Her Şeyin Kaderi - II: Aslanın Ağzındaki Zavallı Geyik

Her Şeyin Kaderi - II: Aslanın Ağzındaki Zavallı Geyik
Her Şeyin Kaderi - II: Aslanın Ağzındaki Zavallı Geyik

İki soru vardır ki gece birbirinin ikizi gibidir. Birini soran diğerini de sorar.

Aslanın Ağzındaki Zavallı Geyik

İki soru vardır ki gece birbirinin ikizi gibidir. Birini soran diğerini de sorar.

İlki gece gibi karartır günümüzü, sormadan duramayız bir türlü: ‘‘Neden ben? Bu niye benim başıma geldi? Bunu hak edecek ne yaptım? Herkes ezberlemişçesine, ‘Her işte bir hayır vardır.’ dese de ben hayır göremiyorum.” deriz ve bunu söyleyenlere sinirleniriz.

İkinci soru da bizim dışımızda cereyan eden musibetlerde zihnimize musallat olur, bir başkasının başına gelenlerden doğar. Misal, eti için kesilmekte olan hayvanın acı çektiğini hayal eder ve isyan ederiz. Ya da aslanın ağzında yutulmayı bekleyen geyiği görünce içimiz cız eder. Geyiğin acı içinde kıvrandığını hayal eder, geyiğin yerine acı çeker ve üzülürüz. “Merhametli olduğu söylenen Yaratıcı bunlara neden izin veriyor?” diye hayıflanırız.

Her iki tür sorgulamada fıtridir, insanidir, bir yol arayışıdır. İnsan yaşamda bir hikmet ve anlam bulmak ister. Perdeler açılsın sırlar açığa çıksın ister. Bir anlam ve bütünlük ihtiyacından kaynaklanır bu sorgulama. İnsan hikmetli bir dünyanın özlemiyle yaratılmıştır. Kimse boşu boşuna acı çekmek istemez. Her acının bir anlamı olsun ister.

Bir musibet başımıza geldiğinde, stresli durum ve dönemlerde verdiğimiz tepki psikolojik sağlamlılık (psychological resilience) kapasitemizi ele verir. İsyan edip dağılacak mıyız, yoksa yeniden bir anlam kurup başımıza gelenin üstünden atlayıp yeni bir anlam kurarak yola devam mı edeceğiz?

Psikolojik sağlamlılığı bozan “Niye başıma geldi?” diye isyan etmektir. İsyan olayları anlamlandırma gücünü bozar, insana katı bir bakış açısı sunar ve içsel dayanma noktalarını tıkar, insanı değersiz hissettirerek kendisiyle arasını bozar, kendine ve hayata küser. İçte bir yangın gibidir isyan. Her şeyi aydınlatır gibi görünerek insanı aldatır sonra insanı kül eder.

Psikolojik dirayet sabırla doğrudan ilintilidir. Sabır, kaderin tokadını yiyip boynunu büküp beklemek değildir. Bilakis musibetin içindeki rahmeti, terbiyeyi ve ilahi hikmeti görerek kalbi diri tutmayı bilebilmektir.

Başımıza gelen musibetlerin genel hikmetleri vardır. Musibetler sonsuz acizliğimizi bize öğretmek için gönderilir. Musibet; bu haliyle bir öğretici, terbiye edici vasfına haizdir. “Ben güçlüyüm.”, “Her şey kontrolüm altında.”, “Ben yaparım, başarırım.” gibi insanın vehimlerini kırar. Musibet insanın elinden tutar ve ona şunu öğretir: “Sen sonsuz acizsin.” Musibetlerle hayat tasaffi eder, saflaşır, insan kendi hakikatine ulaşır. Musibet gafleti dağıtır, dünyanın faniliğini bize öğretir, dünyaya yapışan nazarımızı çözerek ahirete çevirir.

Başımıza gelen musibetlerin kişiye özgü hikmeti ise sırlıdır. Nefis; acelecidir ve yaşadığımız musibetlerin içindeki hikmeti, hayrı, güzelliği hemen görmek ister, bilmek ve ferahlamak ister. Yaratıcı ise bu hikmetleri hemen göstermez, hatta bu dünyada hiç göstermez, ahirette perdeyi kaldırır ve hikmet açığa çıkar. Çünkü musibetlerin hikmeti, hayır ve rahmeti hemen gösterilse kişi zorunlu olarak kadere teslim olur, kaderine razı olur ki bu gerçek bir teslimiyet değildir. Olanın ardındaki hikmeti hemen görse bir insan elbette ki vereceği tepki “Canım Allah’ım iyi ki bu musibeti vermişsin bana.” demek olurdu. Ve bu da yapmacık, zorunlu, iradi olmayan bir teslimiyet hâli olurdu.

Kur’an’da iman edenler, “Elleżîne yu/minûne bilġaybi” (Bakara; 2) yani “Onlar gayba iman ederler.” olarak tarif edilir. Cennet ve cehennem bizim için gaybidir fakat gözümüzle görüyormuşçasına iman ederiz. Mutlak Varlık’ı görmeyiz ama iman ederiz. Melekleri hayatımızda bir kere görmemişizdir ama varlıklarından eminizdir. Müminlerin Mutlak Varlık tarafından sevilmesinin bir sırrı da budur. Görmediği halde iman etmeleri. Gaybi bilginin bir başka çeşidi de hem bizim hem diğer varlıkların başına gelen hadiselerin hikmetinin gaybi oluşudur. Her musibetin elbette hikmeti vardır ama gözümüzün önünde değildir. O’nun sonsuz ilim ve hikmet dairesinde O’nun bilgisindedir.

