Atapars ve Persia Cumhuriyeti

Atapars ve Persia Cumhuriyeti
Atapars ve Persia Cumhuriyeti

İki kadim dost, ortaklaşa kâfi miktarda müslüman katlettikten sonra ganimetlerini paylaşırken birbirleriyle anlaşamaz ve birbirlerine girer. Biri bütün destekçilerinin maddi-manevi imkânlarını arkasına alarak havadan hücum eder, öbürü ise füze fırlatır. Şimdilerde yaşadığımız hakikat bu. İyi ama bu vakayı fırsat bilerek bir faraziyede bulunamaz mıyız? Diyelim ki İsrail, İran’ı altetti ve tam istediği gibi parçaladıktan sonra başına da eski şahın oğlunu geçirdi. Acaba Pehlevi İran’da neler yapardı?

Beklenmeyen oldu ve İsrail ile İran birbirine girdi. Beklenmeyen bir vaziyet bu çünkü son asırda bu havalide her ne yapıldıysa bu iki tarafın birbirleriyle kapışmaması ve müslümanlara kan kusturulması maksadına hizmet etti. Talan ve yağma safhasında elele verenler, iş ganimeti paylaşmaya gelince birbirlerine madik atmaya başladılar. Bu zaviyeden bakınca bu kirli işbirliğinin kanlı ganimetini adilâne paylaşamayacakları açıktı. Öyle ya, taraflardan biri düpedüz yahudi iken, öbürü ise ondört asırdır yahudileşmiş bir kavim.

Ümmet, mümmet, İslâm kardeşliği falan filân... Sonuna kadar İran’ın yanındayız!
Ümmet, mümmet, İslâm kardeşliği falan filân... Sonuna kadar İran’ın yanındayız!

Henüz çiçeği burnunda bu muharebenin, memlekette şu beş çerçevede kıymetlendirildiğini görmekteyiz:

- Ohhh, bize ne! Dinsizin hakkından imansız geliyor işte. Düne kadar elele müslüman katlediyorlardı. Yahudi, iş göremez hâle gelmiş uşağı İran’ı bir çırpıda gözden çıkarmışsa bize ne? Yesinler birbirlerini. Daha düne kadar bütün müslümanlar Gazze’deki katliamları nasıl çekirdek çıtlatarak seyretmişlerse şimdi biz de bu muharebeyi öyle, koltuklarımıza yayıla yayıla seyredelim. Gazze Katliamı’nı seyretmek ne kadar gayrımeşruysa bu iki ezeli dostun kapışmasını seyretmek de o kadar meşru. Hiçbirisi kazanmasın; ikisi de kaybetsin.

- İran varlığını Türk nefretine borçlu. Pers kavmiyetçiliğinin özü, Türk’ü şeytanlaştırmaktır. Tamam ama herifler bu sefer haklı çünkü evvelâ İsrail saldırdı ve İran şimdi mağdur durumda. Öyleyse tarihi hesaplaşmalarımızı şimdilik bir tarafa bırakıp İran’ın yanında yeralmalıyız.

- Bekleyip görelim. Bu sırada el altından ikisine de mal satalım ve kârımıza kâr katalım. Sonra da kazanana göre vaziyet alalım. Aman, bize ne canım.

- Ümmet, mümmet, İslâm kardeşliği falan filân... Sonuna kadar İran’ın yanındayız!

- İsrail’in yanında yer almalıyız. Çünkü ‘falanca’nın ilke ve inkılâpları icabı... Lâiklik, maiklik ve çıkar hesabı yani. Hem İsrail daima Araplar’a saldırdı; Türkiye’ye değil. Biz dostuz; İran düşman. Hem geçen asırda biz sizi araplaşmaktan kurtarmadık mı?

Hadiseler karşısında, hususen de bu kadar mühim ve esaslı bir hadise karşısında insanımızın ortak bir tavır geliştirebilmesi için milli bir bakışa sahip bulunmasının ihtiyacını ayyuka çıkaran bir misâl bu. Aykırı seslerin çıkması başka bir şey, Rum Sûresi’ndeki gibi bir Acem-Rum Muharebesi’nde müslümanların veya milletimizin ortak bir şuurla hareket edebilmesi farklı bir şey.

