Aynicalüt zaferi: Moğollara Karşı Son Duruş

Aynicalüt zaferi: Moğollara Karşı Son Duruş
Aynicalüt zaferi: Moğollara Karşı Son Duruş

Tarihin en büyük kırılmalarından biri, 1260 yılında yaşandı. 765 yıl evvel yaşanan bu hadise, islam tarihinin dönüm noktalarından birini işaret ediyor. Korkunç Moğol istilasına siper olan kahraman Memlük süvarilerinin şecaat dolu satırlarını birlikte hatırlayalım.

İslam Devleti, Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.) vefatının ardından tüm Suriye’yi, Irak ve Mısır’ı; hatta İran’ın büyük bir kısmını seri ve güçlü şekilde fethetmişti. Tarihte, “Râşit Halifeler” (Hulefâ-yi Râşidîn) adıyla bilinen bu fetih dönemi ile birlikte İslam Devleti’nin hudutları genişlemiş, yeni fetihlerin kapıları aralanmıştı.

İslam’ın yayılmasıyla birlikte Türklerin, Temmuz 751’de Talas’ta Çinlilerle savaşa tutuşan Arap ordularına yardımı, talihin ve tarihin kırılma noktalarından birini teşkil etmiştir. Türkler, boylar hâlinde Müslüman olup Abbasi halifelerinin sancağı altında İslam ordularında hizmete başlamışlardır. Türklerin 1071'de Malazgirt’teki büyük zaferi, Anadolu’nun kapılarını İslam’a açarken; tarih, onların cengâverliğini bir kez daha kaleme almıştır. Artık Türkler, o yıllarda sadece Türkistan’da değil; Kahire, Şam, Bağdat ve İsfahan gibi önemli şehirlerin hükümdar saraylarında söz sahibi olan, sultanları tahtta tutan veyahut tahttan indiren muktedir güç hâline gelmişlerdir. İlerleyen yıllarda, 1200’lerin başında Doğu'da yükselen bir kuvvet, tüm İslam coğrafyasını tehdit eder hâle gelmişti. 1218 yılında Türkistan’da hüküm süren Türk devleti Harzemşahları ile Moğollar arasında başlayan Otrar’daki bir sürtüşme, korkunç istilanın ilk adımı olmuştu.

Otrar Hadisesi

Kazakistan’ın güneyindeki küçük bir ilçe olarak namı tarihte kalmış, ismi unutulmuş eski bir yerleşim mesabesindeki Otrar, Türk - Moğol mücadelesinin ilk şahididir. 1200’lerin başında, Harzemşahlar, güçlü bir devlet olarak Moğollarla komşu idi. Aralarında bir ihtilaf, düşmanlık söz konusu değildi. Gün geldi ve iki güç arasındaki ilk sürtüşme yaşandı. Harzemşahlar, dışarıdan bakıldığında güçlü bir devlet intiba uyandırmaktaydı. Ancak istikbal, bu izlenimin tam tersi bir istikamette kaderin satırlarını yazacak, Moğollar çok kısa sürede Harzemşah Devleti’ni ortadan kaldıracaktır.

Otrar’da başlayan Türk inkırazı, 42 yıl sonra Filistin’deki Aynicâlût’ta sona erecek ve Moğol ilerleyişi durdurulacaktır. Peki Otrar, 1218’de neye şahit olmuştur? Harzemşahlar'ın Otrar valisi bir Moğol ticaret kervanını durdurtarak, tüccarlara casus muamelesi yapıp onları infaz etmiş, mallarına da el koymuştur. Buna öfkelenen Cengiz Han, Harzemşah hükümdarından valinin kendisine teslim edilmesini istemiş, reddi hâlinde harp ilan edeceğini bildirmiştir. İş bilmez devlet adamları, bu tehlike karşısında tedbiri ihmal edip makam, mevki derdine düşünce de Harzemşah şehirleri birbiri ardınca düşmeye başlamıştır. Düşen ilk şehirlerden biri de Otrar’dır. 1219 baharında Otrar önlerine gelen 200 bin kişilik Moğol ordusu, beş ay direnen bu müstahkem şehri ele geçirip taş üstünde taş, baş üstünde baş bırakmamıştır. Bu katliamın dışında Buhara ve Semerkant gibi Türk - İslam medeniyetinin en önemli şehirleri de yerle bir edilmiş, yüz binlerce masum Müslüman Türk, Moğol zulmü altında yok edilmiştir.