Musibetlerdeki gaybi olan hikmet ve hayrın varlığına gözümüz görüyormuşçasına iman etmemiz musibet hâlleri dışında hem kendi hayatımızda hem kâinatta tecelli eden rahmeti fark etmemizle doğru orantılıdır. Kainattaki her varlık ve hayatlarımızın her anı sonsuz kaderle şekillenip, biçimlendirilerek sonsuz kudretle yaratılmaktadır. Sonsuz rahmet her an her varlığı ve hayatlarımızı kuşatmaktadır. Bunun idraki son derece elzemdir. Bu musibetlerle karşılaştığımızda dayanak noktası olacak, bu sonsuz rahmet güvencemiz olarak, musibet anında kadere imanızın alt yapısını teşkil edecektir.

Hikmeti ve hayrı gaybi olan, açık olmayan, perdeler arasında saklanmış olan musibetlerdeki hikmetin ve hayrın varlığını işte bu hikmet ve hayra sığınarak biliriz. Burada çıkarım, istidlal metoduna başvururuz. Sonsuz rahmeti kâinatı kuşatan Mutlak Varlık, şimdi bu musibetin içinde de bir hayır ve hikmet gizlemiştir sonucuna varırız. Adeta gözümüzle görüyormuşçasına. Çünkü musibet hâlleri dışında gözümüzle gördüğümüz her varlığı kuşatan rahmet vardır, önümüzdedir, yanı başımızdadır bu rahmet.

Kaderi tenkit edenlerin, ‘‘Niye başıma geldi?’’ diye isyan edenlerin, musibet dışında akan giden hayattan gaflet içinde oldukları; bu hayattaki rahmeti, güzelliği, sanatı, intizamı idrak etmeyi ıskaladıkları, zihinlerinin günlük hayatın hay huyunda yitip gitmiş olması yadsınamaz bir gerçektir. Musibet dışı hayatın mucizeliğini, rahmetin her şeyi kuşattığını, her an her varlığın ve kendi hayatının kaderinin mutlak güzel olduğunu göremeyen musibet geldiğinde hayat elinden alınmış zanneder, vehimler ve vesveseler içinde boğulur gider.

Gelelim ikinci soruya. Aslanın ağzındaki geyikte nasıl bir merhamet saklıdır. Bu sorunun cevabını da ancak akıl yürütme, istidlal ve çıkarsamalar ile verebiliriz. Mutlak Varlık, mutlak merhamet sahibidir. Bu ezbere bir bilgi değildir. Bu neticeye kâinatı şöyle bir tefekkür etmekle rahatlıkla varabiliriz; bir yavru kedinin annesinin memesini emmesinden, her varlığın rızkının verilişinden, gökten inen yağmurdan, derelerden, açan çiçeklerden, bir bebeğin suretinden.

Aslanın ağzındaki geyikte merhamet göremeyenler ormanın derinliklerinde zıp zıp zıplayan geyikte de merhamet göremezler. Kâinat onların nazarında donuktur, varlıklar birbirine yabancıdır. Varlıklar ölü varlıklardır nazarlarında. Kâinatın normal işleyişinde merhamet göremeyen bir aslanın ağzında geyikte merhamet göremez.

İman eden kişi aslanın ağzındaki geyikte nasıl merhamet görebilir peki? Elbette ki, O’na güvenerek. Yine çıkarımla, istidlal yoluyla. Kâinatta her varlığı kuşatan merhamet sahibi bir Mutlak Varlık, aslanın ağzındaki geyiğe acı çektirmez. Bu Mutlak Varlık’ın mutlak merhametine aykırıdır.

Nerden biliyoruz acı çekmediğini? Bilmiyoruz. İman ehli olarak biz Mutlak Varlık’a güveniyoruz, O’nun sonsuz şefkatine güveniyoruz, itimat ediyoruz, O’nun sonsuz merhametine teslim oluyoruz. O, abes iş yapmaz, O merhametsizlik yapmaz. Geyiğin sahibi de O’dur. “Sahibi olduğu varlığı acılar içinde kıvrandırarak ona ölüm vermez.” diye O’na güveniyor, teslim oluyoruz. Kainattaki her varlığın kaderini biliyoruz. Geyiğin kırlarda hoplayıp zıpladığı zamanlardaki kaderini güzel görüyoruz ve bu kaderi belirleyenin Mutlak İrade sahibi Zat olduğundan eminiz. Ve işte bu eminlik hissi aslanın ağzındaki geyiğin kaderinin de güzel olacağına, Yaratıcı’nın ona o anda acı çektirmeyeceği bilgisine götürüyor bizi.

Gaybı Allah bilir ve bu bizim sığınamızdır. Bildiklerimizi O bildirir, öğretir, bilmediklerimizi O bilir. Bu imanın verdiği serinliktir.