Bin yıllık bir mekân Fikrinin kısa hayat hikâyesi: Taze sürgün

Bin Yıllık Bir Mekân Fikrinin Kısa Hayat Hikâyesi: Taze Sürgün
Bin Yıllık Bir Mekân Fikrinin Kısa Hayat Hikâyesi: Taze Sürgün

Karahanlılar dönemine tarihlenen Talhatan Baba Camii (yaklaşık 1090), Türk-İslam mimarlığının Anadolu’daki ilk örneklerinden biri olmanın ötesinde, bin yıl boyunca tekrar tekrar düşünülmüş bir mekân fikrinin -benim tespit edebildiğim- ilk izlerini barındırıyor.

I. Talhatan Baba Camii: Başlıyoruz

Yapı, bugün kısmen harap olmasına rağmen, varlığı ve bugüne taşıdığı plan şemasıyla hem tarihî hem de kavramsal açıdan oldukça dikkate değerdir. Plan kurgusu yalın ama güçlüdür: Ortada büyükçe bir merkezî kubbe, iki yanda simetrik biçimde yerleştirilmiş, tonozla örtülmüş dikdörtgen hacimler... Bu, enlemesine genişleyen üç bölümlü bir iç kurgu yaratır. Merkezî kubbe, iki yandaki ayaklar ve mihrap duvarı tarafından taşınır. Bu ayaklar yalnızca strüktürel görev üstlenmez; aynı zamanda mekânın sınırlarını belirleyen, içeride yön ve ritim duygusu kuran mimari elemanlardır.

Bu taşıyıcı kurgu, ileride klasik Osmanlı camilerinde sistematikleşecek olan altıgen düzene doğru evrilecek yapısal karakterin habercisidir. Aynı zamanda bu ayaklar birer mekânsal eşiğe dönüşerek hem ayırma, tanımlayarak sınırlama hem de bağlanarak genişleme, birleşme fikirlerini mimari olarak taşırlar.

  • Her yapı kendi çağının sorularını sorar. Ama bazı yapılar cevap peşinde değildir.

Yan hacimler ana mekândan bağımsız odacıklar değil; onun genişlemiş uzantılarıdır. Bu yan hacimlerin tonoz örtülü olması, hem dönemin teknik imkânlarıyla uyum içindedir hem de onlar ayrı bir hacim karakteri kazandırır. Mihrap ekseni bu düzenin sabit noktasıdır. Bu da yapının yöneliminin merkezdeki kubbede toplandığını, ama yatayda da açılabildiğini gösterir.

Talhatan Camii’nde belirgin bir avlu ya da son cemaat mahalli görülmez. Bu yokluk, iç mekâna verilen önemin altını çiziyor gibidir. Dış cephede ısrarlı bir tek malzemenin, tuğlanın yalın hâkimiyeti gözlemlenir. Yapı süsten değil, yapıyı var eden parçaların tezyînîliği fikrinden beslenir. Plan kurgusundaki netlik, taşıyıcı sistemdeki açıklık ve strüktürel kararların sadeliği bu caminin hem teknik hem de düşünsel düzeyde zamanın ötesine geçen bir yapı olduğunu gösteriyor. Burada ortaya çıkan plan şeması, mimarlık tarihinde sadece bir başlangıç noktası değil; bir düşünce hattının başlangıç cümlesidir. Bu cümle, zamanla başka kelimelerle, başka söyleyişlerle, ama aynı fikri taşıyarak tekrar tekrar yorumlanacaktır.

II. Üç Şerefeli Cami: Klasiğin Eşiğinde

Talhatan’daki mekân fikri, aradan üç buçuk asır geçtikten sonra Edirne’de tekrar dile gelecektir. II. Murad tarafından 1437-1447 yılları arasında inşa ettirilen Üç Şerefeli Cami, Osmanlı’nın mimarî dilinde köklü bir dönüşümün eşiğinde durur. Bu yapı, klasik dilin oluşumu yolunda ilk sıyrılışlardan biri, bir kırılma noktasıdır.

Plan yine üç parçalıdır: merkezde büyük bir ana kubbe, iki yanda onu genişleten hacimler. Ancak bu kez yan birimler tonozla değil, ikişer küçük kubbeyle örtülüdür. Ana kubbe ile birlikte toplam beş kubbeli bir sistem ortaya çıkar. Böylece mekân, kemerlere oturan modüler kubbelerle örülmüş ve hiyerarşik bir bütünlüğe kavuşmuştur. Yapı, öncüllerinden farklı olarak yan hacimlerle ana kubbe arasında oran ve yükseklikler açısından hiyerarşik bir ilişki kurarak kütlesel bütünlük duygusunu kuvvetlendirir. Merkezî kubbe altı taşıyıcı ayağa oturur. Bu ayaklar altıgen düzenleriyle yapının strüktürel sistemini olduğu kadar mekân hissiyatını da belirler. Taşıyıcı sistem, sadece yapısal değil, aynı zamanda geometrik ve mekânsal bir kurucu unsur hâline gelir. Bu altıgen kurgu, klasik Osmanlı cami mimarisinin merkezî plan anlayışında kare ve sekizgenle birlikte kendine yer bulacaktır. Mimar Sinan, bir asır sonra bu şemayı çok daha sistematik bir biçimde tekrar ele alacak; kasnaklar, kemerler ve örtü sistemleri bu altıgen taşıyıcı yapı çevresinde şekillenecektir.

