İmkansızın türküsü

İMKÂNSIZIN TÜRKÜSÜ
İMKÂNSIZIN TÜRKÜSÜ

Pop müziğinde aşk, gerçek anlamda onunla şiirsel bir kentlileşme kimliği kazanır; aşkı bir müzik teması olmaktan çıkarır, her seferinde ferdi hayatın acılarından insan olmanın maneviyatına dökülen bir deneyime dönüştürür.

Sezen Aksu, istekleriyle hayat arasında yalpaladıkça dengesini bulmaya çalışan kentli insanın kalbi olmayı aşama aşama ilerleyerek başarmış bir imkânsızlık poetikasıdır. O poetika, tutku, tecrübe, çalışma, yetenek ve aşk yanında değişimi okuyabilme yetisiyle örülmüştür. Popüler müzik kültürünün beden merkezli kalıbını sessel değerlerle fethedip kendisine özgü yeni bir beden bile icat etmek ise az şey değildir. Aksu’nun bedenlenişinde Türkiye sosyolojisinin dinamik ve canlı hücreleri daima nefes alıp verir. Bir arayış vardır sürekli doğasında fakat büyük iniş çıkışlar içermez yürüyüşü. İstikrar her albümde yeni buluşlara gebe kalır. Kitleselliği ise dışarıdan ona pompalanan imajlarla değil, tutum ve sesinin insan kalbiyle iletişim kurabilme kabiliyetine dayanır. Aşk, bir atom değerindedir Sezen Aksu’da; her seferinde ferdi hayatın acılarından insan olmanın maneviyatına dökülür. Pop müziğinde aşk, gerçek anlamda onunla şiirsel bir kentlileşme kimliği kazanır. Aşkı bir müzik teması olmaktan çıkarır. Beste yapma yeteneği, söz yazarlığı ve söyleme tutkusu dışarıdan aldığı destekleri hızla içselleştirmesine katkı sağlar. 'Kaybolan Yıllar' kavramı, arabesk müziğinde bir geri dönüşsüzlük olarak öne çıkarken Sezen Aksu için hep umudun ve gelecek zamanın tesellisine dönüşür. O, Türkiye’nin insan kırılmalarını sarmalama yetisine sahiptir.

  • Sezen Aksu, yokluğun varlık türküsü olmasının hikâyesidir.

Benim için de ilk gençliğimden beri Sezen Aksu hep bilindik bir isimdi fakat bir düşünme modeline dönüşmesi sonradan gerçekleşti. 1995 Ağustos’unda Karadeniz’deydim ve bir hafta boyunca Rize-Artvin arasında mavi ile yeşilin tonları arasında dalgalanıyordum. Sabahın erken saatinde deniz, kâinatın çok müphem bir sırrını fısıldayacakmış gibi titreşiyor, sonra pervasızca geri çekiliyordu. Fakat yeşil öyle değildi. Fırtına Vadisi boyunca köpüren soğuk sularla yarışıyor, kestaneden çama, orman güllerinden köknara, çapkın ıhlamurdan taflan burukluğuna kadar olmayanı bile işmar ediyordu. Eşiğindeydim ruhen her ihtimalin o vakitler. Olmakla çözülmek arasında geriliyordum. Her an içsel bir büzüşme beni işgal edebilirdi. Bedenim otuz yaşın sınırında şaşalamış, şiirini sağacağı boşluğu arıyordu. Çoruh boyunca yol alıp önce Artvin’e, arkasından Şavşat’a çıkınca evren iyice değişmiş, ben kendimi oluşun sisi içinde kaybolmuş bulmuştum. Ve orada bir kadın sesi, müzikle kanatlanıp kâinatım olmuştu.

Şavşat’ta gecelediğimiz gün yağmur başka bir hayvana dönüşmüş, şimşekli pençeleriyle zamanı tarumar etmişti. Bir televizyoncu için olağanüstü sürprizler yaratıyordu tabiat. Birden güneş açıyor, gökkuşağı dikiliyor, karlı dağlar birer eşkıya türküsü tutturuyor, su daima genç fakat aşka yüz vermeyen kadın misali cilveli cilveli akıyordu dört bir yandan. Zihnimin maverasında o sesin orkestrası çalışıyor, gördüğüm, dokunduğum her şeyi parçalıyordu. Müzik nebulamsı bir maya kazanmıştı. Sezen Aksu’nun kısa süre önce çıkan Işık Doğudan Yükselir albümü birer ışık sütunu halinde cinnetin en saf elbisesine bürünüyor, 'Daimiyem her can ermez bu sırra' nidasıyla bütün anaforunu bana doğru çalıştırıyordu. Her nesil onda kendisini ateşleyecek bir kıvılcım yakalıyordu işte. Otuzlu yaş ve şiirsel evriliş, güzelce bu sesle beni vurup kalbimde sarmalanıveriyordu.

İnsanın tecrübesi toplumsal bir niteliğe de sahiptir. Onun müziğinin etkileme gücüyle sevilme gerekçesi aynı menbadan kaynar: İçtenlik. Sezen Aksu içindeki şiir tutkusunu kısa zamanda aşk tülbentinden süzüyor, başta gençler olmak üzere herkesin gönlünü kazanıyordu. Sevilme isteği bütün canlılarda ortak değerdi ve uzun vadede bazı varlıklar sevilme isteğini sevme yöntemine dönüştürüyordu. İzmir’de matematik öğretmeni anne-babanın kızı Sezen Aksu, Yeşilçam’dan miras 'Ayşecik' karakterini giyinirken en başta bu halenin çemberindeydi. Toplumsal romantizmin paketleyip kitlenin iştahına bıraktığı Ayşecik’te bütün Cumhuriyet çocuklarının yoksunlukları ve çaresizlikleri de birikmişti. Sabah gözlerinde çapakla uyanan bu çocuklar öpücük aynasına ihtiyaç duyuyorlardı. Çapaklı bir çocuk yüzüydü başta Sezen Aksu’nunki de. Ayşecik Anadolu, Ajda Pekkan ise İstanbul istenci olarak içine yerleşmiş, sonra da çift kanatla onu ileri taşımıştı.

