Tabiatta Pazar Tatili Yoktur

Henri-Louis Bergson'u bilir misiniz? 20. yüzyılın ilk yarısında etkili olmuş, yaşadığı zamanın aksine kendine özgü bir yaklaşımla felsefe ile bilimi yakınlaştırmayı denemiş Fransız filozofu... Türkçe düşünme biçimine göz kırpan ama gözü kapalı mı, açık mı emin olamadığımız o isim.
Bergson, 1859 yılında Paris'te doğdu. Temelinde dinî eğitimin yer aldığı bir çevrede büyüdü. Hemen her düşünür gibi hayatındaki kırılmalarla yolunu bulmaya çalıştı. Küçük yaşlardan itibaren okumayla içli dışlı olan Bergson, henüz 15 yaşındayken inanç krizine girip Yahudiliği geride bıraktı. İtikadını bambaşka bir metafizik evrenine taşıma yolculuğu da işte o zamanlar başlamıştı.
İlk gençlik yıllarından itibaren matematik alanında çeşitli çalışmalar yapan Bergson, 1877 yılında önemli bir matematik problemine farklı bir çözüm metodu geliştirerek ödül kazandı. Herkes onun pozitif bilimlerde ilerleyeceğini düşünürken; o, tam tersine matematiği terk ederek beşerî ilimlerde ilerlemeyi seçti. Fransa'da pozitivizmin, bilimin, aklın öne çıktığı bir dönemde böyle bir çalışma alanını tercih etmek cesur bir hamleydi. Bergson, iyi bir doğa gözlemcisi olduğu kadar toplumsal müşahedelerde de güçlü sezgilere sahipti. Karşısında modernleşen dünyanın maddeleri, kurumları ve zihniyeti vardı. Hâlâ çok güçlü olan bu zihniyete, daha 20. yüzyılın başlarında derin bir cevap verecekti.
Maddeci pozitivist Avrupa'da hem eleştirilen hem de hayranlık duyulan bir isim hâline gelen Bergson, zaman mafhumunu yeniden düzenleyerek yeni bir kavrayış meydana getirdi. Ahmet Hamdi Tanpınar'ın onun görüşlerinden etkilenerek kaleme aldığı, “Ne içindeyim zamanın / Ne de büsbütün dışında / Yekpare, geniş bir anın / Parçalanamaz akışında,” mısralarını içeren şiir, Bergson'un zaman kavramının en anlaşılır hâllerinden birisini temsil ediyor.
Bergson, zaman kavramına karşı, süreç teorisini öne sürer. Yani Tanpınar'ın, “Yekpare, geniş bir anın / Parçalanamaz akışında,” dediği yeri işaret eder. Zamanı, insanın dünyadaki ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla icat edilmiş; geçmiş ve gelecek arasında kuşatıcı bir anlam taşımayan bir kavram olarak tarif etti. Sürecin ise bilinç düzeyinde binlerce anın sürekliliğini ve akışını temsil ettiğini söyledi. Ona göre hareket süreklidir, belirlenemez ve ele geçirilemez bir bütünlüktedir. Bütün bu teoriler, ona 1927 yılında Nobel Edebiyat Ödülü olarak döndü.
Bergson, maddeyi dışarıdan görülen fiziksel nitelikleriyle yetersiz buluyor ve sadece dışarından gelen özellikleriyle varlığın açıklanamayacağını söylüyordu. Buna örnek vermemiz gerekirse şunu söyleyebiliriz: Suyun bilimsel olarak nasıl meydana geldiğini, bileşiklerini ifade edebiliriz. Fakat elimizi, yüzümüzü yıkadığımızda hissettiğimiz hâlin madde dünyasındaki karşılığını dışarıdan bilemeyiz. Bir ateşin nasıl meydana geldiğini belirtebiliriz. Ancak ateşin bizde uyandırdığı hisleri, tam anlamıyla somut olarak ifade edemeyiz. Aslında bu iki örnek, Bergson'un hayatı kavrama esnasında insan aklını yetersiz bulduğunu net bir şekilde ifade ediyor.
Bergson, felsefesinin çıkış noktası olan sezgi metodunu “yaşam” ve “süreç” kavramları bağlamında etraflıca ele almış ve düşüncelerini metafiziksel boyutta anlaşılır hâle getirmeyi hedeflemiştir. Ortaya koyduğu sezgi metodunun anlaşılması için bilim-metafizik, zaman-süreç, zekâ-sezgi ve madde-yaşam düalitelerinden yola çıkmıştır.
Bergson, bu yönüyle önemli bir felsefe tenkitçisi olan Gazali ile karşılaştırılır. Bergson'un sezgi konusundaki fikirleri Gazali'de ilahi çerçevede ele alınmaktadır. Gazali tüm konuları ele alış tarzında olduğu gibi, sistemciliğini ve orijinalliğini sezgi konusunu ele alışıyla da göstermiştir. Gazali, sezgi metodunu çok çeşitli boyutlarıyla açıklamış; sezginin tanım ve izahından tasavvuf ve bilgide sezginin önemine dek ilahi boyuta dikkat çekmiştir.
Bergson, Avrupa'daki sürece benzer bir şekilde Türkiye'de de artan materyalizm ve pozitivizm gibi akımlara karşı, Müslüman kesimin entelektüel anlamda elini güçlendiren argümanlara kaynaklık etmiş isimlerden biri. 20. yüzyılın ortalarında, Anadolu kültürüyle yetişmiş, üniversite eğitimi almış bir Müslüman'ın, materyalist ve pozitivist eserlerle dolu Avrupa'da, Bergson'un kitaplarıyla karşılaştığını düşünün! “Çölde vaha” desek yeri var.