Her geçmiş biraz güncellenir

HER GEÇMİŞ BİRAZ GÜNCELLENİR
HER GEÇMİŞ BİRAZ GÜNCELLENİR

Her gün, neden burada durduğunu unutmuş gibi yapması bundandı. Kimsenin ölmediği ama kimsenin de aynı kalmadığı bir meydanda her gün tekrar eden bir savaşta, taraflar bile tam olarak belli değildi.

Her şey eve geri dönüşle ya da evden vazgeçişle başlar.

Yedinci basamakta durdu. Ayakkabısının bağcığının kavi olmadığını düşünüp eğildi. Bağcığı iki parmağıyla kontrol ettikten sonra, çözüp bağlamaktan vazgeçti. Bu kadarı yeterliydi günü geçirmek için. Kafasını kaldırıp doğrulduktan sonra bu basamakta neden durduğunu hatırladı. Bu rutubet kokan merdivenlerde neden bu kadar uzun süre durduğunu unutup, daha sonrasında hatırlamış gibi yaptı. Çünkü yıllardır, hatta kendini bildi bileli yedinci basamakta duruyordu. Kendini kandırmaya çalıştığının farkındaydı, yine de “unutma” arzusu onu her Allah’ın günü, tam burada, yedinci merdivende buluyordu. Sanki yüzyıllardır süren bu alışkanlığının, hastalığının içinde, ordunun önündeki deliler gibi kaderine karşı bir “yarma” harekâtına girişiyordu. Kimsenin ölmediği ama kimsenin de aynı kalmadığı bir meydanda her gün tekrar eden bu savaşta, taraflar bile tam olarak belli değildi. Kaderini kırmak, onda bir şaşkınlık yaratmak istiyordu. Her gün, neden burada durduğunu unutmuş gibi yapması bundandı.

Yedinci basamakta sanki inme inmiş gibi birden durmuştu işte, apartmanın terleyen duvarlarına sol elinin içini yaslamış, ardından tiksinti ile geri çekmişti. Her şey bir önceki günün aynıydı ve sonsuz bir aynılıkla devam ediyordu. İlk aynılık bitmiş, ikinci aynılık hemen kulisten koştur koştur sahneye gelmişti. Evin kapısından dışarıya çıkışını ve ilk merdivenden ikinciye adım atışını düşünmeye başladı. Her adımın bir sonrakini etkilediğini ve bir önceki adımını da değiştirdiğini düşünüyordu. Ona göre geçmiş şimdide gerçekleşen herhangi bir hareket ile birlikte yeniden inşa ediliyordu. Geçmiş asla “aynı” kalmıyordu. Her an yeni bir geçmişi yorumlamak, öğrenmek, karşısında bulmak, yeni geçmişini kavrayamadan, onunla başkalarının arasına karışmak İsmet’i ıstırap içinde bırakıyordu.

Her gün, ama Allah’ın her günü yedinci basamakta duruyor ve ilk basamaktaki ruh hâlini, o anda aklından neler geçtiğini düşünmeye başlıyordu. Durmaz bir çark çalışıyordu her adımda, sanki zihninde bir yazar grubu her şeyi bu adımla birlikte gerisingeri yeniden bir okumaya tabi tutuyor ve ona yeni bir geçmiş yazıyorlardı. Annesinin cenazesini, Zehra’yı gördüğü günü, işten kovulduğu anı, eski arkadaşlarını hatta bazen evinin yolunu bile farklı hatırlıyordu. Daha dün karşılaştığı geçmişlerinden birinde annesinin mezarına toprak atmadığı için kendisini hayırsız, işe yaramaz bir evlat ilan edişi de bundandı. Annesinin yüzünü bile farklı hatırlıyordu evden her çıkışında; söz gelimi annesinin alnının sağ yanında yüzyıllardır bir antik kent gibi duran beni hiç var olmamıştı. Sokağa adım atmadan duvarda asılı duran annesinin fotoğrafına uzun uzun baktıysa da evden çıkar çıkmaz her şey değişiyordu. Annesinin yüzü… Yedi merdiven… Sokağa çıkar çıkmaz…

Çocukluktan kalma ama sebebini bir türlü çözemediği bu yedi merdivenlik alışkanlığını türlü felaketlerde ve kriz anlarında da sürdürmekten alıkoyamıyordu kendini. Geçtiğimiz mart ayında, Zehra’nın fotoğrafına bakarken birden telefonunu elinden düşüren o depremde, kendisini bir şekilde evin kapısından dışarı atmış, hızlı hızlı altı basamağı inmiş ama yedincide çakılı kalmıştı. Korkmuştu korkmasına ama ayakları gitmemiş, beyni “yürü” komutunu vermemişti. Hiyerarşi işlemez olmuş, bürokrasi çökmüştü zihninde. Komşular feryat-figan aşağı doğru koştururlarken o, sanki depremin içinde kaybolmuş ya da zamanın bir yerinde unutulmuş gibiydi. Yedinci basamakta duvara kolunu yaslayıp -tıpkı şimdi yaptığı gibi-, evden çıktıktan sonraki ilk adımını düşünmeye başlamıştı.

