Bugün Gazze için ne yaptın?

Bugün Gazze için ne yaptın?
Bugün Gazze için ne yaptın?

Gönül ötesini talep ediyor ama aklın ihtar ettiği husus apaçık: Ya ümmetin hurucu olacak bu Gazze Gazası veya gurûbu. Bu huruç da, gurûb da ümmetin ümmetliğini idrakine bağlı. Gazze zamanımızın müslümanlarının turnusol kâğıdı. Her kim bu mevzuda elinden geleni ardına koyuyorsa onun vay hâline! Hepimizin nefsimize sorması lâzım gelen suâl: Bugün Gazze için ne yaptın? Bugün ne hayır işledin Gazze için?

Hiçbir vicdan Aksa Tufanı’ndan beri Gazze’de yaşananları makûliyet çerçevesinde izah edemez.

Hangi ahlâk anlayışına mensup bulunursa bulunsun ve nasıl bir vicdan taşırsa taşısın, bir insan orada yaşanan vahşeti, dehşeti, zulmü, alçaklığı, kalleşliği ve gayri insaniliği, ne kendisine, ne de bir başkasına makûl ve insicamlı bir tarzda izah edebilir. Sadece şu iki ‘insan’ müstesna: siyasetçi ve yahudi.

Hayata serapa siyasi bir gözlükle bakmayı itiyat belleyen gafilleri de bu siyaset esnafına eklemekte bir beis yoktur. Her iki cihanda da menfur bir güruhtur bunlar. Bu öbekteki ‘insan’ tipleri, acziyetini ve kifayetsizliğini örtmek maksadıyla, mezkûr zulme karşı sükûtu için ya allem edip kallem edip kırk dereden su getirerek akılalmaz mazeretler uyduracaktır veya menfaatine halel getirecek işlere bulaşmamasına dair bulduğu mazeretlerle kargaları dahi güldürecektir.

Öbür tayfa ise sapık itikadını ve mel’ûn ibadet anlayışını perdelemek için nice martavallar okuyacaktır. Meselâ gözümüzün içine baka baka Gazze Şeridi’nin aslında ne kadar da güzel bir yer olduğundan ve oraların nasıl da kıymet arzeden arazi mahiyeti taşıdığından bahsedebilecektir; şu koccca ‘İslâm âlemi’nin aklıyla alay edercesine. Güzelliği ve arsa kıymeti bakımından Gazze’ye çökmenin kendilerinde bir hak olduğunu söylemekten ne diye utansınlar ki! Karşılarında, onları utandıracak kifayette bir muhatapları mı var sanki? Zamanımızın inceler incesi meselesi, müslümanların ezilmesi değil, adeta yokluğu; yokluğu ve hükümsüzlüğü.”

Müslüman idareciler ve küffar

Küffarı böylesine hayasızlaştıran saik ile dünyanın farklı yerlerindeki müslümanların başında bulunan idarecilerin bu kayıtsız küstahlığının sebepleri farklı olsa dahi ahlâki yozlaşmışlığı bir ve aynı. Ve o mahut idareciler, tebaalarındaki ahalinin gözünün içine baka baka, aynı teraneyi dillendiriyorlar: “Biz Gazze’ye görünür ve görünmez yollardan yardım ediyoruz.” Üç aşağı, beş yukarı müslümanların idarecisi her kişi bu manâda lâflar ediyor ama Gazze ahalisi, yani bu asrın en şerefli insanları, açlıktan, susuzluktan ve bilumum imkânlardan mahrum bir şekilde şehadeti bekliyor. Ama müslümanların idarecileri, görünür ve görünmez şekillerde gece-gündüz Gazze’ye yardım ediyor-..muş. Siyasilerimizin bahsettiği bu yardımlar Gazze yerine Mars’a mı gidiyor da Gazzeliler susuzluktan ölüyor?

Doğrusu böyle martavalları siyasetçilerden, hele de müslümanları idare eden siyasetçilerden duymak kimseyi şaşırtmıyor. Dünyanın farklı coğrafyalarındaki müslüman ekseriyetin arasından birilerinin de çıkıp “İyi ama efendim, siz bize Gazze’ye ettiğiniz görünür bir yardımı gösterin de biz öbür görünmez yardımlara inanalım.” demiyor; diyemiyor. Asıl şaşırtıcı husus bu. Hayır, iki buçuk milyar müslümanın ekserisi böyle bir sözü söyleme hak, imkân ve ihtiyarından mahrum bırakıldığı için değil, böyle düşünmeyi menfaatine aykırı bulduğundan bu soruyu soramıyor. Çünkü böyle düşündüğü, idarecisine umudunu dillendirdiği takdirde, o umudun kendisine de kimi mes’ûliyetler yükleyeceğinin farkında ve o mes’ûliyetleri üstlenmektense gününü gün etmenin derdinde.

