Bizi kim gözetliyor?

Palantir Technologies, adını J.R.R. Tolkien’in “Yüzüklerin Efendisi”nden alan bir teknoloji devi. Her gün devasa boyutlara erişen veriyle doyurulmaya çalışılan bu dev, modern dünyanın en etkili ve en tartışmalı gözetleme makinelerinden biri haline geldi. Kurucusu Peter Thiel’in “demokrasinin teknolojiyle yeniden inşası” vizyonu, gerçekte kişi mahremiyetinin sonu ve devletlerin artan dijital bağımlılığının başlangıcı oldu. Thiel, açıkça “demokrasiyle çok fazla zaman kaybettiğimizi” söyleyen, özgür piyasa fanatiği ve teknolojik otoriterlik yanlısı bir figür. Palantir ise onun bu felsefesinin en güçlü aracı.

2000’li yılların başında, Kaliforniya’daki evlerin garajından doğan birçok teknoloji şirketi dünyayı değiştirdi. Ancak bazıları yalnızca alışkanlıklarımızı değil, mahremiyet algımızı, devletle ve toplumla ilişkimizi, siyasi tercihlerimizi hatta demokratik süreçleri bile etkiledi. Palantir Technologies, işte tam da insanlığa bu şekilde etki eden bir şirket.
Peter Thiel’in girişimi ve CIA’nin yatırım fonu In-Q-Tel’in sermayesiyle 2003’te kurulan Palantir, “düşünceyi gözetleyen” bir yazılım şirketi olarak devletlerin dijital uzantısına dönüştü. Şirketin amacı basitti ama ürkütücüydü: Devasa veri setlerini analiz ederek şüpheli davranışları öngörmek ve istihbarat teşkilatlarına dijital bir kristal küre sunmak.
Şirket, ABD Savunma Bakanlığı ve istihbarat teşkilatları için terörle mücadelede kullanılan veri analiz yazılımları geliştirdi. Ancak bugün “Yüzüklerin Efendisi”ndeki her şeyi gören büyülü taşlardan adını alan Palantir’in yazılımları yalnızca terör şüphelilerini değil, göçmenleri, sosyal yardım alan vatandaşları, hatta hastane kayıtlarındaki hasta verilerini izlemek için kullanılıyor. FBI, CIA, ICE (Göçmenlik ve Gümrük Uygulama Dairesi) gibi kurumlar, Palantir’in algoritmalarına güvenerek kararlar alıyor. Bu durum kamu kurumlarının yalnızca teknoloji kullanımından öte; devlet gücünün, özel bir şirkete devredilmesi.
Dijital gözetimin yeni imparatorluğu
Kurucuları tarafından "dünyanın en kritik kurumlarının en karmaşık sorunlarını çözmeye" adanmış olan Palantir'in yazılımları, çok kısa bir sürede Amerikan istihbarat teşkilatlarının ve kolluk kuvvetlerinin dijital omurgasına dönüştü. 11 Eylül sonrası dönemde devletlerin güvenlik açlığı, Palantir’in iştahına birebir denk düştü. Şirket, Afganistan'dan Los Angeles’a kadar her yerde kullanıldı; savaş sahalarında düşman takibi yaparken şehirlerde vatandaş profillemesi gerçekleştirildi.

Palantir’in Gotham ve Foundry platformları, trilyonlarca veri noktasını birleştirerek “gizli bağlantılar” ortaya çıkarma iddiasıyla hareket ediyor. Ancak bu bağlantılar, genellikle bağlamdan mahrum. Dünyanın dört bir yanından gelen muazzam ve karmaşık veri kümeleri (iletişim kayıtları, finansal bilgiler, seyahat verileri, sosyal medya etkinlikleri, sağlık bilgileri, kamu kayıtları ve çok daha fazlası) birleştirilip analiz ediliyor. Bir kişinin, terör örgütü bağlantısı olan bir kişiyle aynı mahallede yaşaması veya aynı marketten alışveriş yapması da “şüpheli” konumuna düşmesine sebep olabiliyor. Bu da yazılımın arkasındaki algoritmanın adâletten çok, tahmine dayalı bir önyargı makinesi haline geldiğinin göstergesi aslında. Yazılımlar özellikle siyahi, Latin kökenli, Müslüman ve göçmen topluluklarda haksız şekilde daha fazla izleme yaparak ayrımcılığı körüklüyor.
Devletlerin Palantir gibi özel şirketlere olan bağımlılığı da süreçle arttı. Artık bir ülkenin istihbarat kapasitesi, yazılım lisansına ve veri işleme algoritmalarına endekslenmiş durumda. Bu kırılganlık, ulusal egemenliğin dijital bağımlılık yoluyla erozyona uğraması mânâsına geliyor. Üstelik Palantir yalnızca ABD ile sınırlı değil; İngiltere, Fransa, Almanya gibi ülkelere de yazılım sağlıyor. Her biri kendi vatandaşlarını izlemek için aynı Amerikan şirketine güveniyor.
Avrupa bir Amerikan şirketine teslim oluyor
ABD merkezli bir yazılım firmasının, Avrupa’nın kamu sektörlerine bu denli derinlemesine nüfuz etmesi başlı başına çarpıcı. Avrupa Birliği’nin yıllardır dillendirdiği “dijital egemenlik” hedefi, Palantir’in yükselişiyle adeta bir parodiye dönüşüyor.
Şirket, İngiltere Ulusal Sağlık Servisi (NHS), Almanya Savunma Bakanlığı, Fransa İçişleri Bakanlığı ve Avrupa Sınır ve Sahil Güvenlik Ajansı (Frontex) gibi birçok devlet kurumu ile çalışıyor. Bu kurumlar, göçmen kontrolünden sağlık veri analizine kadar geniş bir yelpazede Palantir altyapısını kullanıyor.
Bu gelişmeler, Avrupa’nın özel yaşamın korunmasına dair iddialarıyla çelişiyor. GDPR (General Data Protection Regulation/ Genel Veri Koruma Tüzüğü) gibi güçlü veri koruma yasalarıyla övünen bir kıta, aynı zamanda veriyi işleme ve analiz etme yetkisini bir Amerikan gözetim şirketine devrediyor. Hem de çoğu zaman kamuoyundan gizlenmiş sözleşmelerle.