Her başarı virajlı, sapaklı, sapa, düz, zor, çakıllı, dalgalı, sakin bir süreçtir ve başlangıçta çokça hayal kırıklıkları vardır. Sanata kaynaklık eden çocukluk bir yandan çocuğun kontrolündedir. Azap, büyümekle başlar. Sezen Aksu’nun henüz lise çağında evlilik yaşaması, Anadolulu nice Ayşecik’in kırılmasıdır. Fakat bu kırılma, sanatta kanama/kaynama vasfı kazanır zamanla. Onun başarısı, düştüğü kuyudan korkmayışıdır. Suçluluk duygusu başka bir yük olarak biner böylesi dönemeçlerde. Zaten neşe biraz da bu bitmeyen suçluluk kanamasından süzülür. Aksu’daki neşe, kederin gerçekliğinden kaynaklanır. Ve lisedeki edebiyat öğretmeni Nazan Güntürk’ün hep bir çalar saat olarak çalışacaktır Sezen Aksu’da. Şiirden kopmaması, yetkin bir inançla kendisini şair olarak sunmama erdemi bu öğretmen sevgisinden kaynaklanır. Rüştü Şardağ gibi hocalardan ders alması ise sadece bir kültür derecesidir.

Sezen Aksu’nun erken yaşta ilk 45’liğini bastırması bile bir başarıdır fakat hem bedensel hem de müziksel parantez onu da mahkûm eder: Minik Serçe. Serçe zaten miniktir de, popüler dünyanın satış aklı başka şeye çalışmaz. Yine de, yeni ses arama ihtiyacı sık sık şarkı yarışması düzenleme ihtiyacı doğurur bu âlemde. Girdiği yarışmada altıncı olması, onun yenilgiden aldığı tada dönüşür. İlginç olan, bu süreçte şehirler arası telefon şebekesinde ses bağlayıcısı işine bile girmesidir PTT’de. Ses, curcunanın kemiği olur böylece. Duygu, hep çekim kuyusudur Sezen Aksu’da. Oraya düşmekten geri durmaz. İnat, bir iklimdir ay. 1976 tarihli 'Kusura Bakma' şarkısı biraz da “kusura bakmayın ama savaşacağım” demektir. 1980 İhtilali’nin eşiğinde 'Kaybolan Yıllar' ile hayatına yeni bir hiza çeker. Kayıp fikri, yaşama arzusunun başlangıcıdır aslında. Kentli orta sınıf, kaybetmeyi kader saymaz.

1995 Ağustos’unda Şavşat’ın her köşesinde tabiat cinlerinin düğünü ederken, Işık Doğudan Yükselir nidası bana bir müzik insanının Türkiye’nin oluş sancılarını omuzlayışı gibi gözükmüştü. Ayşecik kentlileşmiş, Ajda Pekkan sofistike bir üst kimlik kazanmıştı çoktan. 'Ne ağlarsın benim zülf-i siyahım' nidası, Şavşat Karagöl sabahında canımı okladı. Sesin irtifasında ben kendimi buldum. Belli ki her kuşak onunla beraber etkileşime giriyor, müzik eğlencenin ötesinde sofistike bir işlevsellik kazanıyordu.

Sezen Aksu, yokluğun varlık türküsü olmasının hikâyesidir. İrtifa kat etmiştir bu fikir her albümde. İrtifa kolay kat edilmez. 'Sen de benim hatalarımdan birisin', 'Sen ağlama' kanat hareketleridir mesela. Onno Tunç’un onun hayatına girmesi ise başka bir âleme geçiştir adeta. Aşk, özel hayatın ipeğinden süzülerek toplumsallaştırılır bu dönemde. Açıklık, Türkiye’nin ses ve kültür birikimine açıklık, Sezen Aksu yaratıcılığının madeni olur daima. Toplumsal olanla tarihsel olanın çakışması tam da popüler kültürün küme düştüğü yerden koltuklanışı onun sayesinde gerçekleşir.

Genç kadınlar ve erkekler kadar orta yaş grubundaki insanlar, Sezen Aksu’nun her yeni albümünde kendilerinden bir şey bulmaya başlarlar. Giydirme bir sosyoloji değildir temas ettiği. Ontolojik durağı iyi tayin edilmiş yola çıkışlardır. Dili, sesi, duyuşu gittikçe cüret kazanır. Protest nezaket, kadınlık halleri, feminizm parantezine bulanmadan onurlu bir çehreye bürünür. "Git, gitme!" paradoksu bile onda çekim gücü kazanır. Bedenin daima iştah kabarttığı popüler âlemde Sezen Aksu, müzik, ses ve skandala prim vermeyen özgünlükle ayakta kalır. Bu, onu toplumsal yapan sırdır. "Gülümse", "Şinanay", "Hadi bakalım", "Canlı bir toplumun 'Beni Unutma' hep hayattayım" nidasıdır. Sezen Aksu, hayatın aşkla can bulmasıdır: ayakta, yıkılmadan.