Türkiye fiilen işgal edilmedi, zihni işgal altında!

Önce iki yüzyıllık metamorfoz yeme tarihimizi özlü bir şekilde özetleyici bir tespitle giriş yapayım yazıya: Türkiye, fiilen işgal edilmedi, zihnen işgal edildi. Emperyalistler bu toprakları fişken işgal edemeyeceklerini, bizim İslâm'a bin yıldır yurt yaptığımız bu toprakları kanımızın son damlasına kadar koruyacağımızı, aslâ teslim olmayacağımızı çok iyi biliyordu. O yüzden İngilizler, Tanzimat'ı ilan ettirdiler bizim paşalarımızı satın alarak: Tanzimat, bizim idam fermanımızdı. Fiilen ele geçirilemeyen bu ülkenin zihnen / içerden ele geçirilmesinin, Türkiye’nin kendi kendini sömürgeleştirme projesinin başlangıç noktasıydı.
Ülke dışarıdan ele geçirilemedi, Londra Mason Locası’na üye yapılan Mustafa Reşit Paşa, ardından onun izinden giden Âli Paşa ve Fuat paşalar, ülkeyi İngilizlere içeriden teslim edecek bütün yapı taşlarını döşediler.
İngiliz başbakanı Gladstone'un Avam Kamarası'nda eline Kur'ân-ı Kerim'i alarak yaptığı “Biz bu Türkleri savaş meydanlarında yenemiyoruz, Türkleri yenebilmenin tek yolu var, bu Kur'an'ı ellerinden almak.” diyerek hedef çizdiği konuşma bize karşı nasıl ve neden zihnen işgal projesini derinlemesine bir şekilde başlattıklarını çok güzel ele veren ürpertici bir konuşma.
- Şunu aslâ unutmayalım: Büyük atılımlar, zihinde devrimle başlar.
O yüzden yaşadığımız medeniyet krizini önce anlamak, sonra derinlemesine ve bütün yönleriyle anlamlandırmak, son olarak nasıl aşabileceğimiz konusunda kafa patlatmak zorundayız. Bunun için öncelikle yaşadığımız sorunu felsefî olarak, derinlemesine kavramız şart.
Bu yazıda özellikle eğitim, düşünce, kültür, sanat ve medya dünyamızı eksene alarak böylesi bir anlama çabası ortaya koymaya çalışacağım.
Şunu aslâ unutmayalım: Büyük atılımlar, zihinde devrimle başlar. Zihinde devrim yapamayanlar, zeminin ve zamanın kölesi olmaktan kurtulamazlar. Zihinde devrim yapamayanlar, çağ kuramazlar; başkalarının kurdukları çağların ağlarında, bağlamlarında, dünyalarında yok olurlar.
- Türkiye, zihnî işgal altında! Eğer zihnî işgal durdurulamazsa, bu ülke bağımsızlığını da varlığını da koruyamaz.
BARONİK, MASONİK DEVŞİRME KÜLTÜR, TÜKİYE'Yİ KÜLTÜREL İNTİHARA SÜRÜKLÜYOR...
Cumhurbaşkanı Erdoğan, birkaç yıl önce önemli bir itirafta bulunmuş ve “eğitimde istenilen başarılı adımların atılamadığını”, Ak Parti'nin “fikrî bakımdan iktidar olamadığını” söylemişti. Erdoğan'ın bu açıklaması da yanlışı itiraf etmesi ve eğitimde millî bir atılım gerçekleştirileceğine dikkat çekmesi de önemli. Geç kalındı ama bundan sonra köklü, kucaklayıcı adımlar atılırsa, geleceğimizi kurtaracak ve kuracak emin bir yola girmiş oluruz, nihayet. Sürekli olarak söylediğim bir şey var/dı: 10 yılda 100 yılın tohumlarını ekmek zorundayız. Türkiye’yi, her alana “çöreklenen” baronik ve masonik şebekelerin tasallutundan kurtarmak zorundayız.
Türkiye’de sadece iktisadî hayata değil eğitime, kültüre, sanata da baronik ve masonik şebekeler hâkim hâlâ! Devşirme bir kültürün, devşirmeci, hazırlopçu bir kültürün toplumda kök salması ve fiilen işgal edilemeyen Türkiye’nin zihnen işgal edilen, kendi kendini sömürgeleştiren epistemik kölelerden oluşan bir ülkeye dönüştürülmesi için çalışan, sadece kendi çıkarlarını düşünen ve ülkenin kaynaklarını küresel sisteme peşkeş çeken asalak tipler bunlar!
