Gerçeğin yerini tutmak ya da Malcolm X 100 yaşında

Bilal-i Habeşî, Muhammed Ali, Malcolm X hepsi bir aile gibi görünüyor bizlere. Elbette aileler. Hatta bizler de aynı ailedeniz. Hele de çocukluktan getirdiğimiz siyahi Müslüman kategorisiyle, onları beyaz Müslümanlardan daha sevecen gördüğümüz gerçeğiyle. Büyürken, filmler de bizimle beraber büyüyor, Bilal-i Habeşî’nin güzel ezan okuyan sesinden, kayaların altında acı çektiği sahnelere kayıyor gözlerimiz.
Malcolm da öyle. Onu gözlüklü fotoğraflarıyla hatırlıyoruz. Gençliğin direnci ve öğrenme kabiliyetiyle. Hem cool, hem adında X var hem de Müslüman. Adında X olan şeyler korkutur Türkçe bilen herkesi; ama o güven veriyor. Onunla akraba olmak havalı da yapıyor bizi üstelik.
Modern insanlar olarak genellikle neticeye odaklanıyoruz, fakat işin hikmeti süreçte. Ne olmuştu da Müslüman olmuştu Malcolm? “Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz” ayetinin güzel gölgesinde, Malcolm zorlu bir hayat yaşamıştı.
Babası Earl Little, siyahilerin özgürlük problemini dile getiren bir rahipti. Malcolm sekiz kardeşiyle beraber bir rahibin oğluydu. Babası düşüncelerinden ötürü suikaste kurban gitti. Kendisini de benzer bir süreç bekliyordu. Annesi akli dengesini yitirince Malcolm, Afrika’dan ayrılan ataları gibi bir de ailesinden ayrılacak, koruyucu aileye verilecekti. Gurbet içinde gurbet çekecekti.
Kendisini Amerika’nın sabıkalı sokaklarında bulan Malcolm, hırsızlık suçlamasıyla 10 yıl hapis yattı. Hapis yattığı dönemde çevresinin de etkisiyle siyahi milliyetçiliği savunan Elijah Muhammed önderliğindeki “Nation of Islam” hareketine katıldı.
Elijah Muhammed hakkında duyduğu bazı söylemler siyahi milliyetçilik tabanlı bu İslami harekete karşı soğumasına sebep oldu. Aynı zamanda Hacca giderek dünyanın birçok yerinden Müslümanla tanışması, onun hayatında yeni bir sayfa açacak, görüşünü daha da geniş bir pencereden ifade etmesine olanak sağlayacaktı; çünkü beyazlardı, İslamlardı, iyilerdi, kardeşlerdi…
Kâbe, geçmişten getirdiği acıların da etkisiyle, beyazlara karşı takındığı tavrı rahmani bir şekilde temizlemişti. Kâbe; temizler, kabul eder, yükseltir. Tövbedir, şükürdür, rahmettir. Kalbini açana elbette. Malcolm ise kalbini yıllardır bugünler için bekletiyor gibiydi. Zamanı gelince açan bir çiçek gibi açtı da açtı. Yolu Türkiye’ye de düşecekti…
İyi bir şeyler yapmak isteyen herkesin yolu zaten bir defa de olsa Türkiye’den geçmek zorundadır. İster Amerika’da ol ister Malezya’da, ister Antartika’da. O yüzden bir konunun yahut şahsın, güvenilir olup olmadığını anlamanın en kestirme yolu Türkiye hakkındaki düşünceleridir. Malcolm da sağlamasını yapacaktır elbette.
İslamlık olduğunu, dürüstlüğü, hitabeti ve kararlılığıyla Amerika’ya, kötülüğün tam merkezine gösteriyordu. Kitleleri de peşine takıyor, radyo programlarıyla etkisini artırıyordu. FBI ise boş duracak değildi, onu çok takip etmeye başlamıştı.
İslam hem ahlak öneriyordu hem de çocukluğundan bu yana sıkıntısını çektiği ırkçılık konusu için yalın bir öneri sunuyordu. Orada bir tamamlanmışlık hissi içerisindeydi. Artık sadece siyahiler için değil, Muhammed Ümmeti için çalışıyordu. Şairin hızla gelişecek kalbimiz dediği yerdi burası… Hızla gelişiyordu kalbi. Milyonlarca kardeşi vardı artık…
Fikirlerini geliştirirken artık yeni bir isim de almak istiyordu. Artık ismi El Hac Malik Şahbaz idi. Etnik meseleleri geride bırakmış, ham olarak insana bakıyordu. Gönüle yani… Eşi ve dört çocuğuyla yaşadığı evi bombalandı. Ardından bir gün konuşma yaptığı sırada, silahlı saldırı sonucu ahirete irtihal etti. Ölmedi. Yalnızca dünyasını değiştirdi. Belki hala aramızdadır bir yerlerde…
Batı’nın Müslüman olabileceğini, bunun için samimiyet ve gayret gerektiğini ondan öğrendik. O hem Batı’ya hem de Doğu’ya bir cevaptı. Bu işler nasıl olur sorusunu hayatıyla cevapladı.
O şu an yüz yaşında, aşıklar ölmez çünkü. Bize bir soru ve bir de cevap bırakırlar. Onun cevabı ise hâlâ dolanıyor Amerika’da, Türkiye’de ve dünyada. Sorusunu araya bir cevap gibi aramızda, aramızda…