Soysuzlaştırma inkılâpları

Tavrınız yukarıdakilerden hangisine denk gelirse gelsin, ben mevzuun bundan sonrasına farazi bir çerçevede bakmak niyetindeyim:

Diyelim ki İsrail, kadim dostu İran’da, bir darbe ile veya bir ihtilâl vasıtasıyla, yarım asır evvel kendi elleriyle kurduğu mevcut iktidarı devirdi ve yerine, açıkça iddia ettiği gibi bir nizam kurdurttu. ‘Eleman’ zaten hazır: Senelerdir Amerika’da yaşayan (Alenen İsrail’de yaşayacak değildi ya.) ve bugünler için beslenip büyütülen oğul Rıza Pehlevi. Bu iş için ondan iyi namzet mi olur? Hem kadim Pehlevi ailesine mensubiyet iddiası taşıyor, hem sıkı mı sıkı bir Pers kavmiyetçisi, hem de “Emrin olur abi.” modunda bekliyor. Ne istenirse yapmaya hazır. Çünkü bütün o Pers kavmiyetçiliği lâflarının da, serbestiyet vaatlerinin de, ağzıyla kuş tutacağına dair iddialarının da içi boş. Tıpkı bir vakitler benzeri bir vazife için Fransa’da beslenip büyütülen Humeyni gibi, efendilerine amade muti bir uşak o. Efendileri söyleyecek, o da yapacak. Ve sonra İran ahalisine dönüp de alkış bekleyecek.

Şimdi de bu çakma kurtarıcının İran’da neler yapabileceğini tahmin ve tahayyül edelim:

- Kadim İran topraklarının onda dokuzunu bir çırpıda ya bizzat İsrail’e verir veya onun güdümündeki kukla devletçiklere tahsis edilmesine göz yumar. Fakat bu hezimetini ahalisine zafer diye yutturur. Tel Aviv’den işaret gelince de Persia Cumhuriyeti’ni ilân eder. Tez zamanda ona yardım ve yataklık eden ne kadar hempası varsa her birini teker teker öldürtür. Aslında adi bir vatan haini olduğu ve koca memleketin paramparça edilmesine göz yumduğu hâlde kendisini ‘başkumandan’ ve ‘büyük kurtarıcı’ ilân eder.

- Kadınların bizdeki gibi yatak odası kılığıyla sokağa çıkmalarının önünü açar. Ardından kılık kıyafet inkılâbı yapar. Kipa takmayı mecbur kılar. Takmayanları astırır.

Tanrıcılık oynamak

- ‘Muasır medeniyet seviyesi’ gibi ne mânâya geldiği meçhûl bir tabirin arkasına sığınır ve zaten muasır vaziyetteki memleketi, ilim, fen, fikir ve sanat bakımlarından çökertir. Buna da ‘terakki’ der.

- Tevhidi Tedrisat Kanunu çıkararak mevcut bütün okulları kapatır ve İsrail’den bir heyet getirtir; onlar neyin, ne kadar öğretilmesine müsaade ediyorlarsa o zırvaları bilgi diye mekteplerde okutturur. Çok geçmeden memleketteki herkesin bilgi ve zekâ seviyesi hızla düşmeye başlar. Ahmaklaşan ahali ona tapmaya hazır hâle gelir.

- Eski devri hatırlattığı için mevcut harfleri yasaklar ve bir gece, işret masasındayken yanındakilerle birlikte çiziktirdiği Lâtin harflerini, Pers Alfabesi ilân eder. Eski harflerin öğrenilmesini yasaklar. Uymayanları asar, keser.

- Astıkça, kestikçe efendilerinden alkış üstüne alkış alır. Onlardan alkış aldıkça mabadı şişer ve neticede kendisini büyük kurtarıcı ilân eder. Sonra da ‘ayetulla.’ gibi eskiyi hatırlatan tabirler yerine ‘gazi’ gibi unvanlar uydurur kendine. Tek hususiyetleri, gelene “Ağam...”, gidene “Paşam...” demekten ibaret avanesine kendisini övdükleri şiirler yazdırtır. Gün gelir, ‘ağam’ demeyi de yasaklar, ‘paşam’ demeyi de.

- Sağdan-soldan toplanmış hukuk anlayışlarından ortaya bir karışık yapar ve onu Medeni Kanun ismiyle ilân eder. Çıkardığı yeni ve birbiriyle çelişen kanunlarla insanlardaki tabii ahlâk anlayışını günbegün aşındırır. Hapishaneler dolup taşar.

- Soyadı Kanunu çıkarır ve rastgele isimleri insanlara soyadı diye verdirir. Çok geçmeden memlekette kim kimdir; kimin aslı nedir; kim yahudidir, kim Perstir veya Kürttür veyahut Türktür, iyice muğlâklaşır ve insanların arasındaki aile bağları kopar. Aile çöker. Sonra da kendisini Atapars ilân eder.