- Bir toplumun sahip olduğu güçlü ve köklü medeniyet tasavvuru, o toplumun çocuklarının dünyaya kompleksiz bakmasını sağlar.
Türkiye’nin fikir, sanat, eğitim, kültür ve medya hayatına bu asalaklar yön veriyor hâlâ! Bu ülkenin has çocukları değil, devşirme tipler! Böyle giderse, bu ülke elimizden gider. Gider; çünkü mevcut eğitim, kültür, sanat ve medya dünyası sömürgecilerin fiilen işgal edemedikleri dünyalarını zihnen işgal ediyorlar! Türkiye, zihnî işgal altında! Eğer zihnî işgal durdurulamazsa, bu ülke bağımsızlığını da varlığını da koruyamaz.
O halde ne yapmalı, nasıl yapılmalı? Bu yazıda bu soruların cevaplarının izini sürmeye çalışacağım.
Her şeyden önce başta eğitim olmak üzere her alanda, “dindar nesil” söylemi yerine, “medeniyet rüyası olan nesiller” söylemi, yeniden Gazâlî'ler, İbn Arabî'ler, Yunus'lar, Sinan'lar, Itrî'ler yetiştirecek uzun soluklu bir medeniyet mefkûresi etrafında geliştirilecek köklü bir eğitim sistemi fikri, birleştirici, bütün tepkileri bertaraf edici ve toplumun bütün kesimlerini kucaklayıcı kuşatıcı bir yaklaşım olacaktır, diye düşünüyorum.
EĞİTİM MESELESİ, BİR MEDENİYET MESELESİDİR
Eğitim, bu ülkenin en temel, en âciliyet kesbeden sorunudur; varoluş sorunumuzdur. Terörden daha önemli, daha hayatî bir sorundur. Millî güvenlik meselesi hâline gelmiş, kangrene dönüşmüş en yakıcı sorunudur bu ülkenin.
Eğer eğitimde, medeniyet dinamiklerimiz ekseninde devrim yapar ve büyük bir atılıma imza atarsak, kimse durduramaz bizi. Eğer eğitimi ihmal edersek, yanlış işler yaparsak, yok olmaktan kurtulamayız (Allah muhafaza.).
Eğitim meselesi, bir medeniyet meselesidir. Güçlü bir medeniyet tasavvuruna sahip olmayı gerektirir. Medeniyet tasavvuru, bir toplumun, Yaratıcı, Kâinât ve İnsan tasavvurundan oluşur. Tarih yapan, tarihin akışını değiştiren bütün büyük toplumlar, tarih yapmalarını, tarihin akışını değiştiren büyük atılımlar gerçekleştirmelerini, güçlü, köklü, kuşatıcı bir medeniyet tasavvuruna sahip olmalarına borçludur. Bütün büyük toplumlar, eğitim sistemlerini, kendi medeniyet tasavvurlarının sunduğu anlam haritaları çerçevesinde inşa ederler. Medeniyet tasavvuru güçlü ve köklü toplumların eğitim sistemleri, her alanda insanlığın önünü açan, yüzyıllarca, binyıllarca yaşayan çaplı, öncü insanlar yetiştirirler.
- Kültür dünyamız, müstemlekeci kafaların, metamorfoz yemiş, celladına âşık tasmalı çekirgelerin işgali altında!
Bir eğitim sistemi bunun için vardır, esas itibariyle. Bir eğitim sistemi, yüzyıl, iki yüzyıl bu tür öncü isimleri yetiştirmek için seferber eder bütün kaynaklarını. Başka türlü olmaz çünkü. Bir toplumun sahip olduğu güçlü ve köklü medeniyet tasavvuru, o toplumun çocuklarının dünyaya kompleksiz bakmasını sağlar. Medeniyet tasavvuruna, dolayısıyla medeniyet iddialarına dayalı bir eğitim sistemi, fikir dünyası, kültür, sanat ve ahlâk sistemleri inşa eden toplumlar, hem kendi ruh köklerini imajinatif şekillerde kullanmasını, hayatın her alanına uyarlamasını hem de dünyanın bütün kültürlerinden, medeniyetlerinden imajinatif şekillerde yararlanmasını iyi bilirler.
KANADI KIRIK KUŞ UÇAMAZ!
