TABİATTA PAZAR TATİLİ YOKTUR: HENRI BERGSON

“Evet, evet bir yerden yakınlık duyuyorum ama diğer bir yandan da müthiş bir uzaklık hissediyorum, anlayamadım bir türlü” dediğinizi duyar gibiyim. Muhtemelen Türk’sünüz ve Bergson’la karşılaştınız. Panik yapmayın. Hatta Bergson’la karşılaşan ilk Türk entelektüeller de aynısını düşündüler. Nurettin Topçu, Necip Fazıl… Türkçe düşünme biçimine göz kırpan, ama gözü kapalı mı açık mı emin olamadığımız o isim Bergson. Doğru yerdesiniz.
1859 yılında Paris’te doğdu Henri Bergson. Her Yahudi gibi o da temelde dini bir eğitimin hakim olduğu bir çevrede büyüdü. Ve her düşünür gibi hayatındaki kırılmalarla yolunu bulmaya çalıştı. Çok küçük yaşlardan itibaren okumayla içli dışlı olan Bergson, henüz 15 yaşındayken inanç krizine girip Yahudiliği geride bıraktı. Bergson inanmayı değil de öğrendiği Yahudiliğin o spesifik formunu geride bıraktığını yıllar içerisinde ortaya koyduğu eserlerle tüm dünyaya anlatmış olacaktı. Çünkü bir tür modern haniflik peşindeydi.
Bugünkü imgesinin aksine çok genç yaşlarda matematik alanında çeşitli çalışmalar yapan Bergson, 1877 yılında önemli bir matematik probleminin çözümünü bularak ödül kazandı. Herkes Bergson’un pozitif ilimlerde ilerleyeceğini düşünürken, o tam tersi matematiği terk ederek beşerî bilgi alanında ilerlemeyi tercih etti. Fransa’da pozitivizmin, bilimin, aklın öne çıktığı bir dönemde böyle bir çalışma alanını tercih etmek cesur bir hamleydi. Karşısında modernleşen dünyanın maddeleri, kurumları ve zihniyeti vardı. Hala da çok güçlü olan bu zihniyete daha o dönemlerde, 20. yüzyılın başlarında derin bir cevap verecekti Bergson…
Bergson, maddeyi dışardan görülen fiziksel nitelikleriyle yetersiz buluyor ve sadece dışardan görülen özellikleriyle varlığın açıklanamayacağını söylüyordu. Bunu örneklemek gerekirse şunu söyleyebiliriz: Suyun bilimsel olarak nasıl meydana geldiğini, bileşiklerini ifade edebiliriz, fakat elimizi yüzümüzü yıkadığımızda hissettiğimiz halin madde dünyasındaki karşılığını dışardan bilemeyiz. Bir ateşin nasıl meydana geldiğini belirtebiliriz, ama yanan bir ateşin bizde uyandırdığı hisleri tam anlamıyla somut imkanlarla ifade edemeyiz. Bu iki örnek, Bergson’un hayatı kavrama esnasında aklı yetersiz bulduğunu net bir şekilde ifade ediyor aslında.
Maddeci ve pozitivist Avrupa’da hem eleştirilen hem de hayranlık duyulan bir isim haline gelen Bergson, zaman mefhumunu da yeniden düzenleyerek yeni bir kavrayış meydana getiriyor. Tanpınar’ın “Ne içindeyim zamanın/Ne de büsbütün dışında;/ Yekpâre, geniş bir ânın/ Parçalanmaz akışında” dediği ve Bergson’dan etkilendiği bu şiir Bergson’un zaman kavramının en anlaşılır hallerinden birisini temsil ediyor. Peki ne diyor Bergson? Zamanın insan tarafından icat edildiğini ve rakamlardan oluştuğunu söyleyen Bergson, adeta şunu söyler bize: “tabiatta Pazar tatili yoktur” Peki ne vardır?
Bergson zaman kavramına karşı “süreç” kavramını öne sürer. Yani Tanpınar’ın “Yekpâre, geniş bir ânın/ Parçalanmaz akışında” dediği yeri işaret eder. Zaman insanın dünyadaki ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla icat ettiği, geçmiş ve gelecek arasında kuşatıcı bir anlam taşımayan şeyken, süreç ise bilinç düzeyinde binlerce anın sürekliliğini ve akışını temsil eder. Hareket süreklidir, belirlenemez ve ele geçirilemez bir bütünlüktedir. Bütün bu teorileri ona 1927 yılında Nobel Edebiyat Ödülü olarak dönecektir…
Bergson, Avrupa’daki sürece benzer bir şekilde Türkiye’de artan materyalizm, pozitivizim gibi akımlara karşı, Müslüman kesimin entelektüel anlamda elini güçlendiren argümanlara kaynaklık etmiş isimlerden biri. Ondan etkilenen önemli isimler arasında; Nurettin Topçu, Necip Fazıl Kısakürek ve Mustafa Şekip Tunç zikredilebilir. 20. yüzyılın ortalarında, Anadolu kültürüyle yetişmiş, üniversite eğitimi almış bir Müslüman’ın, materyalist ve pozitivist eserlerle dolu Avrupa’da, aniden “bu dünyayı somut olarak algılamak yetmiyor, aklın ötesinde kavranacak bir şeyler olmalı” diyen Bergson’un kitabıyla karşılaştığını bir düşünün….