İslam’ın kalbi Bağdat yanıyor

Moğollar, Türkistan’daki katliamlarının ardından İslam coğrafyasının kalbine süratle ilerlediler. Öyle ki ele geçirdikleri her bir İslam şehrinde camileri, medreseleri, İslam’ın nişanesi olan mimari yapıları öncelikli olarak yok eden, yıkan bir azgınlıkla hareket ettiler. Kitap, ilim namına ne varsa yok eden, her şeyi yıkan bu sürü, 1258 yılında Abbasi halifelerinin hüküm sürdüğü Bağdat surlarının önünde görüldü. Dicle kenarında parlayan bu güzel şehri, halifelerin göz nuru, İslam’ın kalbi Bağdat’ı koruyacak bir İslam ordusu ne yazık ki ortalarda yoktu.

40 gün boyunca şehri yağmalayan Moğol ordusu, Halife Camii’ni, Rusafe’deki halife mezarlarını tahrip etmiş; en az 800 bin Bağdatlıyı katletmişti. Öyle ki Dicle, günler boyunca kütüphanelerden toplatılarak nehre atılan kitapların mürekkebinin rengiyle akmıştı. Velhasıl, İslam medeniyetinin vitrini sayılan bu güzel şehir yok edilmişti. Moğol istilası, -biri hariç- müstakil ve hür tüm İslam devletlerini yutmuştu. Geride yıkılmış, kül olmuş şehirler bırakmıştı. Bahsimize konu olan yılların en güvenilir tarihçilerinden biri olan İzzeddin İbnü’l-Esîr, “el-Kâmil” isimli eserinde Moğol vahşetini, insanoğlunun Hz. Adem’den bu yana maruz kaldığı en büyük felaket olarak ifade etmiştir.

Moğolları kim durduracak?

Böğründen semaya alevler saçan, durdurulamaz bir ejderha gibi önüne çıkan her şeyi yok eden; Türkistan’dan İran’a, İran’dan Irak ve Suriye’ye, Anadolu’ya saldıran ve İslam ülkelerini işgal eden bu azgın düşmanı acaba kim, hangi sahrada durdurabilecekti? Bu şecaat, kimlerin sathında tarihe geçecekti? Zikrettiğimiz bu soruları, imkân olsa Moğolların yakıp yıktığı herhangi bir şehrin mensubuna sorabilseydik eğer, bize “Bre cahil, bu sürüyü hangi insan kudreti durdurabilir ki?” şeklinde ümitsizce bir cevap verebilirdi. Lakin bu ümitsizlik karşısında Mısır’ın mukaddes mahfillerinde, Kahire’nin ulu camilerinde imamlar, vaizler; toplanan kalabalıklara aşk ve şevkle kürsülerinden Zümer suresinin 53. ayetikerimesini haykırıyordu: “De ki (Allah şöyle buyuruyor): Ey kendi aleyhlerine olarak günahta haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Allah (dilerse) bütün günahları bağışlar; doğrusu O, çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.” Moğollara karşı durabilecek tek güç, tek İslam Devleti, Mısır’da hüküm süren Memlük sultanlarıydı. Ve onlar, Aynicâlût’a doğru yürümekteydiler. İstiklalleri, haysiyetleri ve dahi en mühimi i’lâ-yi kelimetullah davası için…

  • AYNICÂLÛT VE HZ. DÂVÛD (A.S.)
  • Câlût, Hz. Dâvûd (a.s.) tarafından sapanla öldürülmüş, iri cüsseli bir kâfirdir. Hz. Dâvûd’un Câlût’u öldürdüğü yere de “Câlût’un Gözü” manasında Aynicâlût denmiştir. Tâlût namıyla maruf bir İsrail kralının komutası altında olan Hz. Dâvûd’un Câlût’u öldürmesi, Bakara suresinde şöyle izah edilir: “Tâlût’un askerleri, Câlût ve askerlerine karşı çıktıklarında şöyle dediler: ‘Rabb'imiz! Üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sağlam tut ve o kâfir millete karşı bize yardım et!' Derken Allah’ın izniyle onları bozguna uğrattılar; Dâvûd, Câlût’u öldürdü.”