Sağlık verisi ticarileşiyor
Pandemi döneminde Birleşik Krallık, Palantir ile sağlık verilerinin analizi için büyük ölçekli bir anlaşma yaptı. Başlangıçta “geçici ve kriz anına özel” olduğu söylenen bu işbirliği giderek kalıcı hale geldi. Palantir, NHS’nin 500 milyondan fazla sağlık kaydını işleyecek bir “veri platformu” inşa ediyor. Bu sistem yalnızca kamu sağlığı amaçlı değil, aynı zamanda yapay zekâ temelli hastalık öngörü sistemleri, sağlık politikalarının yeniden yapılandırılması ve hatta özel sektör işbirlikleri için kullanılabilecek.
Bu durum, kişisel verinin yalnızca sağlık hizmetine değil, potansiyel olarak sigorta şirketlerine, ilaç devlerine ve algoritmik skorlama sistemlerine aktarılabileceği anlamına geliyor. Şeffaflık ise yok denecek kadar az. İngiliz kamuoyunun bu konuda bilgilendirilmemesi, Avrupa demokrasileri için tehlikeli bir emsal teşkil ediyor.
Palantir’in Fransa’daki faaliyetleri de giderek derinleşiyor. Şirket, İçişleri Bakanlığı ve polis teşkilatlarına analiz altyapısı sağlıyor. 2015 Paris saldırılarının ardından artan terörle mücadele çabaları, şirketin Avrupa’ya girişine kapı araladı. Fransa gibi görece yüksek veri koruma hassasiyetine sahip bir ülkenin, şüpheli davranış modellemeleri gibi son derece tartışmalı bir yöntemi Amerikan bir yazılımla yürütmesi, etik açıdan büyük bir kırılma.
Bu tür sistemler yalnızca fiili suçları değil, potansiyel tehditleri “öngörmeye” çalışıyor. Ancak bu tahminler, algoritmalara ve geçmiş verilere dayanıyor. Ve ne yazık ki bu veriler, sınıfsal, etnik ve sosyoekonomik önyargılarla yüklü.
Göçmenlere algoritmik takip

