Fuji’ye bakma biçimleri ya da sonsuzluğun dalgaları

Tokyo yakınlarındaki Kanagawa Körfezi'nde fırtınaya yakalanmış hızlı balıkçı teknelerinin üzerinde bütün görkemiyle yükselen dev dalganın tasviri; Kanagawa Açıklarındaki Büyük Dalga. Gökyüzünden kopmuş pençeye benzeyen dalga, öfkenin, dehşetin değil kendi sıradanlığının temsili gibi duruyor resimde.
Ve nihayet Tokyo’da o ikonik Fuji Dağı’nın bütün güzelliği ve heybetiyle karşımızda durduğuna şahit oluyoruz. Tam tepesine en estetik şekilde kondurulmuş yuvarlak krateri, eteklerindeki bembeyaz karlar, orantılı koni yapısı ve beline sarılmış patika yollarıyla, 3776 metre boyunca uzanan kadim görkem. Sislerin ardına saklanmadan, yüzünü göstermek istediği berrak bulutsuz bir sabahın ilk saatlerinde, Japonya'nın en yüksek dağına bakıyoruz. O da bize bakıyor… Fuji, sönmüş bir yanardağ aslında, tam üç asırdır sessiz. Karlı zirvesindeki ağzından üç yüz yıldır ateş püskürtmüyor. Fuji, Japon efsanelerindeki o kutsal dağ. Estetik görünümünden, dehşetli güzelliğinden ve doğal ihtişamından başlanarak, geçen zaman içinde varlığına özel manevi anlamlar yüklenen Fuji, bugün etrafındaki onlarca tapınak, ayin alanları ve kutsal bölgeleriyle, saf manevi tecrübelerin merkezindeki popüler bir mekân. Budizm, Şintoizm anlatılarında kendisine sıklıkla yer bulan, efsanelerden hayatın ortasına ve mitolojiden sanatsal üretimlere taşarak büyüyen Fuji, Japonya’nın ulusal sembolleri arasında.
Japon ressam Katsushika Hokusai’nin "Fuji Dağı'nın Otuz Altı Manzarası", işte böyle bir dağın ruhaniyetine adanmış, onun değişik mevsimlerde, hava şartlarında, farklı uzaklıklardan göründüğü haliyle resmedilmesinden mütevellit tahta oymabaskı bir resim serisidir. İlk seriye eklenen 10 resimle birlikte 1826-1833 yılları arasında yapılmış toplam 46 resimlik* bu seriye ait Kanagawa Açıklarındaki Büyük Dalga adlı eser, aynı zamanda serinin en bilinen parçası. Gündelik hayatın her anında karşımıza çıkma potansiyeli taşıyan, Doğu’dan yükselen en ikonik sanat eserlerinden biri olan, popüler kültürün kalbindeki Japon Dalga’sını bu kadar meşhur yapan neydi? Yamaha şirketinin genel merkez mimarisinden, Matrix Reloaded’da Morpheus’un ajanlarla savaştığı dalgalarla kıvrılmış otoyol sahnesine, albüm kapaklarından video oyunlarına kadar uzanan dalga’yı, Fuji’ye adanmış o 46 resim arasından ayırarak, fark’lı kılan şey neydi?
Tokyo yakınlarındaki Kanagawa Körfezi'nde fırtınaya yakalanmış hızlı balıkçı teknelerinin üzerinde bütün görkemiyle yükselen dev dalganın tasviri; “Kanagawa Açıklarındaki Büyük Dalga”. Gökyüzünden kopmuş pençeye benzeyen dalga, öfkenin, dehşetin değil kendi sıradanlığının temsili gibi duruyor resimde. Akışın içinde, olması gerektiği gibi. Evet, doğa, varlığını tahkim edecek şekilde hareket eder, insan da bütün acziyetiyle bu fotoğrafı tamamlar. Belki de hikâye yalnızca buraya aittir. Doğaya karşı kazanılacak bir zafer yok. Soruya cevap olarak; görkemli sadeliğin cazibesi midir bu?
Modernleşme öncesi son dalga
Prusya mavisinin eşlik ettiği resimde, teknelerin içinde dalgaya ram olmuş halde, gelen felakete hazırlanan balıkçıları görürüz. Korkulu değil, sakinler. Fuji Dağı ise arka fonda bütün bu olup-bitenleri bilgece izler. Vakur, soğukkanlı Fuji, büyük, görkemli dev dalga. Fuji Japonya’nın kendisiyse, büyük dalga hangi yakın-uzak tehlikenin simgesidir? Bu kompozisyona Japonya’nın sınırlarını dış dünyaya kapattığı bir dönemin (sakoku) anlatısı olarak bakıldığında, toplam duygunun rahatlıkla "dalgalarla boğuşanlar yalnızca balıkçılar değil, Japon halkının bizzat kendisidir," cümlesine dayandığını görürüz. Kanagawa kıyısının Edo’ya (Tokyo) giden deniz yolunun üzerinde olduğu, bilgisi de buraya eklenebilir. 8 Temmuz 1853'te Tokyo Körfezi limanına yanaşan Amiral Perry kumandasındaki dört Amerikan gemisinin, iki asırdır kilitli duran Japon kapılarını Batı’ya doğru açmasından hemen öncedir Hokusai’nin pençeli dalgası. Geleneksel Japonya’nın son anı. Batılı dalganın Japon kıyılarına vurmasının az öncesi.
Hokusai’nin ahşap üzerinde ustalıkla icra ettiği ukiyo-e sanatı, "yüzen/geçici dünyanın resimleri" anlamına geliyor. Geçer dünyaya ait her şey, her an, bir dalganın etkisi kadardır elimizde kalan. Yine de yaşamanın vaadi budur. Coşkuyla o an’ın içinde -ama- mutlak olanın o an olmadığını bilerek. Öyleyse pençe köpüklü bir ejderhaya benzeyen dalga ile ona karşı sabırla duran balıkçıların aynı anda hayatı temsil ettikleri vaki. Hayatı, onu anlamaya yetecek mesafeden sessiz bilgeler gibi izlemek de gerekir bazen. Sert dalgaya çarpmadan tekneni sınamış sayılmazsın, sabrını ölçemezsin çile kapını çalmadığında. Ve tüm olup-bitenlere aldırmadan dağ gibi sükûnetine yaslandığında erersin asıl kudretine. Dalga geçer deniz kalır, insan sonsuzluğunu tanır.