Aynicâlût’a hareket

Bağdat’ı yıkıp halifeyi katleden bu zulüm ordusu, tarihte Aynicâlût (Câlût’un Gözü) diye bilinen bir mevkide karşılanacaktı. Memlük Devleti’nin başında, o yıllarda Harzemşahlar hanedanına mensup, Celaleddin Harzemşah’ın yeğeni Seyfeddin Kutuz bulunuyordu. Kutuz, öncü kuvvetlerinin başına, Kıpçak ülkesinden Mısır'a henüz çocuk yaşta köle olarak getirilmiş Baybars isimli güçlü ve zeki bir kumandanı atamıştı. Baybars, 20’li yaşlarında, Nisan 1250’de Kahire’nin kuzeyine kadar ulaşan Fransız Haçlı ordusunu bozguna uğratıp, Fransa kralını dahi esir etmiş cengâver bir askerdi.

Nihayet Memlük ordusu, Kahire’den başlayan zorlu yürüyüşünü tamamlayarak Aynicâlût'a ulaştı. Bunu haber alan Suriye’deki Moğol ordularının başındaki zalim Ketboğa, “bir alev denizi gibi” köpürdü. Moğollar savaşa hazırlanıp Memlük ordusunu karşılamak üzere harekete geçtiler. Sultan Kutuz, “Savaş hiledir,” hadisişerifinden hareketle orduyu iki kısma ayırarak öncü kuvvetlerin başında olduğu hâlde Baybars’ı Moğolların üzerine gönderdi. Ketboğa, tüm Memlük ordusunun Baybars komutasındaki birlikler olduğunu düşünerek taarruza geçti. Sabah saatlerinde başlayan bu çarpışmada Baybars, adım adım Ketboğa’yı vurkaç taktiğiyle ana Memlük ordusunun pusu kurduğu Emir Vadisi’ne doğru çekmeyi başardı.

Eylül 1260...

Nihayet kapana giren Moğollar, Emir Vadisi’nin tepelerinden üzerlerine şimşek gibi saldıran ağır zırhlı Memlük süvarilerini gördüklerinde tereddüt edip geri çekilmeye teşebbüs ettiler. Başlarındaki zalim, nefsi dağları aşmış Ketboğa, gururundan geri çekilmeyi kabullenemedi. Etrafı çevrilen Moğollar, “Allahüekber!” nidalarıyla taarruza geçen İslam askeri karşısında ne yapacağını şaşırdı. Lakin Moğollar, zalimliklerinin yanında asker olarak da mahir bir kavimdi. Çarpışmalar uzun sürdü. Hatların arasında bizzat muharebeye giren Baybars, İslam askerine tesiri yüksek konuşmalar yaptı. Geri çekilmenin mümkün olmadığını, tüm İslam milletinin kaderinin bu çarpışmaya bağlı olduğunu, bu zorlu mücadelede rahatlıktan yüz çevirenin ya gazilik yahut da şehadet makamı ile müşerref olacağını haykırdı.

Nihayet Allah’ın kudreti ile teçhiz edilmiş o ufacık taşın Câlût’un gözünü çıkarıp onu kör etmesi gibi, Hudâ’nın varlığına iman eden Memlük süvarileri de Moğolları Aynicâlût’ta perişan etti. Neredeyse tüm Moğol ordusu kılıçtan geçirildi. Ketboğa yakalandı ve öldürüldü. Moğollardan geriye kalanlar, Suriye’nin kuzeyine kaçtı ve bir daha Memlük topraklarına saldırmaya cesaret edemediler.

Aynicâlût Zaferi, uzun süredir İslam topraklarına tecavüz etmeye yeltenen, birçok defa cezalandırılan Haçlılara da iyi bir ders oldu. Bu büyük zaferle Moğol ilerleyişi durduruldu. Bir altın levha gibi parlayan Aynicâlût Zaferi’nin günümüz İslam dünyasına büyük telkinleri vardır. Bu satırlardan sadrımıza dökülen telkin, eminiz ki şu ayetikerimede saklı: “Üzülme, Allah bizimle beraberdir!” Tevbe suresinin 40. ayetikerimesi ile Cenabıallah; hakikati yaşayan, bilen ve din gününe iman edenlerin, geçici olan bu cihanda katiyen mahsun olmayacağını müjdeliyor.

Ey genç arkadaş, tarih bize hakikati anlatıyor. Ne mutlu Hz. Allah’tan ümidi kesmeyen, gayretle manevi ve maddi cephesini zenginleştirenlere. Ne mutlu hakikati okuyup, ondan ders çıkaran Müslüman gençlere…