İsmet, ilk altı adımın kendi içerisinde analizini yapmaya başladı; her adımın bir sonrakini etkilediğini, hatta adımların geriye dönük birbirine bağlandığını düşünüyordu. Bu düşüncesini tekrarlayıp, ilk adımı öncesiyle düşünmeye başladı. Çalışma masasının üzerine koyduğu, bardağın içinden çekip çıkardığı ve muhtemelen hâlâ suyunu masanın üzerine bırakmaya devam eden rezene çayının midesine iyi gelip gelmediğini sorgulamış; çaydan aldığı üçüncü yudum sonrası midesinden gelen gurultu adeta işleri yoluna koymak için çalışıldığını ifade etmişti. Sonra ani bir kararla “bundan sonra rezene çayı içmeyeceğim” demişti. Muhtemelen yarın mide ağrısıyla güne başlayacağını ve o çayı içmeye kendini mahkûm hissedeceğini bilmesine rağmen, kararının arkasında durmak istiyordu. Bir şeylerden vazgeçmeden, bir şeylerin konforunu ya da bilgisini geride bırakmadan, ilerlemenin, yaşamanın ve anlamanın mümkün olmadığını her gün kendine hatırlatıyordu. Rezene içmeyi böyle bir günde bırakmıştı; midesinin ağrısına iyi geldiğine ikna olduğunda. Oysa çayın ya da onu poşetin içine tıkan üretici firmanın bu ayrılık kararında bir etkisi yoktu. Poşet çay, bardaktan erken çıkarıldığından, sanki üstleri tarafından uyarı almış bir muhasebe çalışanı gibi mahcup bir şekilde, masada duran yeşil elmanın yanında üzerindeki su taneciklerinden kurtulmaya çalışıyordu. Ani bir kararla bir daha bu evde içilmeyeceklerini sanki elma aracılığıyla, mutfakta kutuda duran arkadaşlarına iletmeye çalışıyor gibiydi. Rezeneler çekmecede unutulacaktı. Kendisinin günlerce bu masanın üzerinde unutulacak olması da cabasıydı. Yine de elmanın bir şansı olabilirdi, çünkü her nedense İsmet, elmayı masanın üzerinden alır ve evin içerisinde yürüyerek yerdi, elma yerken her adımın muhasebesini yaptığı da olurdu elbette. Elma, unutulduklarını ya da terk edildiklerini diğer çaylara söyleyebilirdi. Yine de Allah bilir ya, İsmet bugün yarın yeşil elmanın da bağışıklık sistemine iyi geldiğine ikna olursa onu da bu masada unutabilir, günlerce yüzüne bakmayabilirdi. Onun için her şey ani bir karara bağlıydı, bu ani karar da bir şeylerin ona iyi gelmesine…

Yedinci basamakta biraz daha bekledi. Evden çıkarken yaptıklarını düşünmeye devam etti. Sonra gerisin geri ilk basamağa, yani evin kapısına tekrar çıktı. Sabah evden çıkarken yaptığı her şeyi gözden geçirmişti. Bunu belki de “geçmişini” kaybetmemek ya da “geçmişinin bozulmaması” için yapıyordu. İlk basamağa geri dönüşünü, apartman merdivenlerinden inen, Asuman Abla yadırgamadan izlemiş ve “günaydın İsmet” diyerek yoluna devam etmişti. “Garip ama kimseye zararı dokunmayan biri” olarak bilindiği için mahallede onun bu geri dönüşlerini, merdivenlerde geçirdiği uzun vakitleri kimse garipsemiyordu. İsmet ve merdivenlerin arasına kimse giremezdi. İlk basamağa geri dönüşünü yine elini duvara koyarak ve yine tiksinerek terli duvardan elini çekerek tamamladı.

“Bugün her şeyi olduğu gibi hatırlayacağım, en ufak değişikliği bile,” diye geçirdi içinden. Hatta bunu bir an yüksek sesle söylediğini düşünerek, kafasını öne eğdi. Masanın üzerinde bıraktığı rezeneyi eve döndüğünde şaşkınlıkla karşılamayacağını, onu orada bulduğunda kendisinin oraya koyduğunu bilecekti. Demans değildi, gerekli kontrolleri yaptırmıştı, ezberi oldukça güçlüydü, sadece sabahları sanki Allah, ona yeni bir geçmiş bahşediyor gibiydi.

Haşa, geçmişini ve sabahları olduğu gibi hatırlama çabasında Allah’a bir karşı geliş yoktu. Sadece unutulduğunda orada olmaktan çok yorulmuştu.