Merhametin kurumsallaşması

Merhametin kurumsallaşması.
Merhametin kurumsallaşması.

Merhamet, herhangi bir canlının acısını, kederini, mutsuzluğunu yüreğinde hissedip üzüntü duyma ve ona karşı yardım hissiyle dolma, acıma olarak sözlükte karşılığını buluyor. Rahman ve Rahim isimleriyle besmeleyi ziynetlendiren Cenab-ı Allah, son kitabını da bunun ile başlatarak bu iki ism-i celilini ön plana çıkarmakta. Rahmetin iki tezahürü olan bu iki ismi Türkçeye çevirirken “Esirgeyen ve Bağışlayan” anlamları yüklemekteyiz.

Rahim, dedik, anne dedik o halde ilkin bir valideden bahis açmam gerekli: Sultan Abdülmecid’in annesi Bezmiâlem Vâlide Sultan. Bir padişahın annesi olmak; yalnızca doğurduğu bir şehzadenin bahtında taht olmasıyla alakalı değil malum. “Valide Sultan” unvanına sahip olmak bir protokol mevzuu olmanın ötesinde, padişahın hayatını idame ettirdiği Harem’in bir numaralı idarecisi olma mesuliyetini de kişinin omuzlarına yükler. Padişahı yalnız karnında taşımakla kalmayan bu kadınlar, tahta oturduktan sonra da onu koruyup kollar, halkının idaresi sırasında padişaha destek olurken, valideliğini cümle mülkü himaye etmekten de geri durmaz. Bezmiâlem Valide Sultan’ın Dolmabahçe Sarayı’nın hemen yanına kondurduğu zarif camisi bu bahse konu değil lakin. Bizim esas işaret etmek niyetinde olduğumuz: Vakıf Gureba.

Gureba, yani garipler hastanelerinin öncüsü olan İstanbul’daki hastaneden sonra Bezmiâlem Vâlide Sultan’ın 1850’de Mekke’de yapımına karar verdiği ikinci Gureba Hastahanesi’ni tammalayıp hizmete açmak ancak torunu II. Abdülhamid’e nasip olacaktır. Bununla birlikte Emin Muhlis Paşa İzmir’de, Pertevniyal Vâlide Sultan da Medine’de gureba hastahaneleri kurmuşlardır.

Maslow’un piramidi şöyle dursun, insanı yaşat ki devlet yaşasın, düsturuyla idare mekanizmasını inşa eden bir yapının -zaman zaman sorunlu ve aksayan aksları olsa da- her devirde ihtiyaçları belirleyip toplumu o istikamete sevk etmekten başka bir yöntemi olamazdı. II. Mahmud’un eğitim reformuyla memleketteki çocuklar sıbyan mekteplerine yönlendirilmişti. Sanayi devriminin neticesinde nitelikli iş gücüne ihtiyacın da artmasına müsavi olarak eğitimin hususiyeti daha da artmıştı.

Tuna Valisi Midhat Paşa tarafından 1863 yılında Niş’te kurulan ilk ıslahhane yetim ve öksüz veya aileleri kendilerine bakamayacak kadar fakir olan Müslüman ve gayrimüslim çocuklara temel eğitim vermek ve meslek kazandırmak amacını taşımaktaydı. İlk senenin sonunda alınan neticenin müspet olması üzerine önce Tuna vilayetinde Rusçuk ve Köstence’de birer ıslahhane daha açılmış ve nihayet birkaç sene içinde bu faaliyet hem Anadolu’da hem de Rumeli’de birçok vilayette ıslahhanelerin açılması neticesini doğurmuştu.

1864 Cem’iyyet-i Tedrîsiyye-i İslâmiyye adıyla İstanbul’da faaliyete başlayan bir dernek, azaları içindeki devletlülerin teşvik ve desteğiyle evvela Simkeşhâne’deki Vâlide Emetullah Kadın Mektebi’nde bir çırak okulu açarak işe başlayacaktı. Takvimler 1873’e geldiğinde Paris sefaretinden dönen Sakızlı Ahmed Esad Paşa’nın tavsiyesi üzerine cemiyet Dârüşşafakati’l-İslâmiyye adıyla bir mektep kurmaya karar verir. Bu yeni okulun Müslüman kız ve erkek yetimlere mahsus bir kurum olmasını düşünülürse de o devir için yalnız erkek çocuklar yatılı olarak okula kabul edilirler. Mektebin, İstanbul’un en havadar yeri sayılan Sultan Selim ile Fâtih camileri arasında, Haliç ve Boğaz girişine hâkim bir tepe üzerinde inşa edilmesi kararlaştırılırken arsasını bizzat Sultan Abdülaziz tarafından satın alınmıştı.

1896’da, Abdülhamid tarafından hizmete açılan Darülaceze içinde barınma imkânıyla beraber 200 yataklı hastane, çamaşırhane hamam gibi hizmet binaları, fırın ve mabedler (cami, kilise, havra) ve el sanatları ile ilgili imalathaneler bulunmaktaydı. Terke edilmiş çocuklar için ırda’hane (süt emzirme yeri) de bulunan Darülaceze’de yedi yaşına gelen çocuklar yetimhaneye yerleştiriliyordu. Yapı içinde bir de okul bulunmaktaydı. Okumak isteyen çocuklar iki saat okula gitmekte, okusun okumasın bütün çocuklar günde dört saat imalathanede bir sanat öğrenip çalışmakla mükellefti. Kendi imkânlarıyla ayakta kalması istenen Darülaceze’de okumayan her çocuk imalathanelerde bir sanat öğrenmeliydi; halıcılık, dokumacılık, terzilik, çorapçılık, kunduracılık, marangozluk, demircilik ve fotoğrafçılık gibi.

1914’te Maarif Nazırı Ahmed Şükrü Bey’in teklifiyle Darüleytam (yetimler evi) kurulacaktı. I. Dünya Savaşı sırasında Türkiye’yi terk eden İngiliz, Fransız ve İtalyanların boşalttıkları okullar dârüleytam haline getirildi ve savaşlar sebebiyle kimsesiz kalan çocuklar açılan bu müesseselere yerleştirildi. Kısa zamanda buralara alınan çocukların sayısı 16.000’e ulaştı. Aslında anlatacağım bir husus daha vardı ama yerim bitti. Onu da hassaten yazarım inşallah. Merhamet görenin, hissedenin ve unutmayanın hassasiyetidir.