- Vakti saatini denk getirince eskiyi hatırlattığı için binlerce yıllık Pers diline de savaş ilân eder ve lisan inkılâbı yapar. Baba ile oğul birbirini anlayamaz hâle gelir ve bu rezaleti keramet diye yutturur. Bendelerini bu ahmaklaştırma faaliyetinin faydalarına inandırır.

- Birbiriyle çelişen, ne mânâya geldiği muğlak altı kelime seçer ve bu altı kelimeden müteşekkil bir iktisat, siyaset, hukuk, din, ilim, bilim, film ve de kilim anlayışı icat eder; adına Ataparsçılık der. Böylelikle muhtevası altı kelimeden müteşekkil dünyanın ilk ve kıyamete kadar tek siyasi nizamını icat eder. Çok geçmeden milyonlar, altı kelimeden müteşekkil bu zırvaya inanmaya başlar.

- Herkesi yılda bir kere kendisine tapmaya mecbur eder.

- Ölçü ve tartı tabirlerini değiştirir. Saat ve tarih anlayışını İsrail’e göre ayarlar. Gak-guk edeni de ya hapse atar, ya idam eder veya paye vererek devşirir.

- Dine savaş ilân eder. Ezanı yasaklar. Kur’an okumayı da, okutmayı da idam sebebi sayar. İsrail’e mağlûbiyetin asıl sebebinin Şiilik olduğunu evvelâ ima eder; baktı ki fazla ses çıkmıyor, sonra da açıkça ifade eder. İtiraz edenleri evvelâ adamları sayesinde istiskal eder, itibarsızlaştırır; vakti gelince de hapse tıkar. Mahpusların sayısı artınca bu sefer de idam eder. Onun devrinde idam, vakayı adiyeden sayılmaya başlanır.

- Etrafındaki yalakalar azaldıkça kendisini tehlikede görür ve ahalisinden canı istediklerini verir, karşılığında İsrail’den onu destekleyecek yalakaları ithâl eder. Bunu da mübadele diye yutturmaya çalışır.

Rıza Pehlevi.
Rıza Pehlevi.

Persia Cumhuriyeti isimli firavunluk

- Yediği herzeleri örtmek için kafayı çekip çekip bir kitap yazar ve bu palavralar manzumesinin adına Nutuk der. Nutuk okumayı mecburi kılar. Nutuk’a, Kitabı Mukaddes muamelesi edilmesini emreder. Uymayanların kellesini alır.

- Bendelik ettiği İsrail’den korktuğu için Persia’nın başkentini memleketin tam ortasına taşır. Bu herzesini de bir marifetmiş gibi pazarlamayı ihmâl etmez.

- Akla hayale getirilemeyecek bir firavun nizamı kurar. Ama övülmeye de bir türlü doymaz. Çakma şairlere:

Kudüs İsrailin olsun

Çankaya bize yeter

kıvamında manzumeler dizdirir.

- Lâiklik ilân eder. Manâsını tarif etmez; hudutlarını çizmez. Canı istediğinde ağzını açanı zindanda süründürmek için irtica isimli bir tabir uydurur. Zaten İslâm’ı içeriden yıkmak maksadıyla Hulefai Raşidin Devri’nde yahudiler tarafından icat edilip yaygınlaştırılan Şiilik inancını da, Persia’da mensubu pek az İslâm itikadını da yasaklar. Şiiler gibi müslümanlara da mürteci der. Aslen kendisi gibi inançsız din adamları yetiştirir. Bunlarla yetinmeyip insanların örtük bir şekilde kendisine tapmasına zemin hazırlar. Memleketin her tarafına heykellerini diktirir. Helâ dışında her yere resmini astırır. Asmayanı astırır. Andımız diye bir methiye yazdırır ve ilkokuldan itibaren çocuklara her sabah ve her akşam cebren okutturur. Maksat insanları putperestleştirmek. İlk put kendisidir zaten: Atapars!

- Sabahlara kadar işret meclisleri tertip eder. Beyaz leblebi eşliğinde zıbarıncaya kadar rakı içer. Beğendiği kız ve erkek çocuklarını evlâtlık edinir. Evlâtlıklarıyla aynı yatağı paylaşmakta bir beis görmez.

Öldüğünde ise tıpkı eski Roma’daki gibi tanrı payesiyle taltif edilir.

Bunlar size bir yerden tanıdık geliyor mu? Ne münasebet efendim, bunlar benim faraziyelerim.