Tek kanatlı kuş uçamaz... Kanadı kırık bir kuşun uçmasını beklemek de hayaldir. Türkiye hem tek kanatlı kuş hem de kanadı kırık kuş gibi. Dünyanın sömürgeleştirilemeyen tek ülkesiyiz ama üzerimizden yüzlerce yıllık bir sömürge silindiri geçmiş, her şeyimizi tarumar etmiş bir müstemleke ülkesini andırıyoruz! Eğitim sistemimiz, bizim medeniyet iddialarımız, ruhumuz ve dinamiklerimiz ekseninde işlemiyor. Kültür dünyamız, müstemlekeci kafaların, metamorfoz yemiş, celladına âşık tasmalı çekirgelerin işgali altında!
Fikir hayatımız, yok bile. Bu ülkede topluma dayatılan ruhsuz eğitim, kültür, sanat ve medya sistemleri, ülkenin altını oymaktan, ülkenin altını oyacak mankurtlaştırılmış nesiller yetiştirmekten başka bir işe yaramıyor! Nedir bu?
Fiilen işgal edilemeyen bir ülkenin zihnen işgal edilmesi ve intiharın eşiğine sürüklenmesidir! Bin yıl dünya tarihine şekil vermiş! Batılılara Grek, Hint ve Mısır düşüncesini, bilimini öğretmiş, insanlığa adalete, hakkaniyete ve sulhe dayalı en evrensel medeniyet tecrübesini armağan etmiş bir medeniyetin çocukları için bundan daha fazla zelil edici başka bir şey olamaz herhalde! Bir ülkenin eğitim sistemi, çocuklarına, sadece kuru bilgi vermez. Bir ülkenin eğitim sistemi, çocuklarına ruh vermekle, ideal, kişilik ve tabiî ahlâk kazandırmakla yükümlüdür.
Unutmayalım: Başkalarının kavramlarıyla, bakış açılarıyla kendi dünyanızı kuramazsınız! Başkalarını kör kütük taklit ederek kendi ruhunuzu koruyamazsınız! Kültür, sanat ve fikir hayatı, yalnızca Batı'da üretilenleri buraya aktarmakla ya da burada tepe tepe tüketmekle, bu ülkenin önünü açamaz; bu ülkenin çocuklarının ufkunu genişletemez; aksine, bu ülkenin çocuklarını hem zihnen felçleştirir hem de fiilen köleleştirir.
SÖMÜRGECİ EĞİTİM, KÜLTÜR VE MEDYA REJİMİYLE KENDİ AYAĞIMIZA KURŞUN SIKIYORUZ!
Türkiye’de kendi medeniyet iddialarını önce inkâr eden, sonra da yok etmeye kalkışan sömürgeci bir eğitim sistemi; yozlaştırıcı, mankurtlaştırıcı bir kültür, sanat ve medya dünyası hükümfermâ!
Türkiye'deki eğitim sistemi de kültür, sanat ve medya dünyası da sömürgeci bir zihniyetin ürünü olduğu için birinci sınıf öncüler yetiştiremiyor; sadece Batılıların gönüllü acentesi gibi yaşayan, Batılıların ürettiklerini (üstelik de postası çıkmış döküntü ürünlerini, fikirlerini) burada tepe tepe tüketen celladına âşık tasmalı çekirgeler yetiştiriyor hâlâ! O yüzden kaygan zeminlerde patinaj yapıp duruyoruz ya iki asırdır! Böyle gitmez! Bu ne demektir peki, hiç düşündünüz mü? Biraz önce de dikkat çektiğim gibi, bir toplumun kendi elleriyle kendi çocuklarını intiharın eşiğine sürüklemesi demektir.
Bu sömürgeci eğitim sistem; mankurtlaştırıcı kültür ve sanat dünyası; bütün değerlerimizi yozlaştırıcı yoz ve sığ medya rejimi yıkılmadığı ve eğitim de, kültür de, sanat da, medya da kendi medeniyet dinamiklerimiz ekseninde sil baştan yeniden inşa edilmediği sürece bu toplum, hem iki asırlık zihinsel prangalarını kıramaz hem de insanlığın önünü açacak, (Batı uygarlığı gibi başka medeniyetlerin kökünü kazımayacak, başka kültürlere hayat hakkı tanımayacak, aksine bütün medeniyetlerden bizim medeniyetimizin kurucu kaynağını oluşturan vahyin ışığında, beslenmesini bilecek ve başka medeniyetleri de besleyebilecek.) hakikat medeniyetini yeniden sunamayız insanlığa, yeniden ve yenileyerek, taze bir ruh üfleyerek...
Bırakınız insanlığa bir medeniyet fikri sunmayı, bu topraklardaki varlığımızı bile koruyamayız. Bunu görebiliyor muyuz acaba?