Herkes zulme seyirci

İzahtan vareste bu vaziyet, iki buçuk milyar müslümanın ve sekiz milyar insanlığın gözü önünde yaşanıyor. Üstelik bir-iki gün değil, bir buçuk seneyi aşkın bir vakittir. Hepimiz bu zulmün seyircisiyiz. Kimimiz zevk duyuyoruz bu zulümden, kimimiz biraz üzülüyor ve çabucak unutuyoruz hüznümüzü; pek azımızsa sahiden kahrolmakta.

Hani hem insanatın, hem de hayvanatın hasselerininin birbirlerinden mahiyet, muhteva ve kudret bakımlarından farklı miktarda hudutları var ya... Meselâ kulaklarının hassasiyetiyle maruf köpeğin bile duyacağı sesin asgari ve azami bakımlarından sınırları var ve bir sada o sınırı aştığında hayvan o sesi duyamaz ya; işitme iktidarı yetmez buna. İşte o hesap, müslümanların da Gazze’de yaşanan zulmü hissetme ve paylaşma sınırı aşılmış gibi görünüyor. Öyle bir lakâydilik.

Hâlbuki Gazze için bir şey yapmak demek, ümmet için hayırlı bir iş yapmak demek. Aynı zamanda da ahiret için. Ama yaşadığımız devirde ne yazık ki ekserimiz, kendimizi tam zıddı zannetsek de ya kısmen veya tamamen materyalistiz.

Bu tespitle elbette “Müslümanlar materyalist dünya görüşüne taraf oldu.” demiyorum; ilkece hepimiz materyalizme esastan karşıyız. Ama lâfta. Hakikatte yani icraatta, iş başkalarıyla, kendimizle ve dünyayla muameleye geldiğinde ne yazık ki en koyu materyalistten daha fazla dünyaperver hâline geldik de farkında bile değiliz. Dünya ile aramızdaki göbek bağımız bu kadar kalın ve bunca kavi olmasaydı yahudiler bizi böylesine zelil bir derekeye iteleyebilir miydi?

Tuhaf değil mi, bütün dünyalıklar onlarda. Dünyanın en zenginleri daima onlar ama bize kalansa dişe gelir miktarda dünyalık bile değil, ancak dünya muhabbeti... Gel de hayret etme bu manzaraya: Bize vaadettiklerine kanıp da bereket yerine dünyalığı talep eder hâle geldik ama elimizdeki tek şey, dünyalık değil de sadece onun tutkusu, muhabbeti ve iştiyakı. Hayali yani. Dünyalığın hakikati onlarda, hayali bizde ve bizi yavru bir kedinin bir yumakla oynatılması gibi dünyalıkla oyalıyorlar -Hususen de idarecilerimizi.- ama neticede dünyanın bütün varidatı ve maddiyatı onlarda. Bize kalansa teselliler ve hayal kırıklıkları. Hem ahiretimizden oluyoruz böylelikle, hem de dünyamızdan.

Gel de şaşma bu alışverişe. Yahut verip de alamayışa.

Gazze’yi doğru hissetmek

En azından Gazze hüznüyle mahzunlanabilmeliyiz. Orada hunharca katledilen kardeşlerimizin acısını hissedebilmeli ve mel’ûn kavme kalben buğzedebilmeliyiz. Bu kadarcığına malikiz çünkü.

Gönül ötesini talep ediyor ama aklın ihtar ettiği husus apaçık: Ya ümmetin hurucu olacak bu Gazze Gazası veya gurûbu. Bu huruç da, gurûb da ümmetin ümmetliğini idrakine bağlı.

Hepimizin nefsimize sorması lâzım gelen suâl:

- Bugün Gazze için ne yaptın?

- Bugün ne hayır işledin Gazze için?

- Oradaki mazlumlara dua ettin mi?

- Sadece kuru kuru dua etmek, senin mümin mes’ûliyetini bertarafa iktifa eder mi?

- Kassam’ın muzafferiyeti için lâfzi duanın ötesine geçebildin mi?

- Unuttuğumuz, bize unutturulan ve bizim de unutmaya teşne bulunduğumuz şehadet şuurunu içinde canlandırmaya teşebbüs ettin mi?

- Boykottan fire verdin mi?

- İnandığını iddia ettiğin Rabb’inin lânetlediği kavme buğzunu arttırdın mı?

- Etrafındakilere yahudinin denaetini kâfi miktarda anlattın mı?

- Elinden ne kadarı geliyorsa onu ardına koymadın mı yoksa müslümanların idarecileri gibi sadece goygoy yapmakla mı yetindin?

- Çektiğin nutuklarla muhataplarını kandırdın, onca zamandır benzer martavalları okuya okuya kendini de kandırdın diyelim. Peki, ama ya Rabbini? O’nu da mı kandırdığını zannediyorsun?

Gazze zamanımızın Müslümanlarının turnusol kâğıdı. Her kim bu mevzuda elinden geleni ardına koyuyorsa onun vay hâline!

Bugün Gazze için bir şey yapmayan, yarın rûzı mahşerde ne yapacak?

Gazze Türkiye’yi bekliyor; hem de uzun vakitlerdir. Peki, Türkiye neyi bekliyor?