Bile bile lades

Bile bile lades
Bile bile lades

Bundan on yıl önce Fransız mizah dergisi Charlie Hebdo’nun Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (a.s.v.)’le alâkalı hakaret ihtiva eden rezil karikatür skandalı bu kez İstanbul’da hortladı. Hz Musa (a.s.) ve Hz Muhammed (a.s.v.)’e hakaret edilen karikatür, “mizah” adı altında Müslümanların yaşadığı bir ülkede yayınlanıyor ve protesto gösterileri derken, binlerce Müslüman sokaklara dökülüyor. Aslında burada derginin adı ve çizerin, yazı işleri müdürünün, imtiyaz sahibinin hiçbir ehemmiyeti yok. Mühim olan bunun Türkiye gibi bir ülkede yaşanmış olması. Ayrıca bizim anlayıp görmemiz gereken şey büyük fotoğraf. Çünkü oynanmak istenen oyun, daha önce âşina olduğumuz türden…

Ortadoğu’da yaşanan güç savaşları, yeniden çizilmeye çalışılan sınırlar ve kurulması planlanan yeni devletler ve gizli servislerin dezenformasyon içerikli kirli oyunları. Karışık planlar, para karşılığı işlenen suikastlar yerini toplu katliamlara hatta provokasyon sonucu kitlesel ayaklanmalara kadar getirdi. Bunun için gerekli olan tek şey hedef ülkedeki uyutulmuş veya dışarıdan fonlanan başta sivil toplum kuruluşları, halkı harekete geçirecek olan medya organları, bazı çift kimlikli bürokratlar, siyasetçiler, gazeteciler yani etkili olabilecek toplumda tanınmış bazı kişileri önce satın almak, ardından senaryonun içine dâhil etmekten geçiyor. Hatta bunların arasına, 15 Temmuz darbe girişiminde bulunan “cemaat” adı altında toplanmış kolluk kuvvetlerinde görevli bazı asker, polis ve istihbarat görevlilerini de eklemek gerekiyor.

Onun için İslam dinini küçük düşürücü karikatürü yayınlayan Leman dergisinin ve eylemi yapan kişilerin burada hiçbir önemi yok. Ali olur, Veli olur, Mehmet olur. Mühim olan yapılan dezenformasyonun arkasında olan ülke ve amaçlanan karışıklığın Türkiye’ye vereceği zarar.

Yani biraz daha açarsak ülkede yaşayan Müslümanlar ile seküler kesimi karşı karşıya getirmek, iç karışıklık çıkartmak. Seküler kesimden gelen mânâsız ve komik açıklamalar ise bu tezin ne kadar gerçekçi olduğunu ispatlar nitelikte.

Hâdiseye bir başka açıdan bakarsanız, karikatür dergisinin sorumluları, Hz. Muhammed (a.s.v.) Efendimize yönelik çizdikleri karikatür sonucu gözaltına alınacaklarını veya protesto gösterilerine mâruz kalacaklarını hatta tutuklanarak cezaevine atılacaklarını bilmeyecek zekâya sahipler mi sizce? Ben bunun tam tersi olduğunu düşünüyorum, bunun adı “ Bile bile lades” olsa gerek. İşte bunun için de bu gelişmelerin arkasında düzenli olarak sahneye konulan “Hibrit Savaşları”nın olduğu gerçeğidir.

Sivas olaylarının yıldönümünü seçtiler

İstihbaratçılara göre olayı planlayanlar zaman mefhumunu seçerken de titiz davrandılar. Karikatürün Leman dergisinde yayınlanma tarihi 1993 yılında Sivas Madımak Oteli’nde 33 kişinin öldürüldüğü o kanlı günün yıldönümüne denk getirildi. İddia odur ki, iki gün önce yayınlanan hakaret karikatürünün ardından sokaklara dökülmek istenen Müslümanların, benzer olayların içerisine çekilmek istendiği açıkça görüldü. Öte yandan aklınızda kalsın diye yazıyorum, derginin aylık kazancını ve çalışanlarının maaş ve masraf çizelgesini çıkarttığınızda aradaki maddî uçurumun ne kadar derin olduğunu görürsünüz. İşte bu da fonlanan medyanın önemini açıkça gözler önüne sermeye yetiyor.

