Huzursuz soytarıların kederi

Kırmızı karanlık salonun ortasında, üzerindeki koyu kırmızı kostümü ve kafasındaki üç uçlu püsküllü külahıyla düşünceli soytarı, büyük yıkımın temsilidir. Evet, palyaço bile üzgünse, güldürü bitmiştir. Yıkımın ilk habercisidir bu.
Bir trajedinin hikâyesi, bazen uzun süren yasların arasında parlayarak anlamını bulur, bazen karıncalanan belleklerin içinde yuvasını arar, bazen de nasıl olduğu anlaşılmaz biçimde, üzgün bir palyaçonun gözlerine sığınacak kadar keskinleşir. Ve hikâye, soytarının, gerçeği fark etmenin ağırlığıyla çökmüş gözlerinde bekler. Hikâye soytarının görüneni reddeden çelişkiyi anlayan yüzünde durur.
Kırmızı karanlık salonun ortasında, üzerindeki koyu kırmızı kostümü ve kafasındaki üç uçlu püsküllü külahıyla düşünceli soytarı, büyük yıkımın temsilidir. Evet, palyaço bile üzgünse, güldürü bitmiştir. Yıkımın ilk habercisidir bu. Ayaklarının altında kaymış halıyla birlikte çöktüğü koltuk, dirseklerini dayayıp güç alsa da, aslında “yığıldığı” yerdir. Yığılmış ve yıkılmıştır. Sırtını eğlenceye dönmüş, gözlerini boşluğa dikmiş, şatafatı yüceltme vazifesine ara vermiş, kendi sahnesindeki yalnızlığıyla o soytarı. Saraydaki tek endişeli. Endişenin uğramayacağı yegâne kişi olarak üstelik. Evet bu hali endişe verici. Herkesin tanıdığı şöhretli biri aslında. Polonya kraliyet ailesini eğlendirmekle görevli resmi saray soytarısı. Adı Stańczyk (Stançık). Üç krala hizmet etmiş, kraliyet üyelerini güldürmüş, sarayı evi bilmiş ve Polonya’yı herkesten çok sevmiş; ama bugün kederli. Kralın kurmaylarından daha cesur olmakla meşhur Stańczyk. Kahkahasında acının izleri var, gerçeği duymak istemeyenlere "eğlenceli" olmayan haberlerden bahsedebilecek tek kişi o. Doğruları söyleyebilecek cesarete sahip çünkü. Soytarı olduğunu biliyor, dalkavuk olmadığından emin.
Stańczyk, kraliyet balosuna sırtını dönmüş, kırmızı karanlıklar içinde suratı asık halde otururken, devam eden eğlencenin baş aktörü olduğunu biliyordur; ama nümayişe katılmaz. Çünkü masanın üzerindeki sayfası açık mektuptaki kara haber, balo gecesinin büyüsünü bozacak kadar büyüktür. Smolensk şehri düşmüştür. Moskova Knezliği’nin bu kaleyi ele geçirerek Lehler için geri dönüşü olmayan düşüşü başlatması, bizi yeniden Polonya’nın kaderinin değiştiği o balo gecesine, yani soytarının kederine götürüyor. Rusların zaferi, geceye kan sıçratmışsa da, bu kan yalnızca Stańczyk’ın gölgelenmiş yüzüne yansımıştır. Soytarı huzursuzdur. Pencereden görünen Wawel Katedrali’nin krallara taç giydirilen simgeselliğine eklemlenen uğursuz kuyrukluyıldızı, yaklaşan felaketin habercisidir. Uzak pencereden yansıyan, masanın üstünde beliren ve arkadaki baloda görünen şey "aynı"dır.
Ressam Jan Matejko’nun derin tarihi anlamlarla örülü bu tablosu, Polonya tarihine ait hususi hadiseleri odağına alsa da zamansız, evrensel, eleştirel olmayı hak eden anlatımıyla sözübugüne kalmış şah eserlerden sayılır. Gerçeğin peşinden koşanlar, doğruyu söylemek zorunda olanlar, hakikati arayanlar soytarılaştırılır. Nümayişe katılmaları, eğlenceye ara vermemeleri, soytarılık yapmaları istenir onlardan.
Bazı soytarılar, acı tebessümlerinin altına gömülür, Stanczyk da bunlardan biriydi. Soytarının kederi gerçektir.