KÜLTÜR VE MEDYAYI ISKALAYAN BİR EĞİTİM PROJESİ, KISA DEVRE YAPAR...
Burada altını çizmek istediğim hayatî nokta şu: Eğitimde gerçekten devrim yapabilmek için, fikir ve sanat, kültür ve medyayı da işin içine dâhil etmek lazım.
Kültür, medya ve eğitim artık iç içe geçmiş durumda. Dün bizim öğretmenlerimiz öğretmenlerdi sadece. Bugünkü kuşakların öğretmenleri sadece öğretmenleri değil, “akıllı telefonlar”! Öğretmenlerin öğretmenleri de aynı şekilde. Kültür dünyasından ve medyadan bağımsız bir eğitim sistemi kısa devre yapar. Genç kuşakların zihin dünyalarını aile de okul da şekillendirmiyor artık. Kültür endüstrisi, özellikle de medya şekillendiriyor. Film kültürü, müzik kültürü, dijital kültür, genç kuşakların zihin dünyalarının, zevklerinin, beğenilerinin şekillenmesinde okuldan daha fazla etkili bir işlev görüyor çağımızda. O yüzden eğitimde yapılacak bir atılım, kültür ve medyayı da eğitim sürecine dâhil edemezse, genç kuşaklara ulaşma, onların dünyalarını zenginleştirme imkânını yakalayamaz.
RUHUNU KORUYAMAYAN BİR ÜLKENİN VARLIĞINI KORUYABİLMESİ HAYALDİR!
Her zaman söylediğim gibi, gençlerini ihmal edenler, geleceklerini imha ederler. Hayalleri olmayanlar başkalarının hayalleriyle yaşarlar! Bu toplum, eğitim sistemini, kültür, sanat ve medya hayatını, insanlığın şiddetle ihtiyaç hissettiği bizim evrensel medeniyet değerlerimiz, ruh köklerimiz ekseninde sil baştan yeniden inşa edemezse, bırakınız insanlığa bir şeyler sunabilmeyi, varlığımızı sürdürebilmemiz bile tehlikeye girer. Bu ülkenin, özellikle de entelijansiyasının en temel sorunu, medeniyet sorunu, dolayısıyla hâdiselere kendi medeniyet perspektiflerimizle bakabilme, yorumlayabilme meselesidir.
Medeniyet fikrimizi, perspektifimizi, ruhumuzu, dinamiklerimizi, zihin setlerimizi, eğitim, düşünce, kültür, sanat, medya hayatımıza nakşetmenin, gergef gibi işlemenin yollarını bulamazsak, yok olmaktan kurtulamayız. Ruhunu koruyamayan bir ülkenin, varlığını korumasını beklemek olmayacak duaya âmin demektir. Ruh, köklerde gizlidir, göklere yönlendirir. Köklere inemezseniz, göklere yükselemezsiniz. Eğitimde, kültürde kazanılamayan bir istiklal ve istikbal mücadelesi, kaybedilmeye mahkûmdur. O yüzden, bu ülkenin eğitim, kültür, gençlik sorunu, terörden de ekonomik krizlerden de önemlidir ve millî güvenlik meselesi hâline gelmiştir!
BÜYÜK ATILIMIN 5 ŞARTI
Yazının son bölümünde sadece eğitimde değil, kültürde ve medyada da büyük atılım yapılabilmesinin olmazsa olmaz beş şartını, kurucu ilkesini kısaca, özlü bir şekilde sizlerle paylaşmak istiyorum:
1- Ruh köklerinin keşfi.
2- Ruh köklerimizin kaynağını oluşturan bizim medeniyet dinamiklerimiz ekseninde ufuk, zihin ve çığır açıcı bir eğitim sisteminin, fikir hayatının, kültür dünyasının ve medya rejiminin inşası.
3- Medeniyet iddialarını adım adım hayata geçirecek, ruh köklerini özümsemiş, pergelin sabit ayağını bizim medeniyet dinamiklerimize basacak, pergelin hareketli ayağıyla bütün dünyalara açılacak, özgüveni yüksek genç kuşakların yetiştirilmesi.
4- Fikir özgürlüğünün hiçbir engelle karşılaşmaması. Fikir özgürlüğünün olmadığı yerde, çığır açıcı atılımlar gerçekleştirilemez.
5- Sonuncusu ve önemlisi de bu dünyada yaşayacak ama bu dünyayı yaşamayacak, bu dünyayı aşacak, çağ aşacak, çağ açacak, çağrısı çağını kuracak, önümüzü açacak, fikir ve oluş çilesi çeken öncü bir kuşağın hazırlanması...