Savcı ve istihbarat kurgucunun peşinde

Karikatür krizinin ardından harekete geçen Millî İstihbarat Teşkilatı ile İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Leman dergisinin hesaplarını incelemeye aldı. Derginin yıllık kazancını ve masraflarını karşılaştıran her iki kurum, MASAK uzmanlarını sahaya davet etti. Yapılan incelemeler sonucu derginin bu kadar süredir nasıl ayakta kaldığı ve bağış adı altında para girişi yapılıp yapılmadığı araştırılıyor. Bu arada dergi çalışanları ve imtiyaz sahibinin de mâlî tablosu inceleniyor. Derginin ortaklarından biri olan çizer Tuncay Akgün’ün ise rezil karikatür yayınlanmadan kısa süre önce Fransa’ya gittiği öğrenildi. Akgün’ün ülke dışından yaptığı açıklamada ise “Söz konusu karikatürün Hz. Muhammed ile hiçbir alâkası yok. Böyle bir riski alamazdık” şeklinde oldu. Aslında yapılan açıklama, karikatür yayınlanmadan önce risklere dair birçok görüşme yapıldığını, her şeyin göze alınarak karikatürün yayınlandığını açıkça ortaya koyuyordu.

Akgün’ün bu açıklamayı yaptığı ülke ise oldukça önemliydi yani Fransa. Charlie Hebdo sözde mizah dergisi, Müslümanları küçük düşürücü yayınının ardından 2015 yılında baskına uğramış, 17 çalışan öldürülmüştü. Bu ise sadece bir tesadüften ibaret miydi, yapılan araştırmalar gerçeği ortaya çıkartacak mıydı bilinmez. Ama şu bir gerçek ki Leman dergisi mizah yayını adı altında kişilerin özel hayatlarıyla ilgili itibar suikastı yapma, halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme ve dini değerleri aşağılama suçlarını defalarca işlemişti. 2008, 2016, 2020 ve 2021 yıllarında bu suçları işlediği gerekçesi ile dergi yöneticileri hakkında kamu davası açılmış ve mahkûmiyet kararları çıkmıştı.

Türkiye’de fonlanan medya gerçeği bununla da sınırlı değil. Anlamsız yayınlar yapan bazı haber odaklı internet siteleri yurt dışından özel projeler adı altında binlerce euro ödenek aldıklarını açıkça kabul eder hâle gelmiş durumdaydılar. Bunun yanı sıra ülke içindeki bazı siyasi parti ve siyasetçileri hatta fonlanan gazetecileri ve televizyon kanallarını da eklerseniz işin ne kadar içinden çıkılamaz bir hal aldığını görürsünüz.

Akıl almaz bir imha operasyonu

Örnek vermek gerekirse, İsrail’in İran’a yönelik başlattığı saldırı sırasında aralarında Genelkurmay Başkanı, Devrim Muhafızları komutanı ve İran’ın askeri operasyonlarının planlandığı Hatem El-Anbiya karargâhının sorumlusunun bulunduğu 6 komutan ve bilim adamı bir gece sabaha karşı öldürüldü. En üst düzey gizlilik derecesinde korunan komutanların adreslerini, hangi binada olduklarını, hangi katta ve hatta hangi odada kaldıklarını belirleyen MOSSAD, nasıl gerçekleştirildiği henüz açıklanamayan bir operasyon ile tüm dünyaya âdeta meydan okudu. İşte size anlatmak istediğim de tam bu. Çünkü MOSSAD ajanlarının, eylemlerin planlayıcısı olduğu ve içeriden kiraladıkları çift kimlikli İranlı suikastçılara eylemleri gerçekleştirttikleri ileri sürülüyor.

İsrail ve onun büyük hâmisi ABD’nin İran’da asıl isteğinin rejimi değiştirmek olduğu, bunun için ise Hibrit savaş senaryosunu uygulamaya koyduğu açıkça vurgulandı. Yeryüzünün en alçağı netenyahu ile onun destekçisi Trump ardı ardına yaptıkları açıklamalarla İran halkını sokaklara davet etti ve düzenlenecek rejim aleyhtarı gösteriler ile sözde “şeriat” yönetimini yıkmalarını istedi. Ama istedikleri gibi olmadı, meydanlarda toplanan İranlılar ‘rejim istifa’ yerine Trump ve netenyahu aleyhine sloganlar atarak kirli oyunu protesto etti.