Palantir, Avrupa Sınır Güvenliği Ajansı Frontex ile yaptığı anlaşmalar kapsamında, göçmen hareketlerini izleyen ve modelleyen sistemler sağlıyor. Bu durum, mülteci krizlerini “veri sorunu” olarak görmeye başlayan Avrupa politikalarının bir uzantısı.
Göçmenlerin dijital olarak etiketlenmesi, sınıflandırılması ve takibe alınması, insan hakları bağlamında ciddi sorunlar doğuruyor. Özellikle AB dış sınırlarında yaşanan hak ihlalleriyle birlikte düşünüldüğünde, Palantir'in sistemleri göçmen karşıtı politikaların teknik ayağına dönüşüyor.
Palantir’in Avrupa’daki yükselişi sadece teknolojik değil; aynı zamanda siyasal bir mesele. Şirketle yapılan birçok anlaşma, ihalesiz ya da olağanüstü koşullarda gerçekleşiyor. İngiltere’de bile milletvekilleri NHS-Palantir anlaşmasının detaylarına erişmekte zorlandı. Almanya’da benzer şekilde, Savunma Bakanlığı ile yapılan işbirliğinin detayları kamuoyuna açıklanmadı.
Bu tür uygulamalar, vatandaşın devlet üzerindeki denetimini zayıflatıyor. Mahremiyet, yalnızca teknik bir mesele değil; aynı zamanda savunulması gereken çok önemli bir hak ve Palantir’in dünyanın farklı ülkelerindeki faaliyetleri, bu hakkın sistemli şekilde aşındırıldığını gösteriyor.
Çok acayip ikili: Thiel ve Karp
Bu distopik yapı, Peter Thiel ve Alex Karp’ın kişisel profillerinde de somutlaşıyor. Thiel, “libertaryen” söylemiyle birey özgürlüğünü savunur gibi yaparken, devletlere mahremiyet ihlali araçları pazarlıyor. Avrupa’da veri koruma yasalarını “verimsiz” bulan açıklamaları, şirketin yaklaşımını da özetliyor.
Facebook’un ilk yatırımcılarından olan Thiel, kullanıcı verilerinin ticarileştirilmesinin mimarlarından biri. Aynı zamanda Donald Trump’ın danışmanlarından biri olarak göçmen karşıtı, otoriter politikaların sahne arkasında yer aldı. Teknolojik distopyaları eleştiren ama onları inşa etmekten geri durmayan bir karakter.


Thiel’in Palantir aracılığıyla yaptığı şey, birey mahremiyetini metalaştırmak ve devlet mekanizmalarını gözetim teknolojilerine bağımlı kılmak. Bir yandan devlete karşı bireyin haklarını savunurken, diğer yandan devletlere bu hakları ihlal etmenin araçlarını satıyor. Bu çelişki sadece ideolojik değil, ahlaken de sakat.
Palantir’in CEO’su Alex Karp, Stanford mezunu, sosyal teori doktoralı, entelektüel bir figür. Kendini “sol görüşlü” olarak tanımlasa da yönettiği şirket dünyanın en büyük gözetim altyapılarından birini sağlıyor. Karp, kamuya yaptığı açıklamalarda Palantir’in “daha güvenli bir dünya” yarattığını savunsa da bu güvenlik anlatısı, mahremiyetin ve sivil özgürlüklerin sistematik olarak budanması pahasına inşa ediliyor.
Bu ikili, gözetim çağının mükemmel temsilcileri: Biri ideolojik meşruiyet, diğeri kültürel ambalaj sunuyor.
Şeffaflık yok, hesap soran yok
Palantir kapalı bir kutu. Kamu kaynaklarıyla yapılan sözleşmelerin detayları nadiren açıklanıyor. Üstelik şirketin yazılımlarının nasıl çalıştığı, hangi algoritmalarla kararlar verdiği, hangi veri setlerini kullandığı kamu denetimine kapalı.
Bu durum, “algoritmik adalet” tartışmalarını doğuruyor. Zira Palantir’in yazılımları, çoğu zaman suç eğilimini “tahmin” etmeye çalışan modeller üzerine kurulu. Bu tahminler ise tarîhî olarak peşin hükümlü verilerle besleniyor. Netice ise belirli etnik, sosyoekonomik ya da coğrafi grupların sistematik olarak hedef alınması.
Palantir sadece teknoloji sağlayan bir şirket değil, aynı zamanda devletin karar alma süreçlerine müdahale eden, toplumsal yapıyı şekillendiren bir güç odağı haline geldi. Ancak bu güç, hiçbir bilindik denetim mekanizmasına tâbi değil.
Palantir, özel sektör ile kamu arasındaki sınırları da silikleştiriyor. Eski CIA ajanları, NSA mühendisleri ve Pentagon danışmanları Palantir’de kilit görevlerde yer alıyor. Bu insan sirkülasyonu, devlet içi bilgilerin özel şirketlere sızmasına ve karar alma süreçlerinin özelleşmesine neden oluyor.
Silikon Vadisi'nin militarize edilmiş versiyonu olarak Palantir, teknolojinin kamu yararına değil, kurumsal ve güvenlikçi çıkarlar için kullanıldığı bir distopyayı temsil ediyor. Ve bu distopya sessizce büyüyor.
Daha da rahatsız edici olan, Palantir’in askeri ve istihbârî alanlardaki başarısının, şirketin sivil alana geçişini hızlandırması. Artık hastanelerde hasta ölümlerini tahmin etmek, şehirlerde trafiği yönetmek, hatta doğal afetlerde yardım dağıtımını planlamak gibi “iyi niyetli” projelerde bile Palantir var. Ancak bu projeler şirketin devlet kurumlarına olan bağımlılığını derinleştirdikçe bir dönüm noktası kaybediliyor: Kamu hizmeti mi, yoksa veri sömürüsü mü yapıldığı artık ayırt edilemiyor.
İsrail’in Gazze’de soykırım ortağı