Üç Şerefeli, biçimsel bir icat değil, tecrübe edilmiş bir fikrin, başka bir düşünsel iklimde asırlar sonra yeniden dile gelişidir. Burada plan korunmuş ama sadece biçimiyle değil, içeriğiyle derinleşerek yeni bir anlam kazanmıştır. Yapı, geçmişin izini sürerken, geleceğin yönünü de çizer.

III. Sinan Paşa Camii: İncelmiş Zevkler

16. yüzyıla geldiğimizde, Osmanlı mimarisi artık yalnızca biçim arayışında değildir; biçim üzerinden anlam kurmaya başlamıştır. Bu dönem, Mimar Sinan’ın dönemidir. Onun yapılarında biçim, ölçü ve anlam arasında kurulan bağ, Osmanlı mimarlığının doruk noktasını temsil eder.

Beşiktaş Sinan Paşa Camii, Mimar Sinan’ın altıgen baldaken sistemli yapıları içinde müstesna bir durak olarak, sadece teknik değil düşünsel bir bağlantıyı da temsil eder. Altı ayaklı merkezî kubbesi ve onun etrafında gelişen yan hacim örgüsüyle bu cami, tanıdık bir mekân fikrinin olgunlaşmasını sergiler: Merkezî birliğin, çevreye açılarak genişletilmesi.

Bu kurgunun rastlantısal bir tercihin sonucu değil, tarihsel bir sürekliliğin izdüşümü olduğu ortada. Talhatan Baba Camii’nde daha XI. yüzyılda denenmiş olan mihrap önü merkezî kubbe + yan genişlemeler fikri, Edirne Üç Şerefeli Camii’nde abidevî bir taşıyıcılıkla tekrar karşımıza çıkar. Her iki yapıda da dikkat çeken, sadece merkezî kubbenin ayaklara oturması değil, bu merkezin iki yandan genişletilerek yan mekânların da bu merkeze katılmasıdır. Böylece ortaya çıkan şey, katı bir merkezî plan değil, merkezle çevresi arasında ritmik bir geçişle kurulan açık bir birliktir.

İşte Sinan Paşa Camii, bu hattın Osmanlı klasik dönemindeki rafine halkası. Altıgen baldaken üzerine oturan merkezî kubbesiyle yalnızca bir örtü sistemi değil, aynı zamanda mekânı çevresine doğru açan bir kurgunun ifadesidir. Yan hacimler, merkezden kopuk değil, onunla bütünleşik düşünülmüştür. Böylece sadece yapının ortasına değil, bütüne yayılmış bir bütünlük duygusu kurulur. Taşıyıcı ayaklar öncekilere oranla narinleşmiştir, ancak aynı yerlerinde, mekânın iç sınırlarını, ritmini ve yönelimini belirleyen memurlar olarak dimdik durmaktadırlar.

Mesela Kadırga Sokollu Mehmet Paşa Camii de altıgen bir taşıyıcı sisteme sahiptir; ancak burada yan genişlemeler yoktur. Ana kubbeyi taşıyan altıgenin köşeleri doğrudan dış duvarlara yaslanmış, genişleme fikri yerine merkez noktada yoğunlaşmaya gidilmiştir. Böylece altıgen yapı biçimsel olarak sürse de, mekânsal süreklilik zinciri Talhatan-Üç Şerefeli-Sinan Paşa hattı üzerinde devam etmektedir.

Sinan Paşa Camii, içten ama gösterişsiz bir sadelikle merkezlenen, merkezde doğduktan sonra ise sağlı sollu açılarak yankılanan, sonra tekrar merkeze dönen güzel bir tını gibi.

IV. Karakaş Camii: Bin Yaşında Bir Genç

1090’da başlayan bir hikâyenin, bu yazının son bölümünde 1998’e uzanacak olması hayranlık uyandırıcı. Bin yıllık bir tarihî tecrübe, bir olgunlaşma ve zamansızlaşma izleği beni heyecanlandırmayacaksa, kimi heyecanlandırsın? Bahsettiğimiz yapı, bizim çağdaşımız olan bir cami: Antalya’daki Karakaş Camii. Turgut Cansever’in inşa ettiği bu yapı ne yalnızca geçmişe bir övgü, ne de güncel biçimlere bir tepki. Aksine, mimarlıkta fikir ve mekân sürekliliğinin, hatta (kanatları olanlar için) zamanda yolculuğun mümkün olduğunu gösteren güncel bir örnek. Zaman çizgisel bir hat boyunca ilerlemek yerine döngüler halinde deveran ediyorsa, o halde kestirmelerin, portallerin, geçitlerin mümkün olduğu zamanlar arası yolculuklar çok daha anlamlı hale geliyor. Fakat bu yolculuklar, cesaret isteyen, riskli işler. Kanatları yeterince güçlü olmayanlar amansızca yere çakılabilir. Herkese açık gibi görünen bu seyahat aslında nefesi yetenlere yakışıyor.

