ravilerin tümü güvenilirdir.

Allah Resulü (a.s) buyurdu ki:

"Şayet ümmetim ganimetten (kamu malından) çalmazsa, düşman onların karşısına ebediyyen dikilemez."

Hadisi nakleden Ebu Zerr, yanındaki Habib bin Mesleme'ye sordu:

"Düşman sizinle savaşırken karşınızda bir koyunun süt sağımı kadar direnç gösteriyor mu?"

O da: "Evet, üç sütlü koyunu sağacak kadar" diye cevap verdi.

Bunun üzerine Ebu Zerr:

"Kâbe'nin Rabbi'ne yemin olsun ki, siz ganimetten çalıyorsunuz" dedi.