Palantir Technologies’ın İsrail ordusu (IDF - Israel Defense Forces) ile yakın işbirliği yaptığı ve bu işbirliğinin özellikle büyük veri analizi, hedef belirleme ve istihbarat toplama süreçlerine entegre edildiği yönünde ciddi iddialar ve deliller mevcut.
2023 Ekim ayından itibaren israilin Gazze’ye yönelik saldırılarında, Palantir’in yazılımlarının IDF tarafından kullanıldığına dair raporlar zaman zaman gündeme geldi. Özellikle The Guardian, Wired ve The Intercept gibi uluslararası medya organları, Palantir’in “Gotham” adlı yazılımının, İsrail’in hedef belirleme süreçlerinde kritik bir rol oynadığını ortaya koydu. Bu sistem çok çeşitli kaynaklardan (sosyal medya, gözetleme kameraları, insansız hava araçları, haber toplama ajanları) gelen verileri birleştirerek, “potansiyel hedefler” olarak tanımlanan insanların veya yapıların tespit edilmesine yardımcı oluyor.
Bu süreçte Palantir’in algoritmalarının, Gazze’deki sivillerin hareketlerini izlemek, iletişim şebekelerini analiz etmek ve hatta aile bağlarını haritalamak için kullanıldığı bildirildi. Bu tür sistemler, “hedef doğrulama” adı altında, bir kişinin “askeri bir tehdit” olup olmadığına karar vermede kullanılmasına rağmen, sivil kayıpların artmasına katkıda bulunduğu eleştirileriyle karşı karşıya kaldı.
Palantir’in İsrail ile ilişkisi yeni değil. Şirket uzun yıllardır IDF ve İsrail istihbarat teşkilatlarıyla ortak projeler yürüttü. Peter Thiel’in açık destekçisi olduğu gibi, Palantir’in bazı üst düzey yöneticileri de İsrail ordu kökenli. Bu yakın bağlar, şirketin, askeri operasyonların aktif bir parçası haline geldiğinin ciddi emarelerini oluşturuyor.
Ayrıca Palantir’in yazılımlarının, İsrail’in “Harekat Odası” olarak adlandırılan merkezlerinde, gerçek zamanlı veri analizi yoluyla operasyonların koordinasyonunda da kullanılıyor.
İsrail’in Gazze operasyonlarında yaşanan yüksek sivil kayıplar ve uluslararası kamuoyunun tepkisi karşısında, Palantir’e yönelik baskı da arttı. Buna tepki olarak, Palantir çalışanları arasında şirketin bu projelere dâhil olmasına karşı iç protestolar yaşandı. 2023 sonunda bazı çalışanlar, şirketin İsrail ordusuna destek sağlamasını protesto eden bir açık mektup yayınladı ve yazılımların sivil halka karşı kullanılmasının etik olmadığını ifade etti.

Bu kadar veri toplayan şirketi kim denetliyor?
Palantir, distopik bir gelecek senaryosunun kahramanı değil, yazarı. Peter Thiel ve Alex Karp, modern çağın Orwell’ci ikilisini oluşturuyor: Biri ideolojik silahları kuşanıyor, diğeri ahlâkî meşruiyeti sağlıyor. Aralarındaki iş bölümü mükemmel; biri mahremiyeti tehlikeye atan teknolojiyi geliştiriyor, diğeri bunu insanlık adına bir çözüm gibi pazarlıyor.
Thiel ve Karp, dünyayı tehlikelerle dolu bir yer olarak görüyor ve Palantir'i bu tehlikelere karşı vazgeçilmez bir kalkan olarak sunuyor. Ancak unuttukları veya görmezden geldikleri şey, korunmak için feda ettiğimiz özgürlüklerin ve mahremiyetin, korumaya çalıştığımız toplumun kendisini tanımlayan değerler olduğu.
Gözetimin mutlak olduğu, devletlerin özel şirketlerin kapalı algoritmalarına emanet edildiği, bireyin veri noktasına indirgendiği bir dünya, Thiel ve Karp'ın savunduğunu iddia ettiği "Batı"nın özüne yönelik en büyük tehdit olabilir. Tolkien'in palantir taşlarını kullananlar, sonunda taşların onları kontrol ettiğini ve yanılsamalara sürüklediğini fark etmişlerdi. Modern palantirlerimizin bizi sürüklediği gelecek, dikkatle izlenmeyi hak ediyor.
Sorulması gereken soru şu: Bu kadar veriyi toplayan bir şirketi kim denetliyor? Birleşmiş Milletler mi? ABD Kongresi mi? Avrupa Komisyonu mu? Yoksa hiç kimse mi?
Görünen o ki Palantir’in gözünden hiçbir şey kaçmıyor. Peki, biz, onun gözlerinin içine bakıp ne görüyoruz?