Böyle bir bağlamda mekân kurgusu açısından akrabası olan yapılardan asırlar sonra ustalıkla inşa edilen Karakaş Camii, merkezde bir kubbe ve iki yanında iki taşıyıcı ayakla kurulmuş aynı düzen içinde tekrar yükselir. Bu ayaklar mekânı sessizce tanımlayan, denge ve sadelik taşıyan yapısal duraklardır. Yan hacimler simetrik ama monoton değildir; mekân yatay eksende açılırken soluklanma alanları yaratır. Kubbe kasnağı sekizgen olmasına rağmen, mekân kurgusu dörtgen başlayıp altıgen devam edecek olan Talhatan -Üç Şerefeli- Sinan Paşa izleğine oturmaktadır.

Altıgen ya da sekizgene odaklanmak, bizi asıl hikâyeyi görmekten alıkoyabilir. Merkezdeki kubbenin çevresine nasıl açıldığına, yan mekânların bu merkeze nasıl katıldığına baktığımızda Kadırga Sokollu Camii (her ne kadar Üç Şerefeli ve Sinan Paşa gibi altıgen olsa da) yatayda genişleyen bir birlik kurmak yerine merkeze döner; bu yüzden Talhatan -Üç Şerefeli- Sinan Paşa çizgisinin dışında kalır. Oysa sekizgen yapısıyla Antalya Karakaş Camii, mekân anlayışı itibariyle bu akışın tam merkezine yerleşiyor. Bu yazıda bahsettiğimiz diğer yapılar gibi Karakaş Camii de bir planın taklidi değil, 900 yıllık yaşanmışlığıyla bir mekân fikrinin çağdaş bir mimar tarafından yeniden kurulmasıdır.

Bin Yıllık Ağacın Taze Sürgünü

Bu plan kurgusunun yüzyıllar boyunca tekrar edilebilmesi, bir şablon oluşundan değil; taşıdığı fikrin eskimemesinden, yani zamansızlaşabilmesinden kaynaklanıyor. Talhatan’dan Karakaş’a uzanan fikir yalnızca geometriyle değil, düşünceyle, niyetle ve zamanla demlenmiş yapılar bütünü olarak okunabilir. Demlenirken birbirleriyle konuşmuş, yakınlık kurmuş, derinleşmiş, özenle iz sürmüş yapılarla örülü 900 yıllık bir mekân hikayesi kurulmuş.

Her yapı kendi çağının sorularını sorar. Ama bazı yapılar cevap peşinde değildir, başka bir düzlemde yer alır. Geçmişin aktardıklarını da çağının sorularını da bilgece bir tebessümle karşılar. Galiba cevapları bilip bilmemesinin bile önemi yoktur, çünkü soruyla değil, daha derin ve düşey bir gündemle meşguldür. Kendini bir halkası olarak gördüğü tarihi akışta yoğunlaşmış olan zamansız tecrübeyi duyumsar, özümser ve onu kendine özgü biçimde dile getirir. Bu anlamda Karakaş Camii, sadece Cansever’in eseri değil; köklü bir mimari terbiyenin -kubbe fenerleri gibi- kendine özgü yenilikler taşıyan güncel bir üyesidir. Cilâlı bir heykel değil, 900 yıldır hayatta olan bir ağacın taze sürgünüdür. Gürültücü bir tarihselcilik anlatısı değil, içsel bir süreklilik…

Mutluluk, almakla değil; vermekle oluyor. Mimarlık da benim için yalnızca yeni olanın peşinden gitmek değil, devam edenin içindeki yeniyi de görebilme sanatı. Bu yazının odağındaki plan şeması da, tarihsel bir kalıp olmaktan çok, mekân düşüncesinin zamansız bir biçimi. Onu benim için kıymetli kılan şey, tekrar edilebilir olması değil; her tekrarın, yeni bir bağlamda ve yeni bir anlamla yeniden inşa edilebilmesi.

Bugün -belki şaşırmayacaksınız ama- bu beş örtülü, merkezde iki ayaklı, yanlara genişleyen sade ve net plan fikri, benim de masamda, gündemimde. Çağdaş bir mimarı zaman portalinden bin yıl öteye götürüp geri getirecek bir keşif uçuşuna vize alma fırsatını kaçıramazdım. Bir çırak gibi ustaya kulak kesilmek, aynı zemin üzerinde farklı bir zamanı inşa etmek; o besteyi yeniden geçmek ve geçerken, kendi sesimizin kulağımıza gelmesi fırsatı...