İşin faturası ise İran’da yaşanan rejim karşıtı birkaç ayaklanmayı baz alarak senaryo yazan CIA ve MOSSAD içerisindeki analistlere kesildi. Çünkü analistler, İran halkının yaşam tarzını ve bağlılıklarını tam olarak anlayamamış, devletin komuta kademesindeki kişilerin öldürülmeleri, İranlıların rejimin çevresinde kenetlenmelerine neden olmuştu. Bunda asırlık devlet geleneğini de göz ardı etmemek gerekiyordu. Aynı olayın bir benzeri 15 Temmuz gecesi Türkiye sınırları içerisinde yaşandı. Hain darbe girişimini yurt dışında planlayanlar, terör örgütü FETÖ’yü aparat olarak kullanmış ama Türk halkının vatan sevgisini unutmuştu. Yoksa ABD’de görülen Halk Bankası davasında Türkiye’yi mahkûm ettirmek isteyen ABD derin devleti, FETÖ’cü istihbarat polislerinin yapmış olduğu yasa dışı dinleme tutanaklarını mahkeme kayıtlarına delil olarak koymazdı.

  • Uzmanlara göre sırada Türkiye-İsrail çatışması var. Konvansiyonel yani düzenli ordu ile yaşanacak olan bir savaşı şimdilik akıllardan uzak tutmak gerekiyor. Çatışmalar büyük bir ihtimalle başka bir ülkenin topraklarında (Suriye) yaşanacak. Şimdi tam burada Hibrit savaşlardan bahsetmek istiyorum. Size uzak olan bu savaş tekniğini biraz açınca yaşadıklarımızla ne kadar benzerlik taşıdığını anlayacaksınız. Öncelikle hedef olarak seçilen ülkenin içerisinde çift kimliklilerin desteği ile ekonomik sıkıntı çıkartmak, Hibrit Savaş’ın olmazsa olmazları arasında yer alıyor. Ardından yalan haber ve fonlanan medyanın desteği ile algı operasyonları ve seçilmiş bazı bürokratların aldığı yanlış kararları da ekleyince savaşın ilk ayağı oluşturulmuş oluyor.

Hibrit savaş devrede

Uzmanlara göre sırada Türkiye-İsrail çatışması var. Konvansiyonel yani düzenli ordu ile yaşanacak olan bir savaşı şimdilik akıllardan uzak tutmak gerekiyor. Çatışmalar büyük bir ihtimalle başka bir ülkenin topraklarında (Suriye) yaşanacak. Şimdi tam burada Hibrit savaşlardan bahsetmek istiyorum. Size uzak olan bu savaş tekniğini biraz açınca yaşadıklarımızla ne kadar benzerlik taşıdığını anlayacaksınız. Öncelikle hedef olarak seçilen ülkenin içerisinde çift kimliklilerin desteği ile ekonomik sıkıntı çıkartmak, Hibrit Savaş’ın olmazsa olmazları arasında yer alıyor. Ardından yalan haber ve fonlanan medyanın desteği ile algı operasyonları ve seçilmiş bazı bürokratların aldığı yanlış kararları da ekleyince savaşın ilk ayağı oluşturulmuş oluyor. İkinci ayağı ise halkı sokağa dökmekten geçiyor. Burada devletin önemli kurumlarında çalışan etki ajanlarını da unutmamak gerekiyor. Maddî çıkar karşılığı alınan önemli ve akıldışı bazı kararlar önce halkta şaşkınlık yaratır, bu şaşkınlık yerini devleti yöneten kişilere karşı nefret duygusuna yöneltir. Hibrit savaşı yöneten kişiler bu duyguyu siyasi yönetimi tahttan indirerek veya ülke içerisinde karışıklık yaratarak çeşitli yönlere çekebilir. Silahlı kuvvetlerin içerisinde yaratılan karışıklık sonucu hedef ülke silah kullanılmadan ele geçirilebilir. Hibrit savaş bunlarla sınırlı değil, ülke içerisinde yaratılacak olan ve devlete olan güveni sarsmaya yönelik her operasyonun arkasında başka neden ve sebepleri aramak gerekir. Bunun da sağlıklı işlemesi için iyi ve düzgün bir istihbarat